CAHİLİ ANLAYIŞ VE DÜŞÜNCELER

Sa, 07/03/2017 - 13:25

Kuran ve Ehlibeyt Mektebi önderi Muhammed Avci Hoca: “İzzet ve şeref, şahsiyet ve kimlik Ancak Alemlerin Rabbi olan Allah’a gerçekten inanmış ve emirlerini harfiyen yerine getiren mümin ve muvahit müslümanlara mahsustur.”

CAHİLİ ANLAYIŞ VE DÜŞÜNCELER

İlim, hikmet ve marifetin yanı sıra gelişmekte zirve yapan ilmi fünun, asrımıza damgasını vurmasına rağmen; hala cahiliyet dönemini yaşamakta olan insanları görmek insanlık adına bir utanç aynasıdır; ırki ve kabilevi taasuplar içinde İslam öncesi cahili anlayışları yaşamakta olan bazı insanlar, Humeyni’yi Kebir’in yapmış olduğu aydınlık devriminden nasibini almadıkları maalesef görülmektedir; İmam’ın ve onun naibi olan İmam Ali Hameneyn’inin  ceddi Muhammed’in (s.a.a) tesis ettiği kardeşliği yeniden ihya ederek asrımıza mührünü vurarak tüm cahili anlayış ve düşüncelerin üzerine kırmızı çizgi çekmiştir. Artık ırki, kabilevi coğrafyacı anlayış ve düşünceleri bir kenara iterek İslam ümmetini “Velayet” şemsiyesi altında toplanma zamanı gelmiştir. Ehl-i Beyt mektebinin yiğit evladı İmam Humeyni (r.a) ecdadının yolunu takip ederek 1979 da gerçekleştirmiş olduğu devrimle hakkı batıldan ayırmış; hakkın bayrağını dünyanın kalbine dikmiştir; ve “ilahi velayet” kurumunu yeniden ihya ederek batılın karşısında “ilahi velayetin” kimliğini ortaya koymuştur. Bunu anlamak isteyenler 5+1 grubu karşısında gururlu duruşlarıyla “velayeti” temsil eden hak cephesini görmek yeterlidir. Zira bir tarafta dünya devletlerini temsil edenler, diğer tarafta hakkı temsil eden İslam devleti, akıllı insanlar için oldukça duygulu bir sahne oluşturmaktadır.

Dolaylı veya direk Amerika’nın güdümünde hareket edenler Amerika ile birlikte Muhammedi (s.a.a) İslam’a karşı amansız düşmanlıklarını devam ettirirlerken “velayet” taraftarlarının birbirleriyle cedel yapmaları veya ırki taasuplara kapılarak kendilerinden başkalarını görmemeleri veya onlara tahammül etmeyişleri hakikaten üzücü ve teessüf edilecek bir durumdur. Müslümanların lideri imam Ali Hameneyn’in ırki, kabilevi, mezhebi taasuplardan kurtulup ümmet birliğine inananları davet etmesine rağmen hala birbirleriyle alay edip hafife almaları düşmanın ekmeğine balla yağ sürmektedirler. İmam Ali Hameneyn’in ilahi çağrısı karşısında hala şöven duygularla kendilerine üstün bir kimlik belirlemeleri veya İngilizlerin çizmiş olduğu çoğrafyalarla vatan millet girdabında batıya hizmeti izzet bilenlerin var olması; cehaletin hala zirvede hüküm sürdüğü görülmektedir.

Tarihin verdiği Irki üstünlük anlayışını kendilerine bir üst kimlik kabul edenler, diğer milletlerin kendi tarihi kimliğini ortaya koymalarını çekmeyenler alaylı bir dillen küçümseyerek, hafife almaları bir müslümana asla yakışmamaktadır. Veya başka bir milletin adının bile anılmasına tahammül edemeyenler; tüm ırkları ve renkleri kendi çatısı altında eşit bir şekilde kucaklayacak olan İslam’ın büyük ailesine nasıl tahammül edeceklerdir. Kendi ırkını bir üst kimlik kabul eden ve diğer ırkları ikinci sınıf konumunda gören ve bilhassa bazı ırkların isminin bile anılmasını kabul etmeyenler ‘’Muhakkak ki müminler kardeştir’’ ilahi hükmünü nasıl kabul etmiş olacaklar acaba! Bu mantığa sahip olanları yüce Mevla  şöyle ikaz eder:

‘’Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavmi alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.’’49/11

‘’Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.49/12

Kur’an-i Kerim’den yukarıda zikredilen bu iki ayeti celile; islam toplumunu ahlaki miyarlara göre şekillendirerek tesis etmek ister. Bu ilahi onarım ve şekillendirme insanın öz kimliğini tesbit ederek ona insan olmayı öğrettiği gibi düşmanlık meydana getirecek kapıları da kapatmaktadır.

Her iki ayet; her birinde üç tane hayati meseleye dokunarak savaş ve tefrika kapılarını açacak olan altı hastalıktan; müminlerin kendilerini korumalarını istemektedir.

Kesinlikle bir müminin yapmaması gerekli olan ilk emir:

‘’Ey iman edenler! Sizden hiçbir kavim ( hiç bir millet diğer bir millet’le ve hiç bir topluluk diğer bir toplulukla) alay etmesin. Ne malum? Belki alay edilenler, alay edenlerden daha üstündür. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdırlar.’’ Emri gereğince müminler bu kötü ahlaktan uzak durmalılar.

İkinci emir:

‘’Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) ayıplayıp karalamayın.’’ Ayette geçen (vela telmizu enfusekum) cümlesinde var olan gerçek müminlerin bir vücudun azaları gibi olduğuna işaret edilmektedir; aynı zamanda vahdete, kardeşliğe ve birliğe davet etmektedir ve biri diğerini kınaması veya karalaması veya küçük görmesi kendini küçülttüğünü ve ayıpladığını da beyan etmektedir. Bu hükme binaen mümin mümini ayıplamaktan ve karalamaktan uzak durmalıdır.

Üçüncü emir:

‘’Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.’’ Müminlerin şahsiyetini ve insani kimliğini koruma altına alan bu hükme dikkatle riayet edilmesi istenilmektedir.

Bu üç emirden sonra acı bir hatırlatma yapar:

‘’İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.’’

Dördüncü emir:

‘Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.’’

Müminin mümin hakkında kötü zanda bulunması bu ayetle yasaklanmıştır; çünkü kötü zan düşmanlığı, kin ve nefreti, buğz ve adaveti meydana getirir; zira kötü zan şeytanın amellerinden bir ameldir; mümin bu emre riayet ederek kötü zandan uzak durmalıdır.

Beşinci emir:

‘’Birbirinizin ayıbını araştırmayın.’’ Hükmü mümin kalpleri birbirine bağlayarak bir vucut gibi kendi tedavisini ve ayıbının giderilmesini kendi içinde gerçekleştirerek tedavisini yapar; hiç bir surette mümin müminin ayıbını araştırmaya veya casusluk yapmaya girmez, zira ayıp aramaya kalkarsa kendini ayıplamış olur. Buna binaen her iman sahibi bu hastalıktan uzak durmalı.

Altıncı emir:

‘’Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.’’ Hükmü müminler arasındaki güveni, kardeşliği ve birliği bozan çok kötü bir hastalıktır; zira arkadan çekiştirmek ve mümin kardeşinin gıybetini yapmak müslümanların birbirinden kopuk olduğunu göstermektedir; bu kopukluk İslam ümmetinin safları arasına düşmanın girmesine davetiye çıkarır. Bu nedenle her iman sahibi olan mümin kendisini bu kötü hastalıktan korumalı ve düşmana açık kapı bırakmamalıdır.

Bu ayetlere dikkat edilirse müminleri muhatap almaktadır; ister erkek olsun, isterse kadın olsun Kur’an-i Mecid bu kötü ve çirkin amelden uzak durmalarını ister; çünkü bu kötü ameller  üstün görmeyi, gururu ve kendini beğenmeyi öne çıkararak tarihte ki ve günümüzde ki ümmet arasındaki kanların dökülmesine sebep olmuştur.Halbuki Halık ve Bari olan yüce Allah; beşeriyeti farklı ırk ve kabileler halinde yaratması ve onların farklı dil ve renklerde olması kendisinin ayetlerinden bir ayet olduğuna işaret ederek onun kudreti karşısında diz çökmeye davet etmektedir.

‘’O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.’’30/22

O’nun sonsuz kudretinin eseri olan insan farklı dillerde, farklı renklerde ve farklı kabileler halinde yaratılmıştır; bu yaradılış ve farklılığı Kur’an-i Kerim şöyle açıklamaktadır:

‘’Ey insanlar!.. Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere  ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’’49/13

Akıllara durgunluk veren bu ayet oldukça geniş bir alanda insanın yaradılış felsefesinin farklı boyutlarla oluşumunu ortaya koymaktadır. Konumuz bu olmadığı için ayetin sadece insanın farklı kabileler, farklı dillerde ve farklı renklerde yaradılışı ırki ve kabilevi taasuplardan kurtularak Halık-i Layezal’ın karşısında ve O’nun huzurunda kul olmaya çalışmaktır.

Ayetin vermiş olduğu diğer bir mana ise, dünya coğrafyasının her bir kıtasında ve çeşitli bölgelerinde farklı dillere ve renklere sahip insanlar; kabileler ve milletler halinde yaşamaktadırlar; buda Allah’ın ayetlerindendir. Bu gün üzerinde yaşadığımız yer küresi; çeşitli milletleri ve kabileleri sinesinde taşımaktadır; Asyalılar, Afrikalılar, Avrupalılar, Amerikalılar ve saire bunlar bazen göçler halinde yer değişimi de yapmışlardır.

İnsanlığın ilk yerleşim yerlerinden bir parça olan Mezopotamya; verilen ilmi ve tarih verilere göre Irak’ın tamamı, İran’ın bir kısmı,Türkiye’nin bir kısmı ve suriye’nin bir kısmına verilmiş bir isimdir. Güney Mezopotamya da genelde Sümerlerin, Asurların ve değişik milletlerin hüküm sürdüğü coğrafya olmuştur; Kuzey Mezopotamya’nın doğusu ve batısında ise Kürtlerin yaşadığı tarihi kanıtlarla kanıtlanmaktadır ve halen de bu bölgede yaşamaktalar; her ne kadar bu bölgede bazı ırklar varsa da sonradan göçle gelmişlerdir.Bazı tarihi verilere göre bu bölgelere yemenliler de gelip yerleşmişlerdir; bunların yerleşimleri net bir tarihi belge olmadığı ve nerde yerleştikleride belli olmadığı görülmektedir. Ayrıca İran; Arap  müslümanlar tarafından fetih edildikten sonra gelip yerleşmişlerdir; kuzey Mezopotamya’nın doğusuna ve güney doğusuna Arapların göçü daha çok Abbasiler döneminde olmuştur; ayrıca Türklerde yine Abbasiler döneminde buralara gelip yerleşmişlerdir; buna binaen bu bölgelerde yaşayanlar Kürt kabileleri ve aşiretleri olduğu tarihin seyri içinde görülmektedir ki hala Kürtler bu bölgelerde yaşamaktadırlar ve yaşıyorlardır.

Mezopotamya’da milat öncesi yaşayan ve geniş bir medeniyete sahip olan kavimlerin başında Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlar, Elamlar,Medler ve bunlarla birlikte bir çok kavim yaşamıştır. Milat sonrasına bakıldığı zaman bu bölgenin hakimiyeti genelde pers imparatorluğunun egemenliğinde görülmektedir; her ne kadar pers imparatorluğu hakim idiyse de Mezopotamya’nın kuzeyinde, doğusunda ve güney doğusunda Kürtler yaşamakta idiler; ayrıca Mezopotamya’nın batısında ve güney batısında yine Kürtler yaşamakta idi ve hala bu bölgelerde yaşamaktalar. Her ne kadar bugün Mezopotamya’nın güneyinde ve güney doğusunda Araplar yaşamakta iseler de bunlar Abbasiler zamanında buraya göç etmişlerdir; aynı zamanda güney batısına da yine Abbasiler zamanında gelip yerleşmişlerdir; ama Kürtler bu bölgenin yerli halkıdır. Kürt milleti İslam’ı kabullendikten sonra İslam’a hizmet etmede kusur etmemişlerdir; buna tarih şahitlik etmiştir ve etmektedir; Kürtlerin; Ali (a.s) taraftarları olduğunu zaman el verirse belgelerle kanıtlamış olacağız; bu bir milleti öne çıkarma veya ırkı bir üstünlük taslama anlamına gelmez; belki inkarına gidilen bir milletin de Allah’ın ayetlerinden bir ayet olduğunu ve kimliğini beyan etmektir. Çünkü İslam’la şerefyab olan Kürtler İslam’a hizmeti kendilerine vazife bildikleri için yapmış oldukları hizmetler karşısında bir devlet olma veya karşılık bekleme fikrinde olmamışlardır; bu nedenle isim yapmış fedakar Kürt evlatları ya Araplar hanesine veya Türkler hanesine veya da Farslar hanesine yazılmışlardır; ve iftiharla anarak onları kendilerinden olduğunu tarihe kaydederek belge olarak sunmuşlardır.Hala günümüz de bile ve gün ortasında bunu yapmaktalar ve yapıyorlar.

Bu tarihi veriyle Kürtler üstün bir millettir demekten Allah’a sığınırım; zira Allah c.c üstünlüğün takvada olduğunu beyan ederek müminlerin kardeş olduğunu bize bildirmiştir; Kürtler ırkçılığı ve milli duyguları ayaklar altına alarak devamlı hakkın yanında yer almışlardır ve bunu Sıffin savaşında Ali (a.s)’mın yanında yer alarak kendilerini kanıtlamışlardır; bugünde mümin ve muvahhit olan Kürtler asaletlerine geri dönerek Seyyid Ali Hameneyn’in yanında yer alarak Ali(a.s)’mın taraftarları olduğunu kanıtlamaya çalışmaktalar.

Rabbim; gönülleri velayet aşkıyla yanan mümin ve muvahhit kardeşlerimin velayet şemsiyesi altında toplamayı nasip etsin ve her türlü ırki,kabilevi ve mezhebi taasuplardan Rabbim; bütün müslümanları korusun.

‘’Hem dertler ki: ‘’Medineye bir dönelim; göreceksiniz aziz olan olan, zelil olanı oradan dışarı atacaktır.’’ Heyhat! İzzet, Allah’ın, Resülünün ve müminlerindir. Ne varki munafıklar bunu bilmezler.’’63/8

‘’O munafıklar müminlerin dışında kafirleri dost edinirler. İzzet ve desteği onların yanındamı arıyorlar? Oysa bütün izzet ve kuvvet Allah’ındır.’’4/139

İzzet ve şeref, şahsiyet ve kimlik Ancak Alemlerin Rabbi olan Allah’a gerçekten inanmış ve emirlerini harfiyen yerine getiren mümin ve muvahit müslümanlara mahsustur.

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle