GÜNEŞ VE AKIL TUTULMASI

Çar, 21/02/2018 - 16:17

Aydınlatıcı özellikleriyle birbirine benzerliği olan akıl ve güneşin tabiatın yönetim ve işleyişinde önemli görevler yüklenmiş bulunmaktalar. Güneş tabiatın derununa tesir ederek ona yaşam hakkını kazandırmaktadır. Evrende ilahi düzenin işleyişinde önemli bir göreve sahip olan güneş, aydınlatıcı bir kandil olarak Kur’an’i Kerim’de beyan edilmiştir.

‘’Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmemiz için ona (aya) birtakım menziller taktir eden O’dur. Allah bunları ancak bir hikmete binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır.’’ 10/5

Yaratılmışları yaratan Allah, yaratılmışlar arasındaki irtibatın ne kadar yüksek düzeyde olduğunu ayetlerle beyan ederek evrene düzen vermektedir. Yeryüzünün mevsimlerini, günlerini, haftalarını, aylarını ve yıllarını sayısal olarak belirleyip tanzim etmek için güneşle ay, ilahi bir görevledirme ile görevlerini yerine getirmektedirler. Güneş, ay ve dünya arasında ki varolan ilişkiler makale sayfalarına sığmaz, belki ciltlerce kitap yazmak gerekir. Isıtıcı ve aydınlatıcı bir kimliğe sahip olan güneş, tabiatta yaşamakta olan canlı ve cansız varlıklara hayat vererek düzeni sağlamaktadır. Tabiatla manevi irtibat içinde olan güneş belirlenmiş ölçüler içinde ilahi düzene bağlı kalarak hareket etmektedir. Milyonlarca yıldır ilahi kanuna bağlı hareket eden güneş, bazen tutularak akıl sahiplerine uyarı yapmaktadır. Ay güneş ve dünya kendi eksenlerinde dönerlerken biri diğerinin arasına girerek güneş veya ay tutulması gerçekleşir. Bu olay karşısında yeryüzündeki canlılarda büyük bir hareketlilik görülmeye başlar; her canlı kendi lisan-ı halile yaratanıyla irtibata girerek karanlığın aydınlığa dönüşmesini isterler.

Güneş ve ay tutulması evrendeki ilahi kanunlardan bir kanundur. Evrenin dengede hareket etmesi için belirlenmiş zaman dilimlerinde görevlerini yerine getirerek akıl sahiplerini yaşamış oldukları alemde dengelerin bozulmaması için yüklenmiş oldukları görevi yerine getirmelerinin uyarısını yaparlar. Kısa bir süre içinde gerçekleşen güneş ve ay tutulması gam ve yasa bürünmüş tabiata tekrar yüzünü dönerek aydınlatıcı merhametiyle tabiatı selamlar ve yaşamları için ümit kaynağı olur.

İnsanoğluna verilmiş ilahi nimetlerden en önemlisi olan akıl tüm evrene hükmedecek bir kimliğe sahiptir. Güneş zahiri yönüyle tabiatı aydınlatırken akıl, ilim hikmet ve marifetle tabiata düzen vererek ilmi kalkınmaya ve aydınlık günlere öncülük yapar. İlim, hikmet ve marifet bilimsel çalışmalar yaparak güneş, ay ve tabiat arasındaki ilişkileri kaleme alarak ilahi düzenin nasıl işlediğini insaniyet mektebine sunar. Görülüyorki akıl bir üst kimlik olarak aydınlatma özelliğine sahiptir. Buna binaendir ki Allah: ‘Hiç akıl etmezmisiniz’ uyarısını insana yapmaktadır. Yaratılmışlar arasında akıl ve düşünce sahibi olan insan Kur’an’i Kerim’de övgü ile anlatılmış ve yeryüzünün halifesi olarak anılmıştır.

Evreni sahiplenecek bir kimliğe sahip olan insan, aklı tutulduğu zaman tabiattaki dengeleri ve düzeni bozduğu gibi evrenede büyük zararları dokunur. Ay ve güneşin tutulması kısa bir sürecten sonra merhamet yüzünü tekrar gösterir; ama insanın aklı tutulursa süreci belli olmaya bir zaman tüneline girer insanlık ve tabiat kan gölüne dünüşür; isterseniz marifet ve basiretle şu dünya devletlerini yöneten liderlere bakın. Ayrıca bunları takip eden ve bunların zulmüne alkış tutan aklı tutulmuş insanlara da bakın, dünyayı nasıl kan gölüne kendi ihtirasları uğruna çevirdiklerini ve dünyayı karanlıklara boğduklarını müşahede ederek karar verin; şayet görmiyorlarsa bir nev-i akıl tutulmasına uğramışlardır. Bu nedenledir ki veliyülemrilmislimin İmam Seyyid Ali Hamenei Avrupa gençlerine yazdığı mektubunda onları araştırmaya düşünmeye ve akl etmeye davet etmiştir.

İnsanın halife oluşu, kerem sahibi oluşu ve en özel özelliklerde yartılmış olmasına rağmen bazen akıl tutulması onu bu değerlerden uzaklaştırır. Değerlerinden uzaklaşmış olan insanın gözü kararır kendi saltanat ve sarayı uğruna önüne geleni çiğneyerek fitne ve fesadın kaynağı olur. Hırçın bir suretle kindar ve saldırgan bir davranışla kendine muhalif gördüklerini hiç acımadan ezer; merhamet ve şevkat duygularından yoksun olan aklı tutulmuş olan insan, gözü kan bürümüş bir azgınlık içinde saltanatına muhalefet edenleri acımasızca ezer ve merhamet etmez, sadece kendine alkış tutanları yakınına alarak onlara merhamet yüzünü gösterir; ama gerektiğinde onları da acımadan çiğniyerek saltanatını koruma altına alır.

Güneş, tutulduğu vakit dahi mesuliyetini üstlenmiş olduğu tabiata tutuklu halde iken merhamet ve şevkatle bakar ve ısısını tabiata gönderir ki zarar görmesin, ama insan aklı tutulduğu zaman! Demeye gerek yok şu aklı tutulmuşlara bir bakın egoist yapılarıyla insanlığa ve bütün canlılara getirmiş oldukları zararlara bakın! Şayet görmeyenler varsa ki vardırlar onlarında aklı tutulduğu için görmemekteler.

Yakın günlerde Ay ve Güneş tutulması oldu, birçok ilim ve bilim adamı, araştırma merkezleri güneşin tutulmasını izleyerek elde edinmiş oldukları bilgileri ve görüşlerini kaleme alarak güneş tutulması hakkında insanları bilgilendirmişler ve ilahi kanunun nasıl işlediğini açıklamışlardır. Şöyle bir soru gelecek olursa bunlar ilahi kanuna inanmamaktalar. Cevaben inanmadıklarına inandıkları için bir gücün bir kuvvetin evreni idare ettiğine inanmaktalar. İnanmadıklarını iddia edenler körü körüne inandığını iddia edenden daha çok inanmaktalar zira evrendeki işleyişin bir güç tarafından idare edildiğini ilmen araştırarak onu bilmekte ve görmekte. Yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum ‘’ Birgün doktora gitmiştim konuşma esnasında karaciğerden konu oldu. Bende karaciğer bir arıtma tesisi ve büyük bir laboratuvar. Doktor gülümsedi ve ben karaciğer uzmanıyım, karaciğer çok yönlü bir fabrika. Bir dünya onun bu sözünden istifade ederek hayret dedim bu büyük mucizenin yöneticisi ve idare edicisi kim? Yine gülümseyerek Allah dedi ve devam etti. Benim inandığım Allah bu sizin yaptığınız ibadetleri emretmemiştir. Ona cevabı biraz tahir ettim sonra ona dedim: Ben karaciğerden bir hasta olarak sana gelirsem ne yaparsın. Seni muayene eder teşisimi koyar ve sana reçete yazarım. Bende gülümsedim ve dedim, niçin reçete yazıyorsun ve benden kesinlikle kullanmamı istiyorsun! Durdu. Böyle bir soruyla karşılaşacağımı sanmıyordum dedi.

Şimdi kendi varlığından habersiz bir insanın yaratanından nasıl haberdar olacaktır. Konuyu dağıtmadan şu güneş hakkında insanları bilgilendiren bilim ve ilim adamları şu aklı tutulmuş ve insanlığı kana boyayan şu yöneticiler hakkında hiç mi hiç insanları uyaracak ve aydınlatacak bir araştırma yapmamaktalar; niçin yapmamaktalar? Acaba görmüyorlar mı? Yoksa korkuyorlar mı? Görmemek mümkün değildir; belki makamlarını veya dünyalarını elden vereceklerinde korkmaktalar ki insanlar şu aklı tutulmuşların peşinde koyunun tuza koşarcasına koşarak dökmüş oldukları kana ve yapmış oldukları zulme ortak olduklarını bildikleri heldede mi korkmaktalar?

İLİM ADAMLARI NEDEN ZALİMLERE KARŞI GÖREVİNİ YAPMAMAKTALAR

İnsanlık tarihine baktığımız zaman iki tip ulama ve ilim adamı görmekteyiz.

1-İlmin değerini kendilerine şahsiyet ve kimlik olarak kabul edenler,

2-Aklı tutulmuş ihtiraslarına köle olmuş yöneticilerin zulmüne karşı ilahi bir emiri yerine getirmek için karşı çıkar ve ezilenin yanında yer alırlar.

İlmini köleleştirmek istemeyen ilim adamları, ölümü ve zindanı zillette, yaşamaya tercih etmişlerdir ve halen devam etmekteler. Çünkü ilim köleleştiği zaman akıl tutulması meydana gelir. Cinayet şebekeleri bu ilim adamlarından istifade ederek din adına zulüm ve sitemlerini devam ettirirler. Gerçek ilim adamları ilmi kimliğini koruyarak aklın aydınlatıcı nurundan istifade ederler. İnsanca yaşamayı ve insan olmayı insaniyet mektebine sunmayı ilahi bir görev bilmekteler. Onlar görevlerini yerine getirirlerken hiç kimseden korkmazlar; şu ayet onları anlatmaktadır.

‘’Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allah’ın emirlerini tebliğ ederlerken sadece Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.’’ 33/39

‘’Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan geregince korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.’’ 35/28

Rabbani alimleri Allah kendi kelamıyla onların değerini anlatır ve şöyle der: ‘’Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olurmu’’ bilmek Allah’ı ‘Bari’ sıfatıyla O’nu tanımak ve O’na iman etmektir. İlim imanla birleştiği zaman ilmullah olur ki artık onun için ne korku vardır nede mahzun olma vardır. Bu kimliğe sahip olmuş ilim adamları geçici dünya değerlerine değil hakikat aynasında sahip olduğu değeri sahiplenir ve zalime karşı direnme hareketini gerçekleştirmiş olur. Rabbani alimler şu ayeti ölçü alarak haksızlık ve zulme karşı direnç gösterir.

‘’De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesade uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.’’9/24

İlim adamları ve akıl sahibi olan insanlar bu ayeti dinleyip okudukları zaman ‘Vecilet kulubuhum’ kalpleri Allah korkusundan ürperir. Bu ürperti onu Allah yolunda cihada ve zulme karşı direnmeye davet eder ve akıl onu yaradılış felsefesinin belirlediği makama gitmede öncülük yapar.

Dünya menfaatları, makam ve terfileri, saltanat kapısı ve saray yemekleri Allah’la ilim adamlarının arasına girince akıl tutulması meydana gelir; artık bunları elden vermemek için Allah korkusu yerine insanların korkusu hakim olur. Yüce Allah bunlara şöyle acı bir uyarıda bulunur:

‘’İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği hükümler ile hükm etmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.’’ 9/44

Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın uyarısı akl eden ve düşünmesini bilen ilim adamları için verilmiş ilahi bir derstir. Düşünüp akl etmesini bilmeyen alimler için acı bir haberdir. Ne yazık ki madde ve makam sevdasıyla aklı tutulmuş olan ilim adamları bu ilahi uyarıdan nasibini almamaktalar; öylesine derin bir gaflet içindelerki zalimlere hizmeti dini bir vazife olarak görmekteler.

Yüce İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) müslümanlara yaptığı bir uyarıyla noktalıyalım: ‘Saltanatçıların kapısında görev almış ulamadan dininiz hakkında onlardan birşey sormayın onlar sizinin dininizi bozarlar!’

Allah’ım büyüklüğün hakkı için müslümanlara hakkı görmeyi ve haktan yana olmayı nasip eyle

 

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle