Kur'an ayı Ramazan'da Mazlumun çığlığına sağır, gaflet şükrü

Pt, 06/03/2017 - 14:33

Kur'an ayı Ramazan'da Mazlumun çığlığına sağır, gaflet şükrü

İmam Ali Nechül Belağa’da dört çeşit insanı anlatırken şöyle demekte: Onlardan bir bölüğü kılıcını çekmiştir, kötülüğü izhar etmiştir, yaya, atlı adamlarını toplamıştır kendisini ortaya atmıştır, dinini yok edip gitmiştir. Bütün bunlarıda yok olacak mal elde etmek yahut orduya baş olmak başbuğ kesilmek yahut minbere çıkıp yücelmek, halka ululuk satmak için yaparlar.

Allah katında nail olacağı lütfa karşılık verip dünyayı almak ne kötü bir alış veriştir.

Bunlar Allah’a inanmadıklarından dolayı onun katından olanlara inanmazlar,

zira yapa geldiklerinin başka bir izahatları yoktur. Bunlar her çağın isimleri, farklı eylemleri aynı olan Kabil ve Nemrut’larıdır. Nemrut ve Firavun’lardan daha sinsilerdir onların dik başlılığıyla değil hak maskesiyle seslenirler dini kendi heva ve hevesleri için kullanırlar.

Bunlar sürekli İbrahim’leri yakacak odunların peşinde dolanırlar, fitne ateşinin sönmemesi için kızdırırlar.

İmam Ali’nin değimiyle iki sınıf bunları ayakta tutar:

1. Kendisi alçalıp malı, mülkü azalmadıkça bozgunculuğu men etmeyenler

2. Kanaat ehli görünüp zahitlerin libasına bürünürler

Bu her iki gurup birinci gurubu ayakta tutmaktalar, suçları asla Firavun’lardan aşağı değildir zira zulüm ehli bunların sayesinde can bulmaktadır.

Ayeti Kerime şöyle buyurmakta: ‘Fitne adam öldürmekten daha kötüdür’. Bunlar fitne çıkarmakta diğerleri ise öldürmekteler.

Yine bu günlerde bu kirli icraatlarını bize sunmaktalar, mukaddes Ramazan ayındayız. Rabbimizce ümmete bahş edilen rahmet ayı ve dört haram aydan olan mübarek ay yani ibadet ve kuluk ayı. Kavganın men edilip kılıçların kınlarına gömülmesi emr edilen, itaat kuluk safını belirleyip oruç ruhuna erişme ayı.

Ne yazıktır ki Kerbela’dan beri zalimler bu haram aylarda kan dökmeyi bir geleneğe dönüştürdüler ve bundan müthiş bir haz almaktalar. Mazlum kanları oluk oluk akıtılmakta.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyeti itibar görmekte, Emri bil maruf nehyi anil münker terk edilmekte İslam'ın şartı olarak kabul edilmemekte.

Bu zulmü ayakta tutanlar ne Hüseyin demekten vaz geçmekte nede Yezid’lerin kılıcını güçlendirmekten geri durmaktalar, yani hak batıl, batıl hak gösterilmekte.

Zalim haklı, mazlum suçlu lanse edilmekte, tıpkı önceden yapıldığı gibi.

Duaların kabul edilmediği zaman şerlilerin başa geçtiği dönem, ayakların baş olma devri...

Peygamber buyruklarını kabul etmeyip Allah’la çatışan zihniyet ve amaçları önündeki engel halkları kanlarını haram aylarda dökmekten çekinmeyen vahşet üstelik müslüman isim ve kimlikleriyle.

Ama bütün bu zulümler 7 milyar insanı, 1.5 milyar müslümanı sorgu altına sokmakta ve bu soruyu sorma zorunluluğu doğurmakta.

Peki ben neredeyim? Olmasın ki bu zulmü destekleyenlerin zumresindeyim. Eğer bunlar bir azınlıksa neden zulümlerine engel olunmuyor? Neden engel olmaya çalışmıyorum? Köşeye çekilip kendi dünyamı veya ahiretim için verdiğim uğraşlarım sakın beni sağır etmiş olmasın?

Hani Müslümalar bir vücudun azalarıydı, bir azanın ağrısı tüm azalara ağrı verirdi!

Hani ben müslümanların elinden, dilinden emindim? Kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe kamil iman sahibi olamayan!

Öyleyse bu akan kanların sebebini sormak cevabını bulmak benim vazifem değilmi? Bu ayda ibadet edip oruç tutanlar teravihlere koşup ön safların sevabına yetişmeye çalışanlar, fitre vermeye hazırlanıp hayır hasenat yapıp iftarlar verenler bu zulmün nedenini sormaya kendilerini laik görmüyorlar mı?

Yada bu mazlum kanlar Allah korusun onlara göre sorulmaya layık değil mi?

Üstelik bu zulme uğrayanlar bizim dindaşlarımız yani aynı kıbleye dönmekteler, aynı orucu tutmaktalar, aynı Peygamber'e ve aynı İlah'a inanmaktalar.

Bu haram ayda kardeşlerimizin üzerlerine bombalar yağmakta, kapıları çalınıp taranmaktalar, korkusuzca uykuya hasret kardeşlerimizi rahat yataklarımızda düşündükmü hiç?

Hangi günahın cezasına çarptırıldıklarını öğrendikmi, iftar sofrasındaki nimetlere şükür ederken!

Başka sofralardaki can korkusu, açlığı, ölüm azığını düşündükmü!

Neden kardeşlerimizin çorbası kan, tuzu acı, ekmeği zulüm, sahuru korku, dehşet iftarı ÖLÜMve firar esaret. Üstelik savaşın haram olduğu haram ayda görüyorsunuzya pişkin pişkin gülerek müslümanların orucunu kutlayan siyonist Netenyahu kendini devletini din güvencesi göstermesi kabulenilmiş zilletin boyutunu göstermiyormu? Namazları eğilip kalkmaktan, orucları aç kalmaktan ibaret olan müslümanlar buna müstehak değilmi! Düşmanın sevinçten dört köşe oluşana şüphe varmı, üstelik bu katliamları yapanlar iftar yemekleri vermekteler. Oruç ne zaman bunların hayatında var oldu! Kan dökmenin döktürmenin diyetini iftarlamı ödüyorlar!

Gözümüz aydın olsun Amerika bile bize iftar sofraları döşüyor, siyonist İsrail’in başkanı bile bize din güvencesi veriyor. Biz daha ne istiyoruz, üstelik iftarlarında yemeği gaflet tuzuyla yapıyorlar. İmam Hüseyin’in Muharrem iftarlarınıda ihmal etmiyorlar onun susuzluğuna üzüntülerinden meyve suyu içiyorlar, Yezidleri taltif ede ede yoksa bu zalimlerin ekmekleri kursağımıza girdi menfaatlarımızmı birleşti. Neden kör ve sağır olduk zulme? Neden gerçek nimet sahibini unutuk, zalimin zulmünü haykırıp karşı durmamaktayız. Bu en büyük ibadet değilmi, neden ALLAH’IN DİNİYLE alay etmelerine müsaade vermekteyiz. Bizim misalimiz bin bir güçlükle Firavun’un şehrinden kurtarılan Sina çölündeki kulluktan uzak yahudilerin haline benzemiyormu? Neden şeytana papucunu ters giydiren bu Deccallara Allah’a sığınarak karşı durmuyoruz, duranlara yardım etmiyoruz!

Yoksa bizdemi zahitlerin elbisesine bürünenlerden olduk, bunları kim ayakta tutuyor?

Hangi dille dua ediyoruz, biz ne istiyoruz, hayvanlar gibi yiyip içmekmi, dünyamı ahiretmi?

Neden hür yaradılışımıza dönüp köleliği sömürüyü red etmiyoruz?

Ey ümmet uyanmak için daha çok haram ayda kan, daha çok mazlumun öldürülmesimi gerek. Yanan bu ateş her yerimi sarmalı, biz zaten asırlardır kan deryasında yüzmüyormuyuz?

O dürdüncü gurup ki İmam Ali haberini veriyor: Onlar ki ağızları kurumuş gönülleri yaralanmış feryatları duyulmaz, öğüt vere vere usanmışlardır, öldürüle öldürüle azalmışlardır.

Ey müslümanlar içinizdeki bu erlere ve bu seslere kulak verin artık. Neden Nuh’ların sabrını zorluyorsunuz bu azgınlığımız, vurdum duymazlığımız tufan değilmi?

Muhammed ümmetinin mazlumlarından oluşturulmuş ölülerin dağına bakın içi yontulan din senin değilmi, saptırılan kıble senin kıblen değilmi?

Kulakları sağır eden çığlık senin din kardeşlerinin mazlumiyet çığlığı değilmi, bir düşünün, ve milyonlarca kardeşinden bir tanesinin yerine kendini koy.

Ölen bir kardeş senin kardeşin olsun, ölen bir baba ya da anne senin anne baban olsun.

Evinden götürülmüş bir kız senin bacın, kızın olsun. Esir edimiş biri senin sevdiğin olsun, yanmış bir ev senin evin olsun, dağılıp kaybolmuş bir aile senin ailen olsun.

Her yanı yaralanmış biri senin atan olsun, ilaç, yemek, doktor, ve kalacak yer bulamadığın ve dehşetin kol gezdiği bir şehirde yaşadığını düşün.

Bir evin hanımı sultanı annesiyken evinin yağmalanıp yandığını, eşinin öldüğünü ya da kaybolduğunu. Mühacir olduğun bir ülkede belki de ölümün ağzından çıkardığın çocuk ya da çocuklarının açlık ölümüne kaptırmamak için tessetürünle arabaların geçmekte olduğu yol kenarına oturduğunu ve başını kalbinde ateşe gömerek elini çaresiz dilenciliğe açışını. Tüm yaralarının bununla tuzlanışını ve müslümanlarda böyle bir dünyada önlerindeki yağlı yemekler için şükr etsinler, koşup saf bağlasınlar, önde olmanın sevabını kazansınlar. Amerika bunlara iftar vermesinde kimlere versin! Muhammed’in dinini bunlar kadar ayaklar altına almış bir topluluk varmı acaba?

Siyonist Netenyahu bunlara din güvencesi vermesinde kime versin. Neden bize yapılan zulümlere duyarsısız, sahip olduklarımız bizi bize unutturdumu, tok karınlarımız kalblerimizi taşlaştırdımı? İmam Ali’ye bu mübarek ayda azmı gözyaşı döktürdük, mihraptaki o yaşlar hala akmıyormu?

Biz hiç değiştikmi SAHİ!

Ve düşün kendini bir Anne ve Babanın yerine koy, en sevdiğin yavrunun masum halini düşün, anne diye feryat eden o yavrunun şimsek gibi kalbine çakan feryadını dolu dolu yağan göz yaşını ve senin gözlerinin önünde cellatların onu yatırışını ve çaresizlikten bağları çözülmüş dizlerinin üzerine düşüşünü ve mazlumiyetin sessiz çığlığındaki çaresizliğini gözlerinin kapanma kuvvetinin dahi kalmadığı anı. Celladın bıçağı senin öpmeye kıyamadığın o nazenin boyna dayayıp senin en sevdiğin isimle O CANIN PARÇASINI katledişini, Ciğerinin sökülerek nefessiz, soluksuz, ruhsuz bir hayata mahkum edilişini.

Eğer sen bu olsaydın bu zulümlere sessiz kalabilirmiydin?

Kevser Şimşek



Yeni yorum ekle