Dini Açıklama
DİNÎ AÇIKLAMA
„Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”(Nahl, 89)
Giriş
Bir olayı ya da olguyu farklı şekillerde açıklamak mümkündür. Bilimsel açıklama, felsefi açıklama ve dini açıklama söz konusu olan farklı açıklama şekilleri ve türlerinin en önemlileri arasında yer alır.[1] Bu makalede ilkin “açıklama” ile ilgili bir tanım ele verdikten sonra bu üç açıklama türünü karşılaştırarak bu açıklama türlerinin birbirine indirgenemez ve birbirlerinin yerine geçirilmez olduklarını göstereceğiz. Bunun yanı sıra dini metinlerden çeşitli argümanlar seçerek dini açıklamanın aslında dinin en önemli öğretisi ve bir anlamda dinin özü olduğunu, peygamberlerin esasen insanın dini açıklama hususundaki inançlarını düzeltmeye ve dini açıklamanın doğru yöntemini öğretmek için geldiklerini göstereceğiz. Bu üç açıklama türünün birbirinden ayıklanması, dinin kapsadığı alanın keşfedilmesi ve din ile bilim arasındaki uyuşmazlığın çözülmesine yardımcı olacaktır. Buna ilaveten, dini açıklamanın neticesinde ortaya çıkan diğer semerelere ve faydalı sonuçlara da kısaca değineceğiz.
1) Açıklama Nedir?
Açıklama, bir olgunun başka olgularla ilişkilerinin keşfedilmesi sayesinde daha derin biçimde kavranması demektir. Olgular arasında, çeşitli ilişkiler, değişik bağlantılar söz konusudur. İki şey arasındaki ilişki, sebep sonuç ilişkisi olabildiği gibi başka tür ilişki de olabilir. Bu yüzden açıklama, nedensel açıklama ve nedensel olmayan açıklama diye iki kısma ayrılabilir. Bir olgu hakkında “neden” sorusu gündeme geldiğinde verilen cevap, nedensel bir açıklamadır. Neden, türlere ve kısımlara ayrılır, dolaysıyla nedeni bulmak gayesiyle sorulan sorunun da nedenin kısımlarının sayısınca değişik anlamları olacak ve muhtelif yanıtlar isteyecektir. Bir olay meydana geldiğinde ya da zihnimiz yeni bir olguyla karşılaştığı zaman, söz konusu olay ya da olgu bizim için müphemdir; anlaşılabilir ya da sindirilebilir değildir. Zira o olay ya da olgu konusunda, onun başka olaylar ve olgularla ilişkisi hususunda bir bilgiye sahip değiliz. Yani, elimizde onunla ilgili bir açıklama yoktur. Söz konusu olgunun özü ve diğer olgularla bağlantısı keşfedilip açığa çıkartılmasıyla birlikte, o olgu bizim için müphem olmaktan çıkar; makul, anlaşılır ve hazmedilir hale gelir. Buna göre açıklama, bir olgunun doğasının ya da diğer olgularla ilişkisinin keşfedilmesidir.
Başka bir deyişle, bir olay meydana gelip ondan haberdar olduğumuz zaman, zihnimiz söz konusu olayı, önceden yanında bulundurduğu kavramlar, kategoriler ve kuramlar çerçevesine sığdırmadığı sürece, algı mekanizmamız o olayın meydana gelişini hazmedip anlayamaz. Bir olgu ya da olay, zihinde bulunan kategoriler, kavramlar ve kuramların şemsiyesi altına yerleşip onların kıyafetine büründüğü vakit, bizim için anlaşılır hale gelir; başka bir deyişle, makul ve anlamlı olur. Kavramlar ve kuramlar, ya olguların doğasını ya da onların birbiriyle olan ilişkilerini beyan ederler. Buna göre, bir olgunun zihinde bulunan kavramlar, kategoriler ve kuramlar çerçevesine sığdırılması, tam olarak o olgunun özünün ya da sair olgularla ilişkisinin keşfedilmesi anlamına gelir. Zihnimiz sürekli açıklama halindedir; başka bir deyişle, ne ile karşılaşırsa onu anlamaya çalışır. Bir şeyi anlamak, o şeyi genel kavramlar ve kuramların kalıbına yerleştirmek, demektir. Zihnimiz, olguları anlama ve açıklamaya yönelirken oldukça çeşitli ve değişik olan kuramlar ve kavramlardan yararlanır. Bu nedenle, aynı olgu hakkında farklı açıklamalar öne sürülebilir.
2) Açıklamanın Türleri
Açıklamanın birçok türü vardır. Açıklamada görülen bu çokluk ve çeşitlilik, açıklamanın kendileri sayesinde gerçekleştiği bakış açıların ya da kavram ve kuramların çeşitli olmalarının bir sonucudur. Açıklamalar, bir açıdan, rasyonel (makul) olan ve rasyonel olmayan (irrasyonel) açıklamalar olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Bir açıklamanın makul oluşu ya da makul olmayışı, kuramsal akılcılığın (teorik rasyonalite) ölçütlerine ve prensiplerine bağlıdır. Genel olarak kuramsal akılcılık konusunda iki görüşten bahsedilebilir. Birincisi, haddi-ekseri düzeyde yani en geniş anlamda akılcılığı savunan görüştür. Haddi-ekserci akılcılık, delilcilik ya da klasik temelcilikten ibarettir. İkincisi, haddi-akalli düzeyde yani en dar anlamda akılcılığı savunan görüştür. Bu tür akılcılık, düzeltilmiş akılcılıktan ibarettir.
Akılcılığın gerekliliği bağlamında ortaya çıkan bu iki görüşü izah etmek için, kavramları ve kuramları üç kısma bölmemiz gerekir. Zihnimizde bulundurduğumuz kavram ve kuramlar; ya akla uygundurlar ya akla terstirler ya da akla ne uygun ne de terstirler; belki esasen aklın ağına yakalanmazlar. Akla uygun olan kavram ya da kuram, rasyonel veya deneysel olarak temellendirilip savunulabilir olandır; başka bir deyişle akılyürütme yoluyla veya deneysel kanıtlardan yola çıkarak ve zihinde bulunan başka kavram ve kuramlardan da istifade ederek haklı kılınabilen kavram ve kuramdır. Azami düzeyden bakan bakışla asgari düzeyden bakan bakışın üzerinde bileştiği nokta, budur.
Akılla çatışan ve ona ters düşen kavramların ya da kuramların, rasyonel veya deneysel akılyürütme yoluyla, diğer kavram ve kuramlardan da yararlanarak çürütülmesi mümkündür. Başka bir deyişle, onların aleyhinde elimizde rasyonel ya da deneysel bir kanıt bulunmaktadır. Akılcılık konusunda gerek haddi-ekserci (azamici) görüş ve gerekse haddi-akalci (akılcılığı asgari düzeyde savunan) görüş olsun her ikisi de bu tür kavram ve kuramların reddedilmesi ve bu tür kavram ve kuramlara dayanarak yapılan açıklamanın makul olmayışı üzerinde hemfikirdirler. Her iki görüşün arasında tartışmalı olan konu, akla yakalanmayan kavramlar, kuramlar ve onlara binaen yapılan açıklamadır. Haddi-ekserci akılcılığa göre, eğer açıklamanın temelini oluşturan, onu mümkün kılan kavramların ve kuramların rasyonel veya deneysel olarak haklı kılınıp savunulması mümkün değilse onlara dayanarak yapılan açıklama da rasyonel ve makul bir açıklama olamaz. Haddi-ekserci akılcılığın iddiasına göre, bizim bu türden açıklamaları reddetmemiz akılcılığın bir gereğidir. Dolaysıyla bu akılcılık anlayışına göre, hem akılla çatışan ve hem de akla yakalanmayan/aklı aşan açıklamaların her ikisi de hurafi ve akıldışı açıklamalar sınıfında yer alır. Öte taraftan haddi-akalci görüşün dediğine göre, haddi-ekserci görüşün lehine olabilecek hiçbir kanıt elimizde yoktur ve bizzat bu azamici anlayışın kabul ettiği temellere ve ölçütlere göre, azami düzeyde akılcılığın haklı kılınması mümkün değildir. Bu nedenle, haddi-ekserci bakış kendi içinde bir çelişkiyi barındırmaktadır. Haddi-akalci bakışa göre, aklı aşan kavram ve kuramlara dayanan açıklamalar makul olabilir; şu şartla ki bu kavram ve kuramlar güvenilir yol ve yöntemlerle elde edilmiş olsun. Buna göre, aklı aşan açıklamalar makul açıklama türüne girmekte ve akılla uyumlu açıklamalar gibi akli değere ve itibara sahiptir.
3) Rasyonel Açıklamanın Türleri
Haddi-akalci/minimumcu akılcılık anlayışına göre, dini açıklama da tıpkı bilimsel ve felsefi açıklama gibi makul olabilir. Bilimsel veya felsefi çerçevede haklı kılınması mümkün olmayan kavram ve kuramlar iki koşulla makul olabilirler: Birincisi, felsefi ve bilimsel tecrübeyle uyuşmazlık içinde olmamalarıdır ve ikincisi, dini tecrübe gibi diğer bir tecrübe türüne dayanılarak haklı kılınmalarının olanaklı olmasıdır. Dini tecrübe, bir tür rasyonel sezgi veya bir tür kalbi sezgi olabilir. İlerde tekrar bu konuya döneceğiz. Bilimsel, felsefi ve dini açıklamaların sade bir tanımını yapacak olursak şöyle diyebiliriz:
Bilimsel açıklama, bir olgunun bilimsel kategoriler ve kavramlar çerçevesinde anlaşılması ve açıklanması demektir. Felsefi açıklama ise bir olgunun felsefi kategoriler ve kavramlardan hareketle anlaşılır hale gelmesidir. Ve nihayet dini açıklama da bir olgunun dini kategoriler, kavramlar ve kuramlar kalıbında anlaşılması ve açıklanması demektir.
Bilimsel açıklamanın amacı, olguların maddi ve doğal olan nedenlerini bulmaktır. Diğer bir deyişle, bilimsel açıklama söz konusu olduğunda, kütle, ağırlık, hız ve enerji gibi bilimsel kavramlardan ve bu kavramların ilişkilerini gösteren kuramlardan yararlanarak doğal bir olguyu açıklamaya çalışırız. Bu olguyu bilimsel kavramlar kalıbına sığdırarak; diğer bir deyişle, bilimsel kuramlar çerçevesinde söz konusu olgunun diğer doğal olgularla ilişkisini anlayarak o olgu kendimiz için anlaşılır hale gelir ve o olgunun neden ve nasıl meydana geldiğini, arkasından ne tür olaylar ve başka olgular bırakacağını ve diğer olgularla ne gibi bir ilişki ve ilinti içinde olduğunu söyleyebiliriz. Felsefi ve dini açıklamada da aynı durum söz konusudur. Yani açıklama her yerde aynıdır; eğer varsa bir farklılık bu sadece açıklama yaparken kullandığımız kavramlarda ve kuramlardadır.
İzninizle, konunun netleşmesi için bir örnek vereyim. Bir insanı ele alalım; fiziki olarak insan, hacmi, ağırlığı ve çekim gücüne uymak zorunda olan salt maddi bir varlıktır. İnsanın fiziki ve cisimsel yönü, fiziki kuramlar çerçevesinde açıklanabilir. Kimya bilimi açısından bakılacak olursa, insan, çeşitli kimyasal maddelerin bir birleşimidir. Yani insanın kimyasal açıklaması, insanı kimya ilminde gündeme gelen kavramların başlığı altında kategorize eder. Biyolojiye geldiğimizde insan, beslenen, büyüyen, çoğalan, yaşayan ve ölen canlı bir organizmaya dönüşür. Psikoloji de insan varlığı ve davranışları, zeka, duygu, yetenek, rüşt ve benzeri kavram ve kategorilere dayanılarak açıklanır. Sosyolojiye gittiğimizde, insanın toplumsal boyutunu ele alan başka kuram ve kavramlar karşımıza çıkar. İktisat ilmi de böyledir; bu ilimde, sermaye, kar, iş, arz ve talep, enflasyon ve benzeri kavramlardan yararlanarak insanın sosyal hayatının ekonomik buyutu açıklanır. Zihin felsefi ya da felsefi psikoloji alına girdiğimizde, ruh ve beden kavramları ve nefis-beden ilişkisi hakkında bulunan muhtelif teorilerle karşılaşırız. Fakat dini metinlerin tarafına gittiğimizde, karşımıza başka kavramlar ve antropolojik kuramlar çıkar. Dini bakış açısından insan; ya şükredendir ya nankör; ya günahkardır ya perhizkar; ya dalalettedir ya hidayette; ya ihsan ehlidir ya kötülük ehli; ya meleklerden üstündür ya hayvandan aşağı; ya kafir ya müşrik ya da mümindir; ya mütevazidir ya kibirli; ya müstekbirdir ya da müstezaf vs… Bu kategoriler çerçevesine yerleştirilerek insanın dini açıklaması gerçekleşir; diğer bir deyişle, insan dini açıdan bu özelliklerle nitelendirilir, bu kategoriler ışığında açıklanabilir; ve dini açıdan önemli ve etkili olan özellikler de bunlardır. Dini açıdan, insan bedeninin kimyasal yapısı veya onun kütle, ağırlık, hacim ve diğer fiziki özellikleri önemli değildir; yani bu özelliklerin insanın dini açıklamasında, onun davranışı ve dini yazgısı üzerinde bir etkisi yoktur.
4) Açıklama ve Perspektif İlişkisi
Burada öne çıkan soru şudur: Söz konusu olan çeşitli kavramlar ve kategoriler nasıl zihinde ortaya çıkıp şekillenmektedir? Algı psikolojisi ve kavramların çıkış kaynağıyla ilgili olan bilimsel ve felsefi tartışmalara girmeyeceğiz. Fakat şu kadarını söyleyelim ki; söz konusu kavramlar, değişik perspektiflerin ve bakış açılarının ürünüdür. Bilimsel bir perspektiften evrene baktığımızda, onu kütle, ağırlık, hacim, enerji ve hızdan oluşan bir bütün olarak görürüz; felsefi perspektiften baktığımızda evreni, neden-sonuç, madde ve form, aktüel ve potansiyel, maddi ve tinsel, nesnel ve zihinsel varlıklardan müteşekkil bir bütün olarak karşımızda görürüz. Aynı şekilde, dini perspektiften evrene ve evrenin içindeki olgulara bakarken zihnimizde dini kavramlar şekillenir. O halde, her kavram dizisi ya da kavramlar koleksiyonu farklı bir perspektiften evrene bakışın ürünüdür. Açıklama ve perspektif ilişkisi de burada ortaya çıkmaktadır. Her açıklama, özel ve belirli bir perspektiften hareketle evrene bakışın bir sonucudur. Öyleyse, şöyle söyleyebiliriz:
Bilimsel perspektiften hareketle bir olgunun açıklanmasına, bilimsel açıklama; aynı olgunun felsefi perspektiften hareketle açıklanmasına, felsefi açıklama; ve dini perspektiften hareketle açıklanmasına ise dini açıklama denir.
Perspektif farklılığı, gerçeğin göreceli olduğunu gerektirmez; belki gerçeğin çok yönlü ve çok buyutlu olup her yön ve buyutun idrak edilmesi için kendisine özgü ve uygun bakışa, araçlara ve ön koşullara muhtaç olduğunu gösterir. Başka bir deyişle, perspektif farklılığı “epistemolojik görecelilik” i doğurur; “epistemolojik görecelilik” ise “ontolojik görecelilik” den ayrıdır.
5) Açıklamanın Fonksiyonu
Her açıklamanın iki fonksiyonu vardır. Bir açıklamanın yerine getirdiği birinci fonksiyonu ve rolü, bilgilerimizi artırmasıdır. Her açıklama aslında diğer açıklamaların yoksun olduğu bir tür bilgiyi içerir. Örneğin insan varlığının psikolojik açıklamasında görünen insani boyutlarını bu varlığın fiziksel veya biyolojik açıklamasında göremeyiz. Aynı şekilde, dini açıklama da olayların ve olguların bazı yönlerinin, boyutlarının üzerinden perdeyi kaldırır ki diğer açıklamalar bunları keşfetmekten acizdir. Öyleyse, her açıklama kendisine münhasır olan ve diğer açıklamalar vasıtasıyla elde edilmeyen bir tür bilgiyi içermektedir. Bir açıklamanın ikinci fonksiyonu, aleme müdahale etme ve olayların mesirini, gidişatını değiştirme yolunu bize öğretmesidir. Her açıklama aslında bir nevi, amelin, eylemin kılavuzudur ve bize, bir olgunun gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi için ne yapmak gerektiğini, ne tür şartların oluşturulması ve ne tür engellerin kaldırılması gerektiğini söyler. Her açıklama, işlerin gidişatına bir tür müdahale etme ve tasarrufta bulunma gücünü bize verir. Buna göre, eylem safhasında işe yaranması, bir düğümü çözmesi, sorunlarımızı çözmek için nereye el atmamız ve hangi etkenden yardım almamız gerektiğini bize öğretmesi, açıklamanın ikinci rolünü teşkil eder. Örneğin bilimsel açıklama bize derki; soğuk alma mikrobu üşütmenin nedenidir. İşte amelimizin kılavuzu olan, amel safhasında üşütmeyi tedavi etmek için nasıl davranmamız gerektiğini gösteren de bu tür bir bilimdir. Keza ekonomik açıklama bize, pahallılık ya da enflasyonun temelindeki nedenin ne olduğunu, ekonomik krizlerin neyden kaynaklandığını ve bunlarla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini söyler. Aynı durum diğer bilimler için de geçerlidir.
Peki, burada dini açıklamanın rolü nedir? Dini açıklama bir tür bilgi olmasının yanı sıra amel safhasında bize kılavuzluk eder ve davranışımıza yön verir. Esasen bizim dini davranışlarımızın birçoğu, sadece dini açıklama kabul edildiği taktirde makul ve makbul olurlar. Namaz kılarsınız, yağmur yağar; sadaka verirsiniz, hastanız şifa bulur; dua edersiniz, sıkıntınız bertaraf olur. İşte bu tür davranışları anlamlı kılan ve amel safhasında sizi böyle işlere sevk eden de dini açıklamadır. Eğer hastalığı açıklarken sadece bilimsel açıklamaya inanırsanız dini davranışlarınız makul ve anlamlı oluşunu yetirir. “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” ve “Bizi doğru yola ilet” ibaresi, Allah’ın “alemlerin Rabbi” ve “rahman ve rahim” olmasının ışığında makul ve anlamlı olur. “Sinsi vesvesecinin” şerrinden Allah’a sığınmak, Allah’ın “insanların Rabbi”, “insanların Meliki” ve “insanların İlahı” olmasının çerçevesinde olursa anlam kazanabilir. Bilimsel açıklama size derki; hastalığı gidermek istiyorsanız, hastalığın maddi nedenini bertaraf etmeniz gerekir. Bu açıklamada gaybi, manevi veya metafiziksel nedenlerin bir etkisi yoktur. Bu yüzden salt bilimsel açıklama hiçbir zaman sizi sadaka vermeye ya da dua yapmaya çağırmaz. Bilimsel açıklama, hastalığı tedavi ederken sizin ona uygun ilacı kullanmanızı gerektirir; yoksa dua etmenizi ya da sadaka vermenizi veyahut adakta bulunmanızı gerektirmez. Bu tür amelleri yapmaya sizi davet eden dini açıklamadır. O halde:
Her açıklama, bilincimizi ve bilgilerimizi artırmanın yanı sıra amellerimize bir biçimde kılavuzluk yapar ve davranışımıza yön verir. Bir anlamda her açıklama, amelin bir tür delilidir.
6) Tarihin Değişik Dönemlerinde Açıklama
Burada tarihe bir göz atıp çeşitli tarihsel dönemlerde söz konusu açıklama türlerden hangisinin galip geldiğini görürsek yersiz olmayacaktır. Bir zamanlar, doğal etken ve nedenleri bilmedikleri için insanlar kendi etraflarındaki olayları ve doğal olguları hurafe ile açıklıyorlardı; yani onları gaybi olan fakat gerçekliği olmayan mevhum nedenlere dayandırarak kendilerince açıklıyorlardı ve kendilerinin başına gelen musibetleri ve problemleri çözmek veya kendilerinin emniyet ve refahını temin etmek amacıyla hurafelerden ve uyduruk nedenlerden medet umuyorlardı. Örneğin, hastalıkların özellikle ruhi ve psikolojik hastalıkların nedeninin, sahsın bedenine girmiş kötü ruhlar olduğunu söyleyerek kötü ruhları bedenden çıkarmak için türlü tılsımlar, tütsüler, işkencelere, tanrılar için yapılan nezirler, niyazlar, kurbanlar ve doğada gizli olan esrarengiz güçlere tevessül ediyorlardı. Bir zaman olmuştu ki her şeyin bir tanrısı vardı ve olayların açıklaması bu tanrılara irca edilerek yapılıyordu. Bu dönemde insanlar animist idi; yani eşyalardan her birinin esrarengiz bir ruha sahip olduğuna inanmışlardı. Bu dönemde eğer bir kimseye sorulsaydı ki “neden sel geldi?” ve “nehirler neden taştı?”, yanıtı şu olurdu: “ Bu hadisenin sebebi denizlerin ve nehirlerin tanrısıdır” ve selin önünü almak için bir şekilde onu razı edip öfkesini dindirmek lazım.
Hurafeye dayanan açıklama pratik olarak şu sonucu verdi: Örneğin yağmurun yağması için insanlar yağmur tanrısından medet umuyorlardı ve nezir yaparak, bir insanı ya da hayvanı kurban ederek kendilerince onun gölünü alıyorlardı. Denizlerin, nehirlerin taşarak sele dönüşmemesi için denizin tanrısına yalvarıp onun gönlünü alıyorlardı……Bu dönemde insanın tek tanıdığı bilgi kaynağı sihirbazlıktı ve davranışını büyücülük yoluyla elde ettiği kuramlar çerçevesinde düzenliyordu. Büyücüler, hem olay ve olguları halka açıklıyordu hem de acı olayların önüne geçmek için onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyorlardı.
Daha sonraları insan aklı gelişti, bazı filozoflar ortaya çıktı ve nedenler üzerinde araştırma yaparak bir olgunun gerçekleşmesi veya bir olayın ortaya çıkmasında çok çeşitli nedenlerin etkili olduğunun sonucuna vardılar. Örneğin Aristo tabiat alemindeki olay ve olguların dört tür nedene sahip olduğunu ileri sürdü. Bu nedenler şunlardan ibaretti: aktif neden, ereksel neden, formel neden ve maddi neden. Aristocu filozoflar eşyayı, neden ve sonuç, zorunlu ve mümkün, maddi ve tinsel, potansiyel ve aktüel gibi felsefi kalıplara yerleştirerek ele verdikleri salt metafiziksel açıklamanın dışında, doğal olgular hususunda başka bir açıklama türünü de ileri sürüyorlardı ki bilimsel olana benzer bir açıklama türüydü.[2] Bu açıklama türünde doğal olay ve olgular eşyaların doğasına ya da özüne indirgenerek açıklamaya tabi kılınıyordu. Bir şeyin özü o şeyin özelliklerinin ve eserlerinin nedeni olarak öne sürülüyor ve eserlerin, sonuçların kaynağını teşkil eden bir özün bulunmasıyla birlikte inceleme konusu edilen olgu kamil bir şekilde açıklanıyordu. Eğer bir Aristocu filozofa ateşin neden yakıcı olduğu sorulsaydı yanıtı şu olurdu; ateş doğası gereği yakıcıdır; ve eğer ondan sorulsaydı ki taş neden yere düşer ve duman neden yukarıya çıkar, cevaben derdi ki taşın ve dumanın tabii eğilimi öyle gerektirmektedir. Bu filozofların doğa ilimleri hususundaki çabası, eşyanın doğasını tanıyarak onların özellikleri, eserleri ve işlevlerini yine onların doğası ve yapısı çerçevesinde açıklamaya harcanıyordu. Bu, doğal olay ve olguların bilimsel olana benzerlik arzeden açıklamasıydı. Batının ortaçağ dönemindeki bilimsel ve felsefi mahfillerinde cereyan eden de bu iki tür açıklamanın bir karışımıydı. Ortaçağda felsefi açıklama her iki anlamıyla galip olmuş ve takriben hurafeye dayalı açıklamanın yerine geçmişti. Fakat bu günün anlamıyla bilimsel açıklama henüz söz konusu değildi; her ne kadar insan tesadüfen bazı olguların maddi ve fiziksel nedenlerinin farkına varsa da bu günkü anlamıyla bilimsel ve deneysel araştırma yöntemi gündeme gelmiş değildi.
Batıda gelişen ve daha sonra beşerin modern bilim ve medeniyetinin altyapısını oluşturan devrim, hurafeye dayalı anlamda dini açıklama ile bilimsel olana benzerlik arzeden açıklamanın yerine bilimsel açıklamanın geçirilerek bilimin hurafeden ve keza salt felsefeden tam olarak ayrılmasıydı. Bilimsel açıklamada, mevhum ve uyduruk nedenlere dayanarak veya eşyanın özüne ircada bulunarak doğal olay ve olgular açıklanmaz. Tabiat ve madde aleminde meydana gelen her olayın sadece eşyanın özüne ya da doğasına dayanmayıp kesinlikle “maddi ve tabii” bir nedeninin olması, bilimsel açıklamanın önemli hipotezini teşkil eder. Bilimsel açıklamaya göre, eşyanın yere düşmesinin nedeni onların doğal eğilimi değil de, çekim gücüdür ve yerçekimi kanunu felsefi argümanla değil, belki duyusal deneyle ve matematiksel hesaplamalar yoluyla keşfedilip kanıtlanabilir.
Bilimsel açıklama, öngörü ve tabiatı kontrol etme gücüne sahiptir; insana doğada tasarruf yapma ve istediği şekilde olayların seyrini değiştirme olanağı verir. Bilimsel açıklamayı salt felsefi açıklamadan ayıran öneli farklılıkta budur. Her bilimsel açıklama bir veya birkaç doğal olgunun arasında bulunan ilişkiyi ortaya çıkartır ve size, maddi olguların nasıl meydana geldiğini, onların gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi için ne yapılması gerektiğini söyler. Mesela soğuk almaya sebebiyet veren mikrobun keşfedilmesiyle birlikte soğuk almanın ne şekilde meydana geldiği belli oldu ve söz konusu mikrobun incelenmeye alınarak nelere karşı direnç ve hassasiyet gösterdiğinin ortaya çıkması, bu hastalığın kontrol altına alma imkanını insanın eline verdi.
Salt felsefi açıklamanın böyle bir özelliği yoktur; yani olguları kontrol altına alıp denetleme gücünü insana vermez. Tabiat hangi tarafa giderse gitsin ve tabiatta hangi olay meydana gelirse gelsin, bir filozof her zaman derki işin içinde kesinlikle bir neden vardır. Eğer bir kimse hasta olursa, filozoflar derler ki işin içinde kesinlikle bir neden vardır; ve eğer bir hasta şifa bulursa yine bir nedenin söz konusu olduğunu söylerler. Bu nedenin ne olduğunun felsefi yöntemle keşfedilmesi mümkün değildir. Dolaysıyla, felsefi açıklama bilimsel açıklamanın yerine geçirilemez. İnsana tabiat aleminde tasarruf yapma ve olguları kontrol edip denetleme imkanı sunan şey, “soğuk almanın kesinlikle bir nedeni vardır” değil de, “soğuk almanın virüsü soğuk almanın nedenidir” söyleyerek; ya da “cisimlerin yere düşmesinin kesinlikle bir nedeni vardır” demekle değil de, “cisimlerin yere düşmesinin nedeni çekim gücüdür” demekle ancak gerçekleşebilir. Elbette, “her olayın kesinlikle bir nedeni vardır” şeklindeki felsefi hipotezin kabulü bilimsel araştırmanın gerekli şartıdır; zira bu ilkeyi kabul etmeyen bir kimse olayların bilimsel nedenini bulmaya gitmez. Belirtilmeye değen şu ki felsefi açıklama aynı zamanda amelin kılavuzudur; başka bir deyişle, nedensellik ilkesine inanan bir kimsenin davranışı ile bu ilkeyi kabul etmeyen bir kimsenin davranışı farklıdır. Buna göre, bilimsel açıklama ile felsefi açıklamanın amel safhasındaki farklılığı, daha önce açıklamanın amel üzerindeki etkisi hakkında öne sürdüğümüz iddiayla çelişki içinde değildir.
Günümüzdeki anlamıyla bilimsel açıklama ile ortaçağdaki bilimsel olana benzerlik gösteren açıklama arasındaki fark şuradadır: Bilimsel olana benzerlik arzeden açıklama her ne kadar nesnelerin doğal nedenlerini bulma amacıyla yapılıyorduysa da ancak doğru olmayan hipotezler, önkabuller, paradigmalar ve yanlış araştırma yöntemi yüzünden bilim adamlarını yanılsamaya düşürüp bilimin ilerlemesini engellemiş olan bir tür boşuna kürek sallamak olmuştur.
Bilimsel devrim, araştırma olgusu ya da paradigmasının ve ona bağlı olarak araştırma yönteminin değişmesiyle birlikte başladı. Ortaçağda olay ve olguların nedenini açıklama konusunda hüküm süren araştırma paradigması, eşyanın özüyle onların özellikleri arasındaki ilişki hakkında yapılan araştırmadan ibaretti. Örneğin şu olgu nasıl meydana geldi denildiğinde, yanıt olarak söylenir ki bu, söz konusu olgunun doğası ya da özü veyahut doğal eğiliminin bir gereğidir ve bir şeyin özsel niteliği açıklanamaz. Fakat yeni dönemde söz konusu sorunun cevabında denilir ki; bir neden sonucunda bu olgu meydana gelmiştir ve söz konusu neden eşyanın tabiatıdır diye bir zorunluluk yoktur; aksine birçok olayın nedeni doğallığın tersinedir.
Bu üç dönem arasındaki farklılığı sade bir örnekle gösterelim. Birinci dönemde yani hurafeye dayalı açıklamanın hüküm sürdüğü dönemde, bir kimse üşüttüğü zaman denilir ki üşütmenin temelinde doğada bulunan kötü ve esrarengiz güçler veyahut tanrılar yatmaktadır; üşütmeden kurtulmak için tanrıları razı temek ya da kötü ruhları hastadan uzaklaştırmak gerekir. Ortaçağda denilirdi ki hastanın mizacı doğal halini elden vermiş ve dengesini kaybetmiştir; dolaysıyla üşütmeyi tedavi etmek için hastanın mizacını doğal haline çevirmek gerekir. Modern dönemde ise üşütmenin antibiyotiğe karşı hassasiyeti olan ve belli özelliklere sahip özel bir virüsten kaynaklandığı ve tedavisi için hastanın antibiyotik kullanması gerektiği söylenir.
Dünün insanın problemi, hurafeye dayalı açıklamayı ve daha sonraları bilimsel olana benzerlik arzeden açıklamayı bilimsel açıklamanın yerine geçirmesiydi. Bilimsel devrimle birlikte bu problem bertaraf edildi, bu yüzden günümüzün dünyası bir anlamda dünün dünyasından daha küçük hale geldi. Esrarengiz, mevhum ve hurafi güçler artık günümüz insanının dünya görüşünde söz konusu değildir. Bu gelişme, beşerin hayatında önemli bir ilerlemeydi. İnsan zihni hurafeye dayalı açıklama ve bilimsel olana benzeyen açıklamanın şerrinden kurtulduktan sonra tabiatı doğru yoldan tanımaya gitti. Bu değişimin getirdiği büyük kazanımlar günümüzde hiçbir izaha gerek duymayacak kadar belirgin ve ortadadır.
Fakat günümüz insanı, bilimsel açıklama ile felsefi açıklamayı dini açıklamanın yerine geçirmesi gibi çok ciddi bir sorunla karşı karşıyadır. Bu günkü insanın dünya görüşünde dinin açıklamanın esamesi bile okunmuyor. Bu günün insanı bilim ve felsefenin büyüleyici asasına dayanarak kendisini dini açıklamadan müstağni görmekte ve gerçekte dini açıklamayı beşerin bilimsel dönem öncesi çocukluk devrine özgü bir tür hurafe olarak telakki etmektedir.
Neden ve etkenleri farklı olsa da bu günün insanıyla dünün insanın ortak sorunu, kelimenin tam anlamıyla dini açıklamadan gafil olmalarıdır. Dünün insanı, dinle hurafe arasında bir sınır koymazdı ve elinde bulundurduğu hurafi açıklamayla kendisini açıklamanın diğer şekillerine muhtaç görmüyordu. Bu sebeple, dinin doğru açıklamasından gafildi. Daha sonları insan ilerleme sağlayıp felsefi ve bilimsel olana benzerlik gösteren açıklama türleri giderek hurafi açıklamanın yerini alınca yinede dinin doğru açıklamasının esamesi okunmuyordu. Dünün insanı için hurafi açıklama, daha sonraları da felsefi ve bilimsi açıklama elde bulunması mümkün olan yegane açıklama türü idi. Dünya değişip bilimsel devrim öne çıkınca beşerin tepkisi, dini açıklama ile hurafi açıklamayı özdeş bilip bilim ve felsefenin asasına dayanarak dini açıklamaya muhtaç olmadığını ileri sürerek ortaya çıkmıştır.
Günümüz insanının problemi evvela, dini açıklamayı hurafi açıklamayla aynı kefede algıladığı için, bilimsel açıklamayı dini açıklamanın rakibi ve alternatifi olarak görmesidir; saniyen, bilimsel (ve felsefi) açıklamayı makul ve kabul edilebilir olan yegane açıklama(lar) olarak ileri sürmesidir. Bu günün insanı, bilimsel açıklama sayesinde evreni bütün yönleriyle kavrayabileceğini ileri sürmekte ve dolaysıyla maddi nedenler dışında evrende bir şeyin bulunmadığını sanmaktadır. Bilimi putlaştıran çağdaş insanlara göre, var olan her şey duyusal tecrübeyle tanınabilir ve bilimsel teoriler ışığında, maddi nedenlere irca edilerek açıklanabilir. Bu günün insanı dini açıklamanın bütün tür ve çeşitlerini hurafe olarak öne sürmektedir. Onun problemi materyalist ve maddeci olmasından ve kendisini maddeyle eşit görmesinden ileri gelmektedir.
Bu sorun, dini inkar edenlere de mahsus değildir; dini inançlara bağlı olan kimseler de başka bir şekilde aynı tevehhümler içinde bocalanmaktalar. Başka bir deyişle, onlarda olguların dini açıklamasından gafil ve dini tecrübeden mahrumdurlar; onlarında dini duygusu ve hassasiyeti uyuşmuş haldedir. Günümüz insanın hurafeyi gayri-hurafeden ayırmak için tanığı yegane ölçüt, duyusal tecrübedir. Duyusal deneyin getirdiği kazanımlar ve insanın sorunlarını çözmekteki başarısı, onun zihnini öylesine bilime hayran kılmış ki dini açıklama için bir yer bırakmamıştır. Bu günün insanı bilimsel akılcılık tarafından teslim alınmıştır. Açıktır ki bu akılcılık ışığında dini inançların haklı kılınıp açıklanması mümkün değildir.
Devam edecek…
Ebulkasım Fenai
Çev: Nurullah Akpınar
[1]Matematiksel açıklama, evrendeki olguları nicelik ve istatistik açıdan açıklayan bir tür bilimsel açıklama türü olarak ele alınabilir. Başka bir deyişle, söz konusu olguların arasındaki ilişkiler matematik ve istatistik kurallarına göre açıklanmaya tabi kılınır. Bu görüşe göre, bir kanunun bilimsel oluşu onun nicel/kemmi oluşuyla mümkündür; nicel olarak açıklanamayan bir kanun, bilimsel değildir. Matematiksel açıklama, evrene matematiksel bir perspektiften bakmanın ürünü olan bağımsız bir açıklama türü olarak öne sürülebilir. İrfani açıklama da genel anlamıyla felsefi bir açıklama türü olarak ileri sürülebilir; her ne kadar irfani açıklama özel anlamıyla felsefi açıklamanın rakibi ve hatta birbirine karşıttırlar. Bu konuda bkz. Bu kalemden, “İrfanda ve Felsefede Tanrı Tasavvuru” başlıklı makale, Nakt-u-Nazar dergisi, Sayı: 21-22, s. 84.
[2]Felsefi açıklama iki türlüdür: Birincisi, neden-sonuç, bilfiil/aktüel ve bilkuvve/potansiyel, madde ve form, maddi ve tinsel, vacip ve mümkün gibi kavramlara dayanarak yapılan saf felsefi ya da ontolojik açıklamadır. İkincisi, felsefenin tabiiyat bölümünde doğal olgularla ilgili öne sürülen ve eşyanın “metafiziksel” nedenlerini değil de, onların “fiziksel” nedenlerini araştırmayı amaçlayan açıklama türüdür. Birinci tür açıklama, bilimsel açıklamanın rakibi ya da alternatifi değildir; belki, saf/salt felsefenin nedensellik gibi bazı ilke ve kavramları bilimsel açıklamanın gerekli önkabulleridir. Felsefi açıklamanın ikinci türü, gerçekte olguların bilimsel değil de, bilimsi bir açıklama türü olup bilimsel açıklamanın rakibidir. Eski felsefenin tabiiyat bölümünde yaygın olmuş olan bu açıklama türü, günümüzde itibarını bütünüyle elden vermiş ve bilimsel devrimden sonra yerini, bu günkü anlamıyla bilimsel açıklamaya bırakmıştır.
Add new comment