Kendini Bilmek; En Faydalı Bilgi -1
Bilgilerin en faydalısı kendini bilmektir [1]
İmam Ali (a)
Kendini bilme ve tanıma konusu, bireylerin hayatında ve dolaysıyla da toplumda müsbet değişimi dert edinmiş peygamberler, vasiler, arifler ve ahlak alimlerince özenle altı çilen ve kendilerini yüce hedeflere adamak, saadet-i dareyne doğru yol almak ve faydalı, salih birer insan haline gelmek isteyen kimseleri tarih boyunca meşkul edegelen son derece esasi ve hayati bir konudur. Her geçen gün önemini hissetiren, olumlu yönde değişimin başlamasında ve sürekli kılınmasındaki kilit rölünü sezdirten bir meseledir. Bu nedenle, ne kadar bu konu üzerinde çalışılsa ve etrafında duyarlılık oluşturulsa yeridir, denilebilir. Kuşkusuz, böylesine derin ve kapsamlı bir konuyu bütün yönleriyle, zihinde uyandırdığı soruları yanıtlamakla ele amak bir yazıya sığmayacağı gibi bu satırların sahibini de aşan bir meseledir. Eğer bu yazı, konu hakkında duyarlılık uyandırırsa veya mevcut duyarlılığı pekiştirirse amacına olaşmıştır.
En Temel Soru
İnsan mutlak alim değildir; yani her şeyi bilen değildir, bu sadece Allah Teala’ya mahsus bir sıfattır ve her şeyi bilen sadece Allah’tır. Öte yandan insan mutlak cahil de değildir; yani hiçbir şey bilmeyen değildir, belki sınırlı da olsa bir takım bilgilere, Allah’ın kendisine önceden bahşettiği bir ilim sermayesine sahiptir ve bu ilmi sermayeyi her açıdan genişletebilir, değerlendirebilir ve kamil insan olma yolunda geliştirebilir veya bu sermayeyi heba da edebilir, artık o, insanın iradesine, kararına kalmış bir şey . İşte burada, bilgisi sınırlı ve üstelik ömrü de sınırlı olan bizlerin önüne can alıcı bir soru çıkıyor: Bilgi sınırlı, ömür de sınırlı ise önümüzde bilinmeyi, bilince çıkarılmayı bekleyen sayız meçhul ve sorular içinde bizi en fazla ilgilendiren, hayatımız için en çok öncelik arzden en önemli ve temel soru nedir? Diğer bir deyişle, bu sorulardan hangisini es geçersek, kendimiz için yanıtını bulmaya çalışmazsak zararın, ziyanın en büyüğü ile karşıkarşıya geliriz? Sorunun üzerinde biraz yoğunlaşırsak, aslında yanıtın sorunun içinde saklı olduğunu farkedebiliriz; dolaysıyla, “en temel soru”yu içerdiği için aradığımız yanıt tam da sormuş olduğumuz sorudur, denilebilir. Bu, sorunun dolaylı yanıtı. Sorunun net cevabına gelirsek, vereceğimiz yanıt, “Ben kimim” sorudur. Yani önümüzdeki sayısız sorunlar arasında cevabını bulmakta ihmalkar davrandığımızda, gereken özeni, önemi ve zamanı ayırmadığımızda bize o büyük zararı verecek olan soru, “Ben kimim?” sorusudur.
Kendini Tanımanın Önemi
Nefsini ıslah, tezkiye ve arındırmak isteyen, tekvini ve teşrii yasalarla, ilahi sünnetlerle uyumlu bir hayatı yaşamayı amaçlayan, saadet-i dareyn kaygısı taşıyan ve genel anlamda bir ideal ve hedef için yaşayan bir kimse için –gelişi güzel ve hedefsiz yaşayan kimse için zaten ne öne çıkarsa çıksın, şartlar ne olursa olsun fark eden bir şey yoktur, hedefi yok ki hedefe uzaklaştıcırı veya yakınlaştırıcı şeylerin kaygısı onda olsun - ‘ben kimim’ sorusunun ve kendini tanımanın böyle temel bir önemi vardır. Çünkü o hedeflere doğru yol alan, zaaflardan ve hicaplardan arınmaya çalışan, değişim ve dönüşümlerden geçen onun nefsidir, bizzat kendisidir; ve müsbet değişim her zaman bir uyanışın, bilincin ve farkındalığın sonucunda ancak yaşanır, kişi kendini hiç tanımıyorsa, zaaflarının ve kuvvet noktalarının farkında değilse kendini kötü bir alışkanlıktan, zaaftan kurtarabilir mi? Ya da kendini ilahi bir faziletle, erdemle bezeyebilir mi? Ve genel anlamda büyük cihattan başarılı çıkabilir mi? “Ey Kümeyl! Her hareketinde, her davranışında marifete/bilince muhtaçsın”. Yani hareketinin hedefe olaşmasını istiyorsan, bereketli ve semereli olmasını bekliyorsan onu marifet, bilinç ve farkındalık toprağında ekmelisin. “Kim kendini tanımakta başarılı olursa büyük kurtuluşa ermiştir”.[2] “Kim nefsini tanırsa onu düzeltir, kim de nefsini tanımazsa onu kendi haline bırakır”[3] “Ey iman edenler! Siz, kendinizi düzeltmeye bakın”.[4]
Kurani bakışa göre, Allah Teala dışında her şey birer ayettir, her varlık kendi ötesine işaret eden, O’nun varlığını gösteren bir nişanedir. Dolaysıyla insan da dahil kainattaki hangi varlığa bakarsak bakalım yaratıcıya ayet olma, ayna olma ve ondan heber verme özelliğini görürüz. Bu açıdan insan da diğer afaki ayetlerden biridir. Fakat, Kuran’da insanın genel anlamda kaniattaki diğer ayetler gibi afaki bir ayet olduğu halde ondaki ayetlerin “enfüsi ayetler”[5] tabiriyle ayırılarak insanın kendisine, öz benliğine yapılan özel vurgu, bu vurguyu bir şekilde pekiştiren ayetler ve “Kim kendini tanırsa Rabbini tanır” hadisinde olduğu gibi bu özel vurguyu yansıtan hadisler bir bütün olarak, insanın öz benliği ve bu öz benlikteki enfüsi ayetlerin diğer afaki ayetlere kıyasla daha temel bir konuma ortuduğunu, dolaysıyla insanın özünden habersiz olması, özündeki enfüsi ayetleri doğru okuyup tanımaması , kendini tanıması noktasında bir eksiklik, tıkanıklık ve sorun yaşaması halinde bu durumun bir şekilde afaki ayetleri tanıma, hatta teşrii ayetleri doğru okumaya da yansasıyacağını ve genel anlamda insanın bilgi sisteminde arıza çıkaracağını göstermektedir. Diğer bir deyişle, varlık alemini bir kitaba benzetecek olursa insan bu kitabın ilk sayfası konumundadır; ilk sayfa ortada yoksa veya ondaki satırlar hala okunmamış, çözülmemişse veyahut okunmuş ama yanlış okunmuşsa bu durum ister istemez kitabın diğer sayfalarını anlama noktasında da kendisini gösterecek ve anlama sürecini tıkayacaktır. Tabii burada insanın özü varlık aleminin ilk sayfası konumundadır derken, ontolojik bir ilk olmayı değil, epistemik bir ilk olmayı kastediyoruz, yoksa ontolojik bakımdan, yani bilgimizden bağımsız olan gerçeklik aleminde her şey Allah’la başlar ve O’nunla da biter. Kendini tanırsan Rabbini tanırsın, derken de burada kendini tanımaya verilen öncelik, ontololik değil, epistemik bir önceliktir. Allah’tan hareketle Allah’ın varlığını ispatlayan deliller dışında Allah’ı ispatlayan diğer bütün delillerde de aynı durum hakimdir. Kısaca, benin ateşi ispatlamama duman neden oldu diye subut/gerçeklik aleminde de duman ateşin nedenidir sonucuna beni götürmez. İslami düşünce literatüründe bu iki aşama, “ispat makamı” ve “subut makamı” şeklinde kavramsallaştırılarak birbirinden ayırt edilmiştir.
Nurullah Akpınar
[1] Gureru’l-Hikem: 9865
[2] Gureru’l-Hikem: 9965
[3] [3] Gureru’l-Hikem: 7855-7856
[4] Maide: 105.
[5] “Varlığımızın delillerini, (kainattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinizde onlara göstereceğiz”. (Fussilet: 53)
Add new comment