TARİHİ NASIL OKUMALIYIZ?

Sa, 07/03/2017 - 13:53

TARİHİ NASIL OKUMALIYIZ?

İnsan hayatında önemli bir yere sahip olan tarih, insana fikirsel, düşünsel ve akidevi yönde hedef belirleyen ve şekillendiren önemli ilmi bir kaynaktır. Geçmişle bağlantı kurmak için ilmi bir kaynak olan tarih, özgür bir akıl ve derin bir tefekkürle okunması gerekir; aksihalde ümmet arasında fikirsel, siyasal ve akidevi yönde derin ayrılıklar meydana getirmiş olur. Bu ayrılıklar ümmet arasında savaş sahnelerine de sebep olmuş olur. Eğer tarih düşünerek aklın süzgecinden geçirilerek okunursa, ümmet bütünlüğünü ve birliğini sağlar. Bu birlik insanın üstün başarılar elde etmesini sağladığı gibi gelecek nesillere sağlam bir ilmi miras da bırakmış olur; bu miras devamlı İslam ümmetinin serbülend yaşamasına vesile olmuş olur.

İçinde bulunduğumuz olumsuz tablo tarihi yanlış veya akla müracaat edilmeden, yanlış veya doğrusu tesbit edilmeden, ecnebiler tarafından tertiplenmiş ve din olarak sunulmuş gurupçuluk anlayışıyla veya mezhepçilik anlayışıyle okunduğu zaman mukaddes İslam dininin kalbine zehirli hançer vurulmuş olunur ki tarih ve günümüz buna şahitlik yapmaktadır.

Tarih okunurken, okunan tarihin hangi dönemde, kimlerin hakimiyeti altında, kimin adına yazıldığı ve yazarın kimliği hakkında yeterince bilgi sahibi olmak gerekir. Zira okuduğumuz tarihin yazıldığı dönemde siyasi iktidarın siyasi yapısı, akidesi ve İslami ahlakın devlet yapısında ne kadar işlediğini bilmek gerekir; ve okuyucunun da taasuplardan arınmış akl-ı selim bir kafa ile taraf tutmadan okuması gerekir ki tarihin sayfalarının arasına gizlenmiş hakikatları görebilmiş olsun. Aksi halde kör tasuplar içinde okunmuş bir tarihin vermiş olduğu yanlış bilgi kendi din kardeşini öldürmek için yeterli bir delil olarak dini bir vazife bilir ve din kardeşini öldürmüş olur.

Dikkat edilecek önemli bir husus şudur; İslam dini kardeşlik, muhabbet, sevgi ve vahdet dinidir. Nasıl olurda bu birlik bu kardeşlik bozulur ve çeşitli kamplara ve mezheplere bölünür ve birbirinin boynunu vurma düşmanlığına dönüşür? Bu sorunun cevabını tarihe bakarak almamız gerekir. Tarihin sayfalarını derinden derine incelediğimiz zaman şu gerçek önümüze çıkar.

Yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.a) vefatından sonra saltanat ve padişahlığı andıran bir yönetimin şekillenmesi ile başlayan ayrılmalar vahdetin ruhu olan kardeşliği zedelemiş ve ümmet arasındaki muhabbet ve sevgi bağı yavaş yavaş çözülme ve ayrılmalara sebep olmuştur. Aynı zamanda gelecekteki mezhep ve meşreplerin doğmasının  ön hazırlığı olmuştur. Tarihin bu acı olayı ecnebilerin ümmet arasında rahat hareket etmelerini sağlamıştır.

Ecnebiler bu fırsatı güzel değerlendirerek büyük din alimlerinin ismine atfen kurmuş oldukları mezhep ve meşreplerle ümmetin güç dengesini ve vahdetini bozmuşlardır. Vahdetlerini bozmakla zayıflatmış oldukları İslam toplumunu birbiriyle savaştırarak kendilerine hizmetçi konumuna getirmişlerdir. Tarihi güzel okuyacak olursak Hrıstiyanlar'ın mezhep taasuplarıyla birbirinin boynunu vurarak büyük bir felaket içinde yaşadıkları dönemi o gün ve bugün  müslümanlara yaşatmaktalar.

Acı olan ise, günümüzde ilmin ve bilimin geliştiği bir çağda  böyle bir yanlışlığı seçen müslümanlar ecnebilerin oyununa geldiklerini fark etmemeleri oldukca düşündürücüdür. Yüce İslam Peygamberi mümini oldukça ferasetli ve ileriyi gören biri olarak tanıtır.

’’Müminin ferasetinden kork zira o Allah’ın nuruyle bakar ’’. Bu Hadis-i Şerif'e göre mümin, imanının verdiği ferasetle olayları tahlil eder büyük şeytan Amerika'nın ve onun müttefiki olan küçük şeytanların işin içinde olduğunu görür ve ümmetin bütünlüğü ve kurtuluşu için Velayet-i Fakih ekseninde yeralır ve düşmanın tüm oyunlarını bozar. Ama ne yazıktır ki düşmanlar tarihte olduğu gibi günümüzde de İslam'ın kisvesi altında ellerine tutuşturmuş oldukları Tevhid bayrağıyle İslam ümmetinin kanını akıtmaktalar. İmanın verdiği ferasetten yoksun olan bu cinayet şebekesi ümmetin kanını akıtmaktan  zevk duymaktalar. Ama İslam ümmeti canilerin kimler tarafından desteklendiklerini görmüyor veya görmek istemiyor. Çünkü öylesine  grup, mezhep ve meşreplere bölünmüşler ki dökülen ümmet kanını görmek dahi istemiyorlar ve hatta düşmanın onlara öğretmiş olduğu kelimeleri söyleyerek kenara çekilerek seyrediyorlar. Ölenler Türk değil Kürtler, Ehl-i Sünnet değil Şialar, Sünni değil Aleviler diyerek gönüllerine soğuk su serpiyorlar. Halbuki dökülen kan ümmetin kanıdır, ecnebiler için Türk-Kürt, Alevi-Sünni diye bir düşüncesi yoktur, onlar hem Alevi'nin hem de Sünni'nin, hem Kürd'ün hemde Türk ve Arab'ın kanını dökülmesinin bayramını yaşıyorlar ve aynı zamanda İsrail'in gayri meşru devletinin güvenliğini sağlıyorlar. Çünkü İslam coğrafyasında dökülen her damla kan İsrail'in varlığı için dökülmektedir. Ama ne yazık ki ümmetin parçaparça oluşu, mezhep ve meşreplere bölünerek birbirleriyle savaşmaları büyük şeytan Amerika'yı ve dostlarını beslemekte; iman ferasetinden yoksun tefrikacı müslümanlar için yüce Allah acı bir haber verir.

‘’Dinlerini parça parça edip guruplara  ayrılanlar var ya, senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur. Onları işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.’’6/159

‘’Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, kendilerinden olan ile böbürlenmektedir.’’30/32

Tarihe acı hatıralar bırakan tefrika ateşi, ilahi bir kınama ile müslümanım diyenleri uyarmaktadır; çünkü geçmiş ümmetlerin başına gelen bela ve felaketler mensubu bulundukları Hanif dinde tefrikaya düşmeleri sebep olmuştur. Günümüzde İslam ümmetinin içinde bulunduğu konum geçmiş ümmetlerin kopyasını yaşamaktadır. Nasıl ki geçmiş ümmetlerin tefrikacılarıyla Peygamber'in bir alakasının olmadığının haberi vahyi ile  verilmiş ise bu ümmetin tefrikacılarıyla da Peygamber'in bir alakası olmadığını ayet bildirmektedir.  Zira tefrika ve savaşa yol açan, ümmetin birliğini ve vahdetini bozan her türlü meşreb ve mezhepler ecnebiler tarafından kurulduğu, yapılan kavga ve tefrikaların kendisi en açık delildir. Çünkü İslam dini vahdet ve birlik dinidir zira onun temel sütunu Tevhid'tir. Tevhid ise insanın yaşamını şekillendiren tüm ilkeleri kuşatmaktadır. Buna binaen yüce Allah dinlerinde tefrikaya düşüp parça parça olanların ve mezhep taasubuyle birbirinin boynunu vurmakta olanlarla Peygamber'in onlarla yakından uzaktan ilişkisinin olmadığını açık beyan etmektedir.

Tarihi iyi oku!

Tarihte şekillenen mezhepçilik anlayışı Medine, Beni Kurayza ve Hayber Yahudileri'nin ileri gelen ilim adamlarıyla Mekke fethinden sonra Medine'ye göç eden Beni Ümeyye'nin ileri gelenleri arasında yapılan gizli bir anlaşmada, İslam Peygamberi'nden sonra Velayet ve İmamet makamını gasb etmek ve bu müesseseyi ilğa etme vardı.

Yukardaki hakikatı doğrulayacak delil birileri tarafından istenilecek olunursa derizki tarihi taasupçu okumadan vazgeçersek bunun en açık delili Peygamber'in vefatı sırasında üç tane  olay şahitlik etmektedir. Birincisi Peygamber'in görevlendirdiği  Usame'nin ordusuna muhalefet, ikincisi ise yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) bana bir kağıt ve kalem getirin ki benden sonra delalete düşmeyeceğiniz yolu size göstereyim!.. Bu isteğine muhalefet edilerek ‘Kur’an bize yeter’ cevabı verilişi; ve Peygamber ateşli hastalık geçirdiğinden dolayı ‘sayıklamaktadır’ sözü asırlardır ümmet bu sözün acısını çok ağır bedellerle ödemektedir ve hala ödüyor; üçüncüsü ise Beni Sakife'deki oldu bittiye getirilerek Halife seçiminin yapılmasıdır. Bu üç esasa binaen tarihi okumak isteyenlere vicdani bir muhasebe yaparak tarihi okumalarını tavsiye ederiz; çünkü tarihin derinliklerine gömülmüş üstü bazı tevil ve kayırmalarla örtülmüş hakikatların üstünü açarak görmemiz gerekir; aksi halde ümmetin kanı tarihte döküldüğü gibi bugün de ve yarında dökülecektir.

Yüce İslam Peygamberi'nin vefatından sonra ayrılıkçı siyasetlerle birlikte gelişen mezhep ve meşreplerin ümmet arasında birliği ve vahdeti bozduğu gibi padişahi yönetim ve idarelerinde korumasını ve bekasını sağlamıştır. Bu gerçeği tarih okuyanlar taasupsuz ve akla danışarak okuyacak olurlarsa tarih bizatihi  belgeleri ile onlara sunacaktır. Biz bu hakikatı anlatırken tarihin değerleri olan Numan bin Sabit, Muhammed bin İdris, İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel gibi zatlara saygıda kusur etmez ve onları saygı ile anarız; ancak bu zatların kendi dönemlerinde yapmış oldukları hizmetleri bir mezhep olarak ilan etmemişler  veya kıyamete kadar bu görüşlerimiz geçerlidir ve değişmeyen esaslardır iddiasında bulunmamışlardır; sadece kendi dönemlerinde saltanatla idare edilen ümmetin sorunlarını ve sorularını çözmek için sözlü ve yazılı olarak cevap vermişlerdir. Ve bunların birçoğunu o gün İslam ümmetinin yönetimini elinde tutan saltanatçılar  bazılarını işkence ile bazılarını da hapislerde şehid ederek öldürmüşlerdir.Ancak ümmetin vahdet ve birliğini bozmak için öldürmüş oldukları bu ilim adamlarının görüşlerini resmi mezhep yaparak ümmeti kamplaştırmışlardır; çünkü saltanatlarının korunması için firavuni siyaseti uygulamaları gerekli olduğu için resmi mezhep imtiyazı onların taraftarlarına vererek itaatı sağlamışlardır. İtaat etmeyenlere Rafizi Alevi ismini vererek her Alevi gencinin başına bir kese altın vererek erkeklerini kestirmişlerdir. Bu bir iddia değil bir gerçektir; bu gerçeği bugünde görmek mümkündür.

Öncelikle şu hakikatı bilmek gerekir!

Mezhep veya mezhep taasupçuluğu ümmet arasına ecnebilerin bölüp parçalamak için kurmuş oldukları şeytani bir tuzaktır. Zira ümmet birliğini sağlayacak olan İmamet ve Velayet makamını ilğa edip parçalamak için kurulmuş müesseselerdir. Çünkü ecnebilerin hedefi İlahi Velayet görevini yüklenmiş, Allah’ın tayin ettiği nuru söndürmektir (Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler.) Bu çirkin ahlaklarını o gün Allah’ın nuru olan Peygamber'e karşı başlatmış olan ecnebiler, tarih içinde ilahi nuru taşıyanlara karşı sürdürerek günümüze kadar devam ettirmiş ve devam ettirmekteler. Tarihte Velayet eksenli hareket etmek isteyenlerin boyunlarının vurulması ve öldürülmelerinin helal olduğunun fetvasını kurmuş oldukları mezhep ve meşreplerden alarak mazlum ve masum insanların kanı akıtılmıştır; günümüz tarihe, tarih ise günümüze şahitlik etmektedir.

Tarihi doğru okuyacak olursak ecnebilerin hedefinde ilk vurulması gerekli olan makam İmamet ve Velayet makamı vardır ve bu hedefe ilk oklarını atarak müminlerin kalbinden vurmuşlardır. Arkasından mezhepler üreterek ümmeti İslam'ı kamplara bölmüşlerdir ve aralarında af edilmeyecek büyüklükte savaşlar meydana getirerek Velayet ve İmamet makamını kafalardan silerek İslam ümmetini köleleştirmişlerdir ve ümmet arasında bütünleşmesi mümkün olmayan bir dini, Muhammed’i (s.a.a)  bir din olarak insanlığa sunmuşlar. Adını Allah'ın koyduğu  mukeddes İslam dininin (Allah katında kabul edilmiş din islam'dır) adını değiştirerek Hanefi, Şafi-i, Hanbelli, Maliki, Maturudi, Eşari, Mutezili, Zeydi, Caferi, Alevi, Sünni diyerek kamplaştırıp herbirinin eline birer meşe değeneği vererek birbirinin başına vurmalarını dini bir vazife olarak onlara kabul ettirmişlerdir. Bu cinayetleri tarihte ilmelyakin, aynelyakin ve hakkelyakin görmekteyiz ve günümüzde de bunu yaşamaktayız.

Tarihi iyi okuyalım ve günümüze basiretle bakalım. İslam toprakları müslümanları birbirini öldürmesi ile  kırmızı kan rengine dönüşmüştür; hal böyle devam ederse ümmetin kanı deryaya dönüşecektir. Ecnebiler derinden derine uykularını alıp refah içinde yaşarlarken İslam ümmeti silah sesi ile yatmakta ve silah sesi ile uyanmakta! Ecnebiler güven ve emniyet içinde yaşarlarken İslam ümmeti ne zaman bir bomba ile evi tahrip edilecek veya kim tarafından çocuklarıyla birlikte boynu kesilecek korkusunu yaşamakta! Neden, niçin sorusunu kendimize sormuyoruz hala...Sünni, Şia, Alevi, Hanifi, Şafii kamplarında ecnebilerden ders alarak müslümanları öldürme avına çıkmaktayız!

Ümmet ne yapmalı?

Ecnebilerin ümmetin bölünmesi için kullanmış oldukları ihtilaflı kapıları kapatmalıyız ve ecnebiye müsaade etmeyeceğiz ki ümmet arasında ümmetin ihtilaflı konularıyla ümmeti bölmüş olsunlar. Ümmet kendi sorununu ilahi bir uyarı olan şu ayetle çözmelidir.

‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resulü'ne  ve sizden  olan Ululemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve ahirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulü'ne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.’’4/59

Ayet dikkatla okunacak olunursa  üç eksenden bahis etmekte; bu üç eksen inanmış bir toplumu, hertürlü ihtilaftan, mezhep ve kabile taasuplarından, hertürlü tefrika ve hizipçilikten kurtarıp ümmet birliğini sağlar; bu üç eksende hareket edenler hiçbir surette ecnebilerin oyununa gelmez ve ümmetin çeşitli isimler altında kamplaşmasına müsaade de etmez.

Tarihi güzel okuyacak olursak ecnebiler bu üç eksenin ana sütunu  olan  Velayet'i kaldırmak ister; çünkü Velayet sütunu ümmetin beynidir, beyin alındığında Allah ve Peygamber inancı ecnebilerin yönledirmesine göre şekillenir ve ümmet köleleştirilir. Dikkat edilecek olunursa Peygamber'den sonra ilk oku bu makama çekmişlerdir ve en büyük başarıyı da elde etmişlerdir. Artık ümmetin tamamı Ehl-i Sünnet olsa veya Şia olsa ecnebiler için farketmez; çünkü Velayet makamı ilğa edilince kölelik her ikisinin boynuna asılmıştır ve artık ümmet arasında kan dökmek devam etmiştir ve etmektedir.

Ümmetin kurtuluşu ayetteki son eksen olan Velayet eksenidir; ecnebilerin en çok korktuğu Velayet makamıdır, zira Allah ve Resulü'nün koymuş oldukları ilahi ilkeler ancak Velayet çatısı altında gerçekleşebilinir. Aksi halde bu ümmeti ne Hanifilik ne Şafiilik ne Sünnilik ne de Şiilik kurtarabilecektir. Zira ecnebilerin en büyük başarısı Velayet ve İmamet hakkında düşürmüş oldukları ihtilaf bugün ümmete bu dramatik hayatı yaşatmaktadır.

Buna binaen tarihi dramı günümüzde yaşamamak için günümüze damgasını vuran ve ecnebilerin belini yediyerde kıran Velayet ve İmamet mektebinin yeniden ihyası ile gerçekleşen Velayet makamı ecnebilerin uykusunu kaçırmıştır. Burada İslam ümmetinin dikkat edeceği önemli nokta ecnebilerin tarihte yaptırmış oldukları mezhep taasubu ile kardeş kavgasını ve savaşını birdaha yaşamamaktır.

Bizi üzerinde kavga ettirdikleri taasupları bir kenara bırakarak bize Kur’an'ı ve Sünnet'i  yaşatacak olan Velayet-i Uzma makamında bulunan Veliy'ül Emr'in ekseninde birleşerek hak cephesini batıl cephesinden ayırma zamanı gelmiştir. Bütün düya Şia olsa Velayet ekseninde olmadıkça ecnebilerin devamlı maşası olacaklar. Yine bütün müslümanlar Ehl-i Sünnet olsalar eğer Velayet ekseninde yer almazlarsa ecnebilerin oyuncağı olmaktan kurtulamıyacaklardır; zira günümüz ve tarih bunu doğrulamaktadır. Çünkü ecnebiler için Şia ve Sünni olma fark etmez; onlar için önemli olan onların tarihteki kurmuş oldukları kamplarda onların dilediği gibi yaşamanız ve emrettikleri zamanda birbirinizin boynunu kesmenizdir.

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle