DİNİ HÜKÜMET VE SEKÜLERİZİM 3

Sa, 07/03/2017 - 12:59

Kuran ve Ehlibeyt Mektebi önderi Muhammed Avci Hoca bu yazısında Dini Hükümet ve Sekülerizmi açıklamıştır.

 DİNİ HÜKÜMET VE SEKÜLERİZİM 3

Oldukca derin ifadelerle yeni bir sahne oluşturarak evrendeki yasaların nasıl işlediğini tek bir cümlede topluyarak izleyiciler, pur dikkatle büyük haberin verileceğini bekler. Gelmesi beklenen haber tüyleri diken diken eden ve yumuşak ve oldukca ahengli bir sesle kalplere nufuz ederek evrenle tanışma imkanını sağlar.

Rahman Kur’anı öğretti: Bu yüce Rahmanın insana olan merhametinin somut göstergesi olan nimetlerin en üstünüdür. Zira Kur’an kainatın insanlığa yansıyan tarafının tercumanıdır. Rahmanın öğretisi olan bu Kur’an, evrenin, yer ve gögün, sisteminin nasıl işlediğini öğreterek bağ kurmasını sağlar. Kur’anla olan irtibat insanların fikirlerini, ahlaki değerlerini, sosyal hayatta işleyecek olan yönetim ve idare şeklini varlık aleminin dayanağı olan ve değişmeyen temel üzerine kurulur ve evrende var olan ilahi kanunlarla irtibatı sağlar.

İnsanı yaratan ona Kur’anı öğreten Rahman, yarattığı insana beyanı öğretti; insan bu ilahi nimet sayesinde evrenle ilişki kurup ilahi yasaların nasıl işlediğini veciz bir şekilde beyan ederek kurmuş olduğu medeniyetleri tarihin sayıfalarına kayıt etmiştir. Bugün insanın varmış olduğu ilmi nokta ilahi nimet olan beyanın eseridir. İnsan akıl ve zihin dünyasında hazırladığı ilim ve sanaatı ifade edebilmesi için ancak beyan vesilesiyle mümkün olabilir; aynızamanda insan kendi kimliğinide ancak beyanla isbat edebilir.

(Rahman Kur’anı öğretti) Bu ilahi ifade ile geçmiş medeniyetlerin kapısını aralıyarak yeni medeniyetlerin oluşacağının haberini vermektedir. İlahi ilimle donatılmış olan bu İnsan medeniyetlerin oluşumunda (Rahmanın) öğretisiyle kimliğini ibraz etmiştir. Bugün beşeriyetin vermiş olduğu ilmi nokta (Rahmanın) öğretisinin semeresidir. Zira yüce Allah şöyle buyurur:

‘’Güneş ve ay bir hesap ile hareket eder. Yıldızlar ve bitkiler hep birlikte secdededirler. Göğü bu ahenkle O yükseltti ve bu mizanı (dengeyi) koydu.’55/5

Yukardaki ayettlerde açıklandığına göre yaratılmışlar arasında üstün bir kimliğe sahip kılınmış insana düşünme ve beyan etme özelliğiyle diğer canlılardan ayrılmıştır. Ay ve güneş, belirlenen ve bilinen bir ölçüye göre kendi yörüngelerinde akıp gitmektedirler. Güneş, ay ve dünya arasındaki dengeli işleyişinin belli düzen içersinde dengeli olduğuna işaret ederek, dengelerin korunmasının uyarısında bulunur.

‘’Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın. Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçatıp döşedi. Orada meyveler ve saklımlı hurma ağaçları vardır. Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyabilirsiniz?’’55/ 7-13

Yukardaki ayet üç önemli noktaya işaret eder; denge, ölçü ve tartı, bunlar evrenin işleyişinde önemli yer işgaletmektedir.

DENGE:

Akıllara suskunluk veren kainat düzeni sonsuz bir kudretin eseri olduğuna dikkatı çekerek evren içinde uzayda dolaşan dengeli, hızları, kütleleri, yörüngeleri farklı milyonlarca samada bulunan cisimler, oldukca ince bir nizama bağlı olmasalardı, bu kainat bir saniye dahi durması mümkün olamıyacaktı. Ama milyonlarce senedir hiç bir aksama yapmadan dengeli ve düzenli bir şekilde emr olundukları gibi işlemektedir. Bu işleyiş kainattan insana vermekte olduğu bir mesaj vardır; ilahi yasalara ve ilahi kanunlara uyulduğu zaman milyonlarca yıl kusursuz ve düzenli haraket edilebilinir çağırısını yapmaktadır. Bu nedenle yüce Allah ‘’sakın dengeyi bozmayın’’ uyarısını insan oğluna yapar; ‘’Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.’’İknci bir uyarı daha yapar;’’ Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.’’Üçüncü bir uyarı daha yaparak şöyle der! ‘’Ölçüyü adeletle tutun ve eksik tartmayın.’’

Rahman Kur’anı öğretti ve insanı evrenle tanıştırdı ve ondaki düzen ve dengeyi de gösterdi sora insana dönerek ‘’Sakın dengeyi bozma’’ diye onu uyardı ve kendini tanımaya yönlendirdi ve şöyle buyurdu:

‘’Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bi balçıktan yarattı. Cinleri öz ateşten yarattı. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyabilirsiniz? 55/13-16

İnsanın ilk yaradılışına dikkati çeken ayeticelile insanın yaradılışını en büyük ilahi bir mucize olarak ortaya koyar. Yaratılmışlar arasında özel bir imtiyaza sahip olan insan, halifetullah olarak yeryüzüne atanmıştır; İlahi hilafet görevini yüklenmiş olan bu insan, tanışmış olduğu misyon gereği evrenden kendini bir parça kabul ederek adaletli, dengeli ve ölçülü hareket etmesi onun üstün kimliğinin gereğidir. Ancak insan kendini musteğni görünce azar ve dengesiz ve adaletsiz hareket eder; bu durum hem insaniyet mektebine hemde evrene zarar verir.

TUĞYAN VE KENDİNİ YETERLİ GÖRME

‘’Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.’’96/6-7-8

Ayetin metninde kendini beyenen ve azarak başkaldıran insanları Kur’ani Kerim üç kısma ayırır. Bu üç kısım insanlar devamlı enbiyayi-ilahiyeye karşı çıkmışlardır ve onların getirmiş olduğu ilahi kitaplarıda yalanlamışlardır. Bunlardan birinci kısım (mele) bir milletin bir kavmun bir devletin ileri gelen yöneticileri veya o toplumun başındaki idarecileri olanlardır; ikinci kısımdakiler zenginlik ve nimetler içinde mest olmuş ve diğer insanların çile ve ızdırap içinde oluşlarından habersiz olanlardır; üçüncü kısımdakiler ise kibir ve gururun merkebine binmiş mağrur insanlardırlarki bunlar Allah’dan ve insanlardan uzak duran ekabirlerdir.

Bu kötü ahlakın ve çirkin hasletlerin serçeşmesi insanın kendisini mustağni görmesinden ileri gelmektedir. Günümüz dünyasında Kur’ani Kerimin tarif ettiği bu üç sınıf insan tarihten kalan mirası devam ettirmektedir. İlahi düzen olan ilahi şeriata karşı çeşitli reng ve şekillerle oldukca derin siyasetlerle karşıdaki müslümanları uyandırmadan din adına dinsizliğin yumuşak ve kibarcası olan seküler inancı kabul ettirmişlerdir. Zira bu anlayış batıya hizmette en iyi bir metot olduğu gibi sömürmek içinde en kolayı bir yoldur. Bu nedenle bu üç sınıf insan (mele, mutrifin ve müstekbirin) tarih boyunca ilahi elçilere ve ilahi kitaplara karşı durmuş ve zamanın şartlarına ve toplumların bulundukları ortama göre siyasetler ayarlıyarak mucadelelerini aralıksız devam ettirmişlerdir. Bu mucadelelerinin ve çalışmalarının en belirgin olanı dinin insan yönetimi ve idaresine sunacağı bir programı olmadığı gibi din ayrı devlet işleri ayrı diyerek dinin sadece Allah’la kul arasında vicdani bir mesele olduğunu kabul ettirme mücadelesini vermişlerdir ve kabul ettirmişlerdir.

Kur’ani Kerimde üstün bir kimliğe sahip olan insan övgüyle anlatılırken, asi, mücrim, başkaldıran ve zalim olarakta yerimektedir. İnsan bazen meleküt alemini aşarak kendisine tahsis edilmiş makamını koruyarak yeryüzündeki ilahi hilafet görevini yerine getirir, bazen de azarak esfelessafilinde vahşi hayvanların yapamadığı çılgınlığı yapar ve insaniyet mektebine tedavisi zor olan yaralar açar. Bu kötü duruma düşmüş insanlar ilahi elçilere ve ilahi kitaplara karşı durur ve nefislerini ilahlaştırır insan yönetim ve idaresine el koyarlar ve kendi menfaat ve çıkarlarına göre onları yönledirir ve sömürürler. Bu azgın insanları ve onlara tabi olanları yüce Allah şöyle tanıtır.

‘’Yahudiler hahamlarını, hıristiyanlar rahiplerini ve Meryem oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab edindiler. Halbuki onlara bir tek Allah’a ibadet etmeleri emr olunmuştu. Ondan başka ilah yoktur.’’ 9/31

Bu ayet indiğinde hıristiyanlıktan islama geçmiş olan Adi bini hatemi tayi peygamberi ekreme şöyle der. Ey Allah’ın Resulu biz hıristiyanlar kendi rahiplerimize siz bizim rabbimizsiniz demedik ve onlarda bize biz sizlerin rabbisiyiz demediler; acaba bu ayetteki hikmeti sora bilirmiyim? Der. Allah Resulu soruyu şöyle cevaplar! ‘’Ne siz onlara siz bizim rabbimizsiniz dediniz nede onlar biz sizin rabiniziz dediler; ancak onlar Allah’ın haramlarını helal, helallarınıda haram ettiler; kedilerini mustağni görerek haram ve helal sınırlarını kendileri koydular ve kanunlar ve yasalar yaptılar; bu eylemlerile kendilerini rab ilan ettiler; sizlerde bunların koymuş oldukları yasa ve kanunları kabul ettiğinizden onları rablar edindiniz.’’ buyurdular.

Yukardaki ayetin manasını çok net bir şekilde açıklamasını yapan Allah resulu insanlara ve bilhassa müminlere ciddi uyarı yaparak önlerindeki oyunun tehlikesini haber vererek insanlar tarafından hazırlanan yasa ve kanunlara evet dememelerinin uyarısını yapar.

Uyarıcı ve öğretici bir ders

Akıllı ve düşüne bilen insanlara, Kur’ani Kerim kendi taraftarlarına oldukça değerli bir ders vermekte.

Tevhidin en zirvesine işaret ederek şöyle der, hiç bir müslümanın hakkı yokturki bir insana kayıtsız şartsız onun her emrine itaat etmiş olsun, zira bu eylem bir nevi insanın ilahlaştırılmasına vesile olur. Bu tehlikeli durumdan kurtula bilmek için insana itaat ilahi hükümlerin çerçevesi içinde, Allah’a itaat edenlere itaat edilmesinin müsadesini verir. Aksi halde kalbi Allah’ın zikrinden gafil kılınmışlara itaat etme haram kılınmıştır.

Bu konuda yüce Allah kullarını şu ayetlerle uyarır ve üzerine kırmızı işaret koyduğu kişi ve topluluklara veya devlet erkanına uymama ikazında bulunur. Şöyle ki:

‘’Kalbini bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva hevesine uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme.’’18/28

‘’(Resulüm!) Kur’an’ı sana biz, evet biz indirdik. Artık Rabbinin hükmüne boyun eğip sabret; onlardan hiç bir günahkara, yahut hiç bir nanköre itaat etme.’’76/23-24

‘’Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur. O halde (hakikatı) yalan sayanlara tabi olma! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da sana yumuşak davransınlar. (Resulum!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mutacaviz, günaha dalmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiç birine, mal ve oğulları vardır diye itaat etme boyun eğme.’’68/7-14

Ayetlerde beyan edilen kötü sıfatların sahiplerine itaat etmeyin ve beraber olmayın.

Kalem suresinin dördüncü ayetinde peygamberin yüce ahlakını beyan ettikten sonra kötü ve çirkin ahlakın sahiplerini beyan ederek onlardan uzak durulması ve itaat edilmemesini ister ta bu ikisi arasındaki fasıla açıklık kazansın.

Önce şöyle buyurur: ’’İlahi ayın’name olan Kur’ani mecidi ve senin risaletini yalanlayanlara itaat etme ve onlara yardımda bulunma’’ (Fela tuti’il mukezzibin) Zira bunlar hak yoldan çıkmış ipsiz sapsız insanlarlar ve hakkı ayaklar altına almış bedbaht insanlarlar; bunlarla uyum içinde olmak veya onlara itaat etmek zillet ve alçalmaktan başka bir menfaatı olmaz.

Ama bu değersiz ve kötü ahlakın sahibi olanlar ciddi çalışmalar yaparlarki peygamberi ve müslümanlara güler yüz göstererek işlerinin içine çekerek uyum sağlamış olsunlar; bu kötü davranışlarını dokuzuncu ayetle haber verir ve uyarır:

‘’Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.’’

Ayetin akışından ve tarihi verilerden istifade ederek islam düşmanlarının o görermiş kalpleriyle islamın ayın’namesinin suratla ilerlediklerini gördüklerinde şeytani bir fikir üreterek şöyle ileri adımatarak biz peygambere veya bugünün müslümanlarına imtiyazlar verelim ve onlardan imtiyazlar alarak onları anlaşma masasına uyum için oturtalım ve onları kendi seviyemize ve pisliğimize ortak edelim. Açıkca tarihte bunları görmek mümkündür ve günümüzdede çok net bir şekilde görülmektedir. Bazen çok miktarda mal vererek bazen güzel kadınlar vererek bazen post ve makam vererek dini mubini islamın ayın’namesinden vaz geçirmek isterler veya batılla uyum sağlıyarak birbirine karıştırmak isterler. Fakat Kur’ani mecid defalarca uyarıda bulunur; sakın ha munharif edici ve batıl ehlile uyum içinde olmayın zira maide suresinin  kırkdokuzuncu ayetinde mevlayi zülcelan şöyle ikazda bulunur:

‘’Ve şu emri indirdik: Aralarında, Allah’ın sana indirdiği ahkam ile hükmet! Sakın onların arzularına uyma ve Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni caydırmalarından sakın.’’

Bu ayetler, islam düşmanlarının nasıl sinsi çalıştıklarını ve müslümanlardan nasıl taviz alacaklarının yollarını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Akıl sahiplerini muhatep alan bu ayetler; Mukaddes islam dinine karşı gütmüş oldukları sinsi ve oldukça siyasi tutum ve davranışlarına karşı müslümanları uyanık olmalarını ve oyuna gelmemelerinin ikazını yapar. Günümüzde var olan dinler arası diyalog bu oyunun bir parçasıdır; ayrıca nato muttefiki, avrupa üyeliği ve Amerika dostluğu ve saire ilişkiler müslümanları ilahi ahkamın bir kısmından ayırıp kendilerine hizmet edebilecek kısmıyla uyum sağlıyarak mukaddes islam dinini kendi batıllarının seviyesine getirmek oyunudur. Ayrıca dindar görünümüyle laik, seküler bir anlayışı tercih ederek batıyı taklit etme ve batı medeniyeti adı altında islamdan uzaklaştırma oyunu var işin içinde!

Buna binaen insanlara itaat etme sınırlanmıştır; ilahi hükümlere boyun eğmiş tezkiyesini yapmış Allah’dan korkan ve Kur’ani azimle hayatını şekillendiren insanlar marufu emr ettikleri müddetçe itaat etmek imanın gereğidir. Aksi halde din hakkında onlara itaat yasak kılınmıştır.

Peygamberler ve imamlar beşer oldukları halde mutlak itaat etmek gerektiğini islam dini emr etmektedir. Niçin?

Önce bu soruya Allah’ın kitabından cevap alalım:

‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ululemre de itaat edin. Eğer bir konu hakkında anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resul’e götürün (Onların talimatına göre haledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.’’4/59

Beşeriyetin hayat kaynağı olan Kur’ani azim insanlık için sorun olacak hiç bir meseleyi cevapsız bırakmamıştır, meğer insanlar onu hakkıyla kavramamış ve anlamamış olsun; yoksa her sorunun cevabı ve her problemin çözümü Kur’ani Kerimde mevcuttur.

Ümmet arasında en önemli sorunlardan biri olan rehberlik ve itaat etme sorunudur. Kime ve nasıl itaat etmek gerektiği hakkında çeşitli tefsirler ve yorumlar vardır. Burada ümmete düşen vazife ayette ki mutlak itaat edilmesi istenilenler üzerinde ilmi, ahlaki ve takva ile yaklaşarak sorunu çözmesi gerekir.

Önce müminlere Allah’a itaat etmelerini ister, zira tüm itaat edilmesi gereken rehberlere itaat edilmesinin serçeşmesi Allah’a itaat etmelerinin neticesinde itaat olunur. Zira varolan evrenin tekvini hakim ve malik O’dur. Ve hertürlü hakimiyet ve malikiyet onun emrine uygun olması gerekir. (Yaeyyuhellezine amenu etiullahe)

İkinci merhalede peygambere mutlak itaat etmeyi emreder. Zira peygamber masumdur; çünkü O kendi hava ve hevesine göre konuşmaz, çünkü O insanlar arasında Allah’ın halifesidir; onun konuşması Allah’ın konuşmasıdır; bu atama  bu makam Allah tarafından O’na verilmiştir; buna bina’en Allah’a mutlak itaat Onun zatınadır; fakat peygambere mutlak itaat Allah’ın emridir. Zira Allah şöyle buyurur:

‘’Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!’’ 4/80

Ayetin metninde ilgi ve dikkatı çeken Resule itaat edilirse Allah’a itaat edilmiş olduğunun ifadesidir. Allah, Resulu Muhammede(s.a.a) itaat etmeyi kendisine itaatın edildiğinin hükmünü vererek peygambere mutlak surette itaat edilmesi gerektiğini beyan ederek Resulunun makamını ve beşeriyet arasındaki yerini ve konumunu açıklamıştır. Buna bina’en Allah’a itaat’la peygambere itaatı birbirinden ayrı olması mümkün değildir; zira peygamber Allah’ın emirleri dışında hiçmi hiç bir adım atmaz, O’nun sözleri, hareketleri, yaptıkları Allah’ın emirlerine mutabıktır. Kur’ani hekimin bu ayeti peygamberin sünnetinin hüccetine ve hadislerinin kabuluna en açık delildir. Çünkü hiç kimse cesaret edip ben kuranı kabul etmiyorum diyemez; ama ben sünneti ve hadisi kabul etmiyorum der. Yukardaki ayeti celile böyle bir iddada bulunanları cevabını verir ve şöyle der: ‘’Peygamberin hadis ve sünnetine itaat Allah’ın fermanıdır.’’ Ayetin ikinci kısmında ise ‘’Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik.’’ Bu ayetin cevabını kehf suresinin 29. Ayeti çok açık bir şekilde izah etmiştir.

‘’Ve de ki: Hak, Rabbindendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar ettsin.’’

Üçüncü merhalede ululemre itaat etme emri vardır.

Çünkü Allah’ın insanlar arasından seçmiş olduğu ve çeçmiş olduklarınada itaat edilmesini vacip kıldığı masumlarda Allah’a kayıtsız ve şartsız muti ve itaatkar olduğu için onlara itaat edilmesi emr olunmuştur. Zira bunlar Allah tarafından seçilmiş yeryüzünde Allah adına ilahi adaleti icra eden enbiyayi ilahi ve masum imamlardır. Zira yüce Allah, beşeriyetin huzur ve güveni için göndermiş olduğu kitabını bunların hayat ve yaşamından beşeriyete yansıtarak insanlığın yasama, yargı ve yürutme makanizmasının nasıl işleyeceğini öğretmiştir. Bunun dışında kalan yasama yargı ve yürütme makanizmasını hazırlayanlar Allah’a karşı kendini rab ilan edenlerdir; bunlara tabi olan ve onlara oy verenlede onları rab kabul etmiş olanlardır. Kanun koyma ve anayasa hazırlayanların hedefinde nuri ilahi olan dinimubini islamı söndürmek ve zalim ve müstekbir sömürgecilerin daha güzel sömürmelerine yardımcı olmak içindir. Yüce Allah mümin kullarına bunları tanıtır ve uyanık olmalarını ister.

‘’Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vaz geçmez.’’ 9/32

Önemli bir kaç noktaya işaret etmek gerekir:

Bu ayette ilahi hükümler, yasalar, kanunlar, islami öğretiler ve Kur’ani Kerim nur ve aydınlığa benzetilmiştir; Şu bir hakikattır ki nur ve aydınlık, hayatın, gelişmenin, kalkınmanın, huzurun, güvenin, emniyetin ve yeryüzünün tüm güzelliklerinin kaynağıdır. Tabiatın yeşermesine, gelişmesine canlı ve hayat bulmasına güneşi vesile kılan Allah, insanlarında hayatının devamına, güven içinde yaşamına, adaletli ve dengeli yaşam düzenine Kur’ani mecidi ve Hz. Muhammedi (s.a.a) vesile kılmıştır; şöyleki ‘’Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulunun davetine icabet edin.’’) 8/24

Evet! Dengeli ve düzenli bir hayatın tesisi için yüce Allah, Kitabı olan Kur’ani mecidi ve seçip elçisi tayin ettiği islam peygamberi Hz. Muhammedi (s.a.a) insanlığın kurtuluşuna vesile olmaları için ilahi bir atama ile görevlendirilmiştir. Öylesine bir organize ve öylesine bir öğretiyle donatılıp mükemmel kılınmıştır ki insanlar, onun hayatından yansıyan davranış, hareket, söz ve sukutu dahi kıyamete kadar insanlığın hayatının şekillenmesi için kanun ve şeriat olarak tanzim edilmiştir; uyulduğu taktirde fert, aile, toplum ve devletler hayat bularak huzur ve güvenli bir yaşama imza atmış olacaklar.

İnsanın hayat ve yaşamında önemli ve oldukça hayati bir organ olan kalp, atar ve toplar damarlarla kanın vucudun en küçük hücürelerine kadar nufuzunu sağlar ve insan hayatının canlı yaşamının bakasını sağlar. Allah ve Resulunun davet ettiği şeriatigarra da, insan hayatına adil bir düzen vererek devlet erkanıyle toplum bireyleri arasında veya toplumun fertleriyle devlet erkanının arasında sevgi bağı kurar; ayrıca karşılıklı sorumlulukları koymuş olduğu hukuki ilkelerle dengeli ve adaletli bir işleyişi gerçekleştirmiş olur; tıpkı kanın vucutta dolaştığı gibi. Ehli imanın birbiriyle olan manevi irtibatı ve aralarındaki hukuki bağın işleyişi aynen kalbin vucudun diğer azalarla dengeli ve düzenli işleyişi gibidir.

Ama ne yazık ki insanlar azar ve kendini mustağni görür ve bu hakikatları görmez den gelir ve nefsiyle şeytanın esiri olur; kendini üstün görerek kanun koyma yasa yapma yetki ve selahiyetini kendinde görmeye başlar ve ilahi adalete müdehale ederek kanun yapar ve Rabbisine eylemile baş kaldırmış olur; bu eylemleriyle insan, yeryüzünü kana boyuyarak yeryüzünün fesatçısı olarak kimliğini ortaya koymuş olur. Halbuki insanın yaradılışında ve özünde nur vardır; bu nur Allah’ın  elçisile birlikte göndermiş olduğu Kur’ani hekimle özleştiği zaman üçlü nur meydana gelir. Bu üçlü nur insanın üç dünyasını aydılatır ve insanın üç dünyasında huzuru güveni ve emyetini sağlamış olur. Önce insanın iç dünyasını aydılatır ve iç huzuru, güveni ve emyetini sağlar. (Ela bizikrillahi tetmeinnelkulup) ‘’Kalpler Allah’ı anmakla ancak mutmein ve huzurlu olur. ’’İslam dini önce insanın kalbine nufuz eder ve oradan onarıma başlıyarak terbiye eder. Çünkü bütün kötülüklerin ve iyiliklerin ana merkezi insanın iç dünyasıdır; bir toplumda adaletin sağlana bilmesi için iç dünyada var olan iyiliklerle kötülükleri onarmaya ve ilahi elçilerin davetlerine icabet ederek tezkiye ve takva kalbin aynasına yazılarak tüm işlerini burdan kontrol etmesi gerekir ki kötülük ve kötü düşünce onun iç dünyasında yer etmemiş olsun; çünkü bu sağlanmadıkça hiç bir hukukun adil işlemesi mümkün olamaz.

İnsanın ikinci dünyası onun dış dünyasıdır. Yüce Allah, beşeriyeti yaratmadan önce onun tüm ihtiyacı olan şeyleri noksansız yaratmıştır. Bunlar hayatta kalmanın teminatı yaşamın garantisidir; Bunlar olmazsa hayat olmaz, zira bunlar ilahi bir işleyişle işlemekte olan tekvini kanunlardır. Bu kanunlar özelde insanın genelde de tüm canlıların ve hatta evrenin tamamının bakasının düzenini sağlamaktadır. Evrenden bir parça olan dünya kuresi taşımakta olduğu insanda bu tekvini kanunların işleyişile hayat bulmaktadır. Bu hayatın düzen içinde ve adil bir işleyişin teminatı olarak yüce Allah teşri-i kanunlarla teminat altına almıştır. Aynı zamanda teşri-i kanunlar yaradılışın felsefesine uygun ve yaratılmışlarla da uyum için de adil bir yaşamı garanti altına almıştır; nasıl ki tekvini kanunlarda biri olmazsa hayat ve yaşam büyük bir tehlike’ile karşıkarşıya kalır ve ölüm’le sona erer; misal hava veya okjijen olmadığı zaman hayat ölür, aynı zamanda teşri-i kanunlar insan hayatında işlemediği zaman insan manen öldüğü gibi maddi hayatıda kan ve göz yaşına dönüşür.

İnsanın üçüncü dünyası olan ahiret yurdu teminat altına alına bilmesi için dünyada teşri-i kanunlara harfiyen uyulmasıyla kazanılmış olunur. Kadeflehe men tezekka ve zekeresme Rabbihi fesella) ’’Kendini kötülüklerden arındıran, Rabbinin adını anınıp namaz kılan felahe erer (kurtulur). 87/14-15

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle