Dış dünyamız, iç dünyamızın eseridir

Ct, 04/03/2017 - 13:54

Dış dünyamız, iç dünyamızın eseridir

Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.  (Ra’d, 11)     

Her insanın iki dünyası vardır, denilebilir; biri, insanın inançları, bakış açıları, eğilimleri, duyguları, ruhi halleri ve iradesinden oluşan, kendisine özgü enfüsi/iç dünyasıdır. Ötekisi ise, sosyal dokusunu, siyasal sistemini ve ekonomik yapısını diğer insanlarla ortaklaşarak inşa ettiği ve onlarla birlikte içinde yaşadığı afaki/dış dünyasıdır. İnsanın bu her iki dünyası arasında sürekli karışıklı bir etkileşim devam ede gelmiştir. Ne zamanki toplumu oluşturan bireylerin ekseriyeti, iç dünyalarında, duygu, düşünce, irade ve enfüsi hallerinde olumlu bir değişime gidip kendilerine özgü iç dünyalarında ortak bir iklim oluşturmuşlarsa, hemen ardından bu olumlu değişim dış dünyalarına da yansımış ve geçirdikleri enfüsi değişimin derinliği ve niteliğiyle paralel olarak dış dünyalarını da değişime uğratmışlardır. Bunun aksi durumu da doğrudur; yani ne zamanki insanların birlikte yaşadığı dış dünyada ve toplumdaki mevcut siyasi ve ekonomik sistemde olumlu bir değişim olmuşsa, hemen ardından bu dış değişim iç dünyalara da yansımış ve iç dünyaları, kendi niteliği ve derinliği ölçeğinde değişime tabi kılmıştır.

Fakat burada şöyle bir soru karşımıza çıkar: Madem ki insanın dış dünyasında ve diğerleriyle birlikte yaşadığı toplumsal sistemdeki müspet bir değişim onun iç dünyasını da etkileyip şekillendiriyor, o halde neden bazı ayet ve hadislerde insanın dış dünyasının köklü ve esasi bir değişimi ancak enfüsi dünyasının köklü bir değişim geçirmesiyle mümkün olacağı vurgulanmıştır? Üstelik insanın enfüsi dünyasında bir değişim olmadığı sürece insanın dış dünyasında hakiki ve kalıcı bir değişimin olmayacağı ilkesi, dinler üzerine yapılan araştırmalarda saptanan 20 veya 25 ortak noktadan biridir. Yukarda ki sorunun “büyük cihat” ve “küçük cihat” kavramları üzerinden yanıtlanması belki de en kestirme yanıtlama olacaktır, şöyle ki; İslam düşüncesi, hem insanın dış dünyasındaki mevcut olumsuz duruma (dış düşman; tağuti sistem, sömürüye dayalı adaletsiz ilişkiler, kurallar vs.) karşı mücadeleyi hem de iç dünyasındaki olumsuz duruma (iç düşman; putların anası nefis, gaflet, kibir, haset, riyakarlık, insani duyguların körelmesi, çarpık bakışlar, inançlar vs) karşı mücahedeyi aynı anda ve iç içe yürütülmesini gerekli görür; fakat bunla birlikte insanın dış dünyasın da ki mevcut olumsuz duruma karşı mücadeleyi küçük cihat ve iç dünyasındaki mevcut olumsuz duruma karşı mücadeleyi büyük cihat olarak adlandırarak, dışarıdaki mevcut olumsuz duruma galip gelmenin ancak enfüsi dünyamızdaki mevcut olumsuz duruma galip gelerek kalıcılaşacağını ima etmiştir. 

Bir örnek üzerinden somutlaştıralım; rivayet edilir ki Hendek savaşında İmam Ali (a.s) Amr bin Abdud’u yaralayarak yere devirip başını gövdesinden ayırmak için yaklaştığında o mel’un İmam’ın mübarek yüzüne tükürür. İmam (a.s) bu harekete karşı geri çekilir ve bir müddet sonra kafasını koparmak için tekrar Amr’ın başına gelir. Amr der ki: Neden ilk başta bunu yapmadın? İmam (a.s) bu soruyu, “Seni öfkeli bir halde olduğum bir anda öldürerek yaptığım halisane cihada gölge düşürmek istemedim” mealinde yanıtlar. Bu kıssa, insanın iç dünyasındaki olumsuz durumla dış dünyadaki olumsuz durum arasında nasıl bir ilişki olduğunu, birbirini nasıl tetiklediğini, ilahi fıtratın hem içerden hem de dışarıdan nasıl saldırıya uğradığını, mücahede ve cihat cephesinin insan ruhunun derinliklerinden ta dışarıya karda uzandığını ve dış ulumsuzlukla mücadeleyi (küçük cihat) iç ulumsuzlukla mücadele (büyük cihat) kapsamında yürütülmesi gerektiği bakımından oldukça öğretici ve ibretle dolu bir kıssadır. Amr bin Abdud şan şöhret, nefsani duyguları duyurmak için ve cahili bir ruh hali ve öfkeyle savaşırken adeta iç dünyasındaki olumsuz durumu dışarıya taşı(rı)yordu. İmam Ali (a.s) ise ilahi rıza için, ilahi değer ve erdemlerin hakim olması için ve gayet sakin, huzurlu ve ihlaslı bir ruh haliyle savaşırken edata iç dünyasındaki müspet durumu dışarıya yansıtıyordu. İşte tam bu sırada bu içerdeki müspet durum tehlikeye giriyor ve İmam (a.s) bir adım geri atarak iç tehlikeyi savurduktan sonra tekrar dış tehlikeye yöneliyor.

Özetle, dış dünyamızdaki olumlu veya olumsuz bütün durumlar önce iç dünyamızda yaşanırlar, yeşerirler ve ondan sonra dalları dış dünyamıza sarkmaya başlar. Güzel niyet, güzel ameli şekillendirir ve güzel amel ise daha güzel bir dünyayı yaratır. Diğer bir değişle, içinde olduğumuz mevcut durum amellerimizin eseridir ve amellerimizde niyetlerimizin (veya daha kapsamlı bir ifadeyle enfüsi hallerimizin) eseridir.

Nurullah Akpınar



Yeni yorum ekle