DİNİ HÜKÜMET VE SEKÜLERİZİM 2

Pt, 06/03/2017 - 17:44

‘’Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir mü’min erkeğin ve hiç bir mü’mine kadının, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur:’’ 33/36

Dünya ve Ahiret dengesi:

‘’Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sende (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.’’ 28/77

Ayetin metninden çıkarılması gerekli olan dersleri bir kaç başlık altında dinin insan hayatına nasıl mudahele ettiğini ve en güzel bir şekilde düzen verdiğini ve kalplere nüfuz ederek insanları birbirine kaynaştırdığını görmeye çalışalım.

Yukarıda söylediğimiz gibi ahiret inancı adaletin işleyişinde önemli bir rol üstlenmiştir. Ahiret yurdunun güvencesi ise adaletin işleyişi, eşitliğin oluşumu ve yardımlaşmanın yapılmasıyla mümkün olacağını yukarıdaki ayet beyan etmektedir. ‘’Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste.’’ Şu amellerle ahiret yurdu garanti edilir:

1-Allah’ın dininin yaşaması ve yaşatılması için hükmettiği sınırların korunması için görevli bulunan askerlerin ve diğer emniyet güçlerinin maaşlarının ödenmesi için Allah’ın verdiği mal ve servetten Beyt-ul Mala (Devlet Hazinesi) infakta bulunmak.

2-İnsanların fakir, yoksul, yetim, yolda kalmış, işgücünü kayıp etmiş yaşlı ve hasta kimselere yardım elini uzatarak onların gönlünü fethedip kardeşliği sevgi ve muhabbet ortamını sağlamak veya bunlara bakan kurumlara yardım ederek soysal yardımlaşmayı paylaşmak.

3-Devletin kurumlarının adil bir şekilde işlemesi için maddi ve manevi katkıda bulunarak yardımcı olmak.

4-Zenginlerin islami devlete yardım ederek kutuplaşmayı, zengin fakir ayırımını ve sınıfsal farkı kaldırmış olsunlar.

Dünyadan da nasibini al..

‘’Ama dünyadan da nasibini unutma.’’ Tavsiyesinde bulunması dünyaya da ciddi bir çalışma yapılmasını ve onararak onun zenginliklerinin elde edilmesini ister. Bu konu ile ilgili peygamberi Ekrem şöyle buyurur:

<<Hiç ölmeyeceksin gibi dünyaya çalış ve şimdi öleceksin gibi ahirete çalış>> Bu hadisle insanlığın faydasına olan yeryüzü ve yer altı hazinelerini elde etmek için gerekli olan ilim, teknik ve teknolojinin zirvesine çıkarak insanlığın huzurunu temin etmek her müslümanın görevleri arasında en önemli görevlerden biridir. Zira islam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurur: <<Iki günü eşit olan zarardadır.>> Peygamberin bu mübarek sözü ümmete bir uyarı bir ikaz ve yol haritasıdır. Çünkü ümmetinin bulundukları zaman ve mekanda ilimde, bilimde ve siyasette en zirve ve en ileri noktada olmalarını ister.

Zira elimizdeki kitabın muhtevasında da var olan budur. Yukarıdaki ayette ‘’Dünyadan da nasibini unutma’’ tavsiyesinde bulunması, islam dininin dünyaya ait çalışmaya ne kadar önem verdiğine işaret ederek kalkınmanın, gelişmenin önünü açmaktadır. Bu çalışmalar belirlenmiş ilahi sınırlar içinde yapılırsa; insanlık bundan fayda görmüş olur; aksi halde getireceği zararlar faydasınden daha çok olur; günümüz buna şahitlik etmektedir. Sömürgeci batı güçlerinin elde etmiş oldukları teknoloji, faydadan daha çok insanlık zararına olmuştur. Her ne kadar baş döndürücü kolaylıklar, rahatlık ve iletişim ve ulaşım imkanları hızlı bir büyüme yapmış ise de diğer taraftan sıfırın altına düşmüş ahlaki çöküntü, dağılmış aile yuvaları yaşanan insanlık dramı ve kan kusturan kimyasal silahlar dünyayı adeta cehenneme çevirmiştir. Ferdin, ailenin, toplumların ve devletlerin güven içinde yaşamaları tarihe karışmıştır. Dinin olmadığı bir devlet dinin olmadığı bir siyaset ve dinin olmadığı bir yönetim şeklinin insanlığa çıkarmış olduğu fatura günümüz dünyasının bir gerçeğidir.

Yeryüzünde bozgunculuk yapma:

Dinin insana yüklediği sorumluluklardan biride insanlığın huzurunu bozacak olan kötülüklerin yapılmamasıdır. Dinin bulunduğu bir yasama, yargı ve yürütmede toplum huzurunu bozacak içki, kumar, uyuşturucu, Zina ve diğer ahlaki olmayan kurumlar misal fuhuşhaneler, içkihaneler, kumarhaneler, genelevleri, içkili lokantalar, barlar ve pavyonlar yasaklanmıştır. Zira bunlar bir toplumun bir devletin dini inancını ve ahlaki yapısını hedef almış kimyasal başlıklı füzelerdir. İşte dini devlet yönetiminden ve dini siyasetten ayrı tutmak isteyenlerin hedefinde insanlığı madden ve manen çökertmek ve sömürmek vardır. Bu nedenle yüce Allah: “Yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmayın” hükmünü koyarak fitne ve fesat çıkaranların cezasını açıklar.

‘’Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya ve fitne - fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki cezalarıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.’’ 5/33

Bu ayetteki hükümler; hayatı korumanın yaptırım gücünü ortaya koyma kabilindendir. İslam dini bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün insanların öldürülmesi gibi telakki ederek öldürme olayını insanlık suçu saymıştır.

Yukarıdaki ayet, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran, Allah ve Resulünün koymuş oldukları ilahi düzene karşı çıkanlara verilmiş dört tane önemli caydırıcı ceza vardır:

1-Yeryüzünde fitne çıkarıp kan dökenin ve adam öldürenin cezası ölümdür. Zira insanlık adına işlenmiş bir cinayetin yaygınlaşmaması için ve adam öldürme, kan dökme adi bir olay haline gelmemesi için emniyetin sağlanması için konunmuş ilahi bir kanundur.

2-Gasp, soygun ve adam öldürmeyi birlikte yapıp kötülüğü yaymak isteyenlerin cezası ise idamdır. Zira insanların can, mal ve namus emniyetinin sağlanması devletin görevidir. Toplumun devlete karşı güveninin sarsılmaması için ve devletin onun namusunu, canını ve malını koruduğunun güvencesini yitirmemesi için konulmuş ilahi bir kanundur.

3-Toplumun malını, canını ve namusunu hedef alanlar; oluşturmuş oldukları kurum ve kuruluşlarla örgütlemiş oldukları insanlarla korku yaratarak ve baskı uygulayarakzorla veya siyasetle toplumun malını gasp edenlerin cezası ise el ve ayağını çapaz kesmektir. Dikkat edilirse her cezanın metninde caydırıcılık özelliği vardır. Bu ağır cezaların felsefesine bakıldığı zaman toplumun huzur içinde yaşamının teminatı ve güveni bu cezaların uygulanmasında ve icrasında olduğu görülmektedir. Cezaları ağır görüp itiraz edenler, üzerinde düşünüp iyice tefekkür etmediklerinden ileri gelmektedir; aksi halde her akıl sahibi düşünüp tefekkür ettiği zaman islami bir devletin ve toplumun huzurunun ve güveninin sağlanmasında bu cezaların olmazsa olmaz hakikatını görecektir.

4-Sadece kötülükleri yayma, fitne ve fesada gidecek zeminleri ve mekanları açma, islami ve insani değerlere ahlaki yönden zarar verme faaliyetlerinde bulunmakta olanlara hapis etme hükmü verilmiştir.

İslam hukuku, fakihler tarafından insanlığın sorunları olan meseleleri siyasi, içtima-i , ahlak-i, hukuk-i, ticari, iktisadi vesair başlıklar altında fıkıh kitaplarınd tanzim edilmiştir. Asırların değişmesi ve zamanın tağyir etmesiyle gelişmekte olan yeni sorunların ve soruların cevabı Kur’an ve sünnet ekseninde içtihat kapısı açık bırakılmıştır. Zamanın “Veli-y-ül Emri” ve islam fukahası Kur’an ve sünnetten masum imamların irşadı ile zamanın sorunlarına cevap verme yetkisine sahip kılınmışlardır. Zira islam şeriatı kıyamete kadar insanlığın sorunlarına cevap verecek bir şekilde Allah tarafından tanzim edilmiştir.

ÜÇÜNCÜ GRUBA CEVAP:

Bu grubun önemli müşkülatlarından biri olan masum imamların olmadığı bir dönemde; islami ve dini bir hükümetin olamayışının inancını ve akidesini taşımakta olmalarıdır. Elbette ki masum imamların olması ilahi adaletin işleyişinde onlar ilahi teminat mektubudurlar. Çünkü onların vereceği her hüküm ve alacakları her karar islam fıkhının temel ilkesidir. Zira onların varlığı vahyi irtibatın sürekli işleyişine delildir. İmamın gaybet döneminde olması, dini bir hükümetin ümmetin riyaset makamında olmasına mani değildir. Yüce islam peygamberi; masum imamın olmadığı bir dönemde onların görevini üstlenecek olan islam ulemasına işaret etmektedir. << Alimler; enbiyaların varisleridirler.>> diyerek ümmetin sorununu çözmüştür.

Kur’an-i Kerim’de islam ulemasına gereken saygınlık gösterilmiş ve onların makamları da beyan edilmiştir.

‘’Sana kitab’ı indiren O’dur.Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etme için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek dereceye erişenler bilirler. İlimde yüksek derecelere ulaşanlar şöyle derler: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar’’3/7

Yukarıdaki ayette ilimde üstün derecelere kavuşmuş ve üstün payeye erişmiş olan ilim adamları, kitabın özü ve ana ilkesi olan açık hükümleriyle birlikte benzerlikleri olan diğer ayetlerin zamanın tağyıratıyle gelişen sorunları cevaplandırarak islam’ın devlet fıkhını tanzim ederler. Bu zevatın Kur’an ve sünnetten hüküm çıkararak islam’ın devlet fıkhını tanzim ederek yasama, yargı ve icra makamına oturtup hükmetme yetkisini onlara yukarıdaki ayet ve hadis-i şerif vermektedir. Eğer bizler islam’ın devlet fıkhının işlemesini sadece “masumların” dönemine münhasır kılacak olursak, islam dininin evrensel oluşu inkar edilmiş olunur. Ayrıca ilim, hikmet ve marifet okullarının kapılarına kilit vurulması ve ilim tahsil etmeninde manası kalmamış olur. Çünkü hükmetmeyen bir dinin okullarını açıp ilim tahsil etmenin de bir manası yoktur. Ve hem de içtihat kapısına kilit vurarak ilmi havzaları da tatil etmek gerekir. Eğer müçtehide ihtiyaç vardır deniliyorsa demektir ki islam’ın devlet fıkhına ihtiyaç vardır; eğer islam’ın devlet fıkhına ihtiyaç söz konusu ise yasama yargı ve icra makamının da olması gerekir. Eğer işlenmiş bir suçun veya cinayetin cezasının verilmesi ilahi emirlerden bir emir ise; cezanın uygulanması da vaciptir; öyle ise ;dini bir devletin olması da ve oluşturulması da ümmet üzerinde bir vecibedir. Çünkü gayri Müslimlerin; müslümanlar üzerinde “velayet” hakkı yoktur. Ve müminlerinde müminleri bırakıp, gayr-i müslimleri veli edinmeleri yasaklanmış ve haram kılınmıştır.

‘’Müminler, müminleri bırakıp kafirleri veliler (yönetici ve önderler) edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile ilişkisini kesmiş olur; ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendisi ile korkutur, dönüş Allah’adır.’’ 3/28

Kur’an-i Kerim’de, müminlerin gayr-i müslimleri veli edinmemeleri ikazını ve uyarısını yapan ayetler, oldukça geniş bir yere sahiptir. Bu ayetler mümin ve muvvahid olan her müslümandan islami bir devletin kurulmasını ister. Zira din, insana şunu emr eder:

‘’Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalınız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.’’2/193

Ayet-i Celile çok açık bir şekilde iman ehlini muhatap alarak fitneden eser kalmayıncaya kadar ve din-i mübini islam’da Allah’ın oluncaya kadar fitneyi oluşturan rejim ve sistemlerle savaş emri vermekte. Geniş kapsamlı manaya sahip olan fitne, başta şirk, putperestlik, küfür ve zulümle birlikte içki, kumar, zina, fuhuş müesseselerini oluşturma, kan döküp gasp yapma, faiz ve sömürü kurumları oluşturmaların tamamı fitnenin kapsamına girmektedir. İnsanlığın islami ve insani değerlerine zarar veren herşey fitne olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle din insanın insani değerlerini şahsiyet ve kimliğini korumak için va’z edilmiş ilahi kanundur. Masum imamların olduğu bir dönemde dinin korunması vacip olduğu gibi masumların olmadığı bir dönemde de dini korumak her müslümanın üzerinde bir vecibedir.

Bu vecibeyi yerine getirmek için islami bir hükümetin olması da islami vecibelerden bir vecibedir. Zira güçsüz bir dinin korunması ve hayata alınması mümkün olmadığı gibi bid’at ve hurafelerden arındırılması da mümkün olmayacaktır. Ve fitne denilen bu salgın hastalık herkesin kapısını çalacak ve insan denilen bu kıymetli varlığı; hayvani bir hayat sürdürmeye davet edecektir. Buna binaen yukarıdaki ayet her asrın muslümanını muhatap alarak şöyle der: ‘’Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalınız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.’’ Der Ve insaniyet mektebinin belli bir düzen ve intizam içinde işleyişine ayetin metninde üç hedef belirlenmekte; bunlardan birincisi dinin beşerin yönetim ve idaresinde icra makamında olması isteğidir; ikinci hedef ise şirkten, küfürden ve zulümden hiç bir eserin kalmaması isteğidir; üçüncü hedefte ise fitne ve fesattan arındırılmış islami bir hükümetin olması isteğidir. Bu üç hedefin tahakkuk edebilmesi ve dinin devlet olması için her müslümanın bulunduğu asırda zalim ve diktatör rejimlere karşı direnerek mücadele etmeleri ilahi emirlerden bir emirdir.

“Masum imamın” olmadığı bir dönemde “islami hükümet” olmaz diyenler, zalim ve diktatör olan sömürgecilere islam ümmetinin namusunu, şahsiyetini, izzetini beş para edecek olan bu iddia; müstekbirlere kapılarını sonuna kadar açmalarına vesile olmuştur. Ve aynı zamanda müslümanların milli geliri olan yeraltı ve yerüstü tabi-i kaynaklarını sömürmelerini de kolaylaştırmıştır. Ayrıca bu nurani ve mukaddes dini çıkar ve menfaatlarına, makam ve saltanatlarına araç olarak kullanan kötü ve eşrar insanların elinde tutsak olarak istedikleri şekilde kullanıp onunla dünyalarını kazanıyorlar.

Emir-el Müminin Ali (a.s) şöyle buyurur: ‘’Böyle olunca bu din eşrar( zalim) insanların elinde esir olur ve onunla dünyalarını ve dünya metaını elde etmek için ondan faydalanırlar.’’

DÖRDÜNCÜ GRUBA CEVAP:

Bu gruba göre, din nurani ve kutsi bir çehreye sahiptir; dünya işlerine mudahil olamaz; zira dünya işleri kirli işler olduğundan dolayı, o temiz çehreyi kirletir diye iddia ederler. Bu iddia Kur’an-i Mecid’in metnine ve gönderiliş hikmetine ve islam peygamberinin manevi şahsiyetine ters bir iddiadır. Dinin nuraniyet ve kudsiyetinden hiç bir surette şüphe edilmemelidir. Zira onun nurani oluşu şu karanlık dünyayı aydınlatmak ve insanları bu dünyada eşit ve adil bir düzen içinde yaşatmak içindir. İnsanların mal, can ve namusunu korumak ve teminat altına alınması içindir. Bu nedenle yaratıcı olan Allah, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) vasıtasıyla beşeriyetin yönetim ve idaresi için göndermiş olduğu Kur’an-i Kerim’in tümüne din adı vermiştir; ve şöyle buyurmuştur:

‘’Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!’’ 5/105

Peygamberlerin gönderilişinde ki hikmet ve felsefesinde, insanları Allah’ın dinine göre idare etmek vardır. Bu nedenle yukarıdaki ayetten çıkaracağımız ders, nurani ve pak çehresiyle yüce peygamber, kudsiyetine inandığımız Kur’an-i Kerim ile insanlığın karanlık dünyasını aydınlatacak, onların huzur içinde yaşamlarını ilahi hükümlerle garanti edecek dersini vermektedir. Ayrıca insanın yaradılış felsefesinde insanın yeryüzünde Allah adına hükmetmek için onu halifesi olarak yeryüzüne atamıştır.Şöyle ki:

‘’Hatırla ki Rabb’in meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamd ile seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? Dediler. Allah’da onlara: Sizin bilmeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.’’ 2/30

Yukarıdaki ayeti dikkatlice okursak, ayetin insan hakkında verdiği bilgi ve görev Adem’in yaratılmasından önce yeri, makamı ve görevi belirlenmiştir. Önce melekleri uyarıyor! ‘’Hatırla ki Rabb’in meleklere: Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım, dedi.’’ Adem’in yaratılmasından meleklerin haberdar edilmesi Adem’in üstün bir kimlikle yaratılacağına işaret etmektedir. Kutsiyetleri ve dereceleri en yüksek olan meleklerin fevkinde “insan” denilen Adem’in yaradılışı melekleri hayrete düşürmüştü! Onun mukaddes oluşu; ona verilen yeryüzündeki ilahi hilafet görevidir. Bu görev ilahi elçiler vasıtasıyla göndermiş olduğu kitaplar ve kanunlarla yönetip idare edilmesi içindir.

Dinin mukaddes ve nurani oluşunu iddia edip, insanların yönetim ve idaresinden uzak tutmak isteyenler büyük bir yanılgı içinde olduklarını yukarıdaki ayet-i celile çok net bir şekilde onlara cevap vermektedir. İlahi hükümlerin, yönetim ve idare şeklinin ilahi olmasındaki hedef; insanları fıtratlarındaki nurani ve kudsi olan kimliğiyle tanıştırmak içindir. Aksi halde insanlar azgın nefislerinin istek ve arzularına göre hazırlamış oldukları ideolojilerle beşeriyeti yönetmeye ve idare etmeye kalkışırlar ki bununla yeryüzünde fitne çıkarıp kan dökmüş olurlar. Bu eylemleriyle kovulmuş azgın şeytanın yanında yer almış olurlar.

Dinin kutsiyetine ve nuraniyetine inandıklarını iddia edenler, insanın yaradılış felsefesini, semavi dinlerin ve elçilerinin gönderilmesinin hikmetini bilmeyişleri ortaya çıkmaktadır. Bu zatlara tavsiyemiz şudur: Lütfen Allah’ın kitabı olan Kur’an-i Kerim’i iyice okuyun ve onun gönderiliş gayesini ve hikmetini iyice araştırın ki ilahi kitabın, nasıl insanları idare edebileceğini ve koymuş olduğu kanun ve yasaları çok açık bir şekilde görmüş olacaklar; aynı zamanda dinin nurani çehresi ve kutsiyetinin insanlığı nasıl aydınlattığını ve dinin adil bir toplumu nasıl oluşturduğunu da görmüş olacaklar. İkinci olarak da, yüce islam peygamberi Hz.Muhammed’in (s.a.a) hayatını ve on yıllık Medine’deki yönetmiş olduğu devleti nasıl ve ne ile yönettiğini okusunlar ve öğrensinler!.

Yüce islam dininin insanları yönetecek ve idare edecek bir kapasiteye sahip olmadığını, veya dinin efsane olduğunu iddia edenlere veya dinin kutsiyetine inananların dinin dünya işleriyle kirletilmemesine veya masum imamların olmadığı bir dönemde islami bir devletin olmamasına inanananlara islam dininin bizatihi kendisi onlara cevap vermektedir.

‘’Kim islam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla ve asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.’’ 3/85

Yaratılmışların yaratıcısı, mürebbisi, musavviri, müddebiri ve yöneticsi olan Allah; yaratmış olduğu kullarını uyarır ve tehditvari ikaz eder! ‘’Kim islam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki ondan kabul edilmeyecek ve o; ahirette husrana uğrayanlardan olacaktır.’’Fermanı ile ciddi ve oldukça önemli bir konuya dikkati çeker. ‘’ Allah katında hak din İslam’dır’’ hükmünü vererek tüm dinleri, kanun ve yönetmenliklerini iptal eder ve kanun koyma yetkisi sadece Allah’a ait olduğunu ilan eder. Artık inanmış bir insan veya devlet yönetcisi için islam’dan başka bir seçeneği kalmamıştır. Çünkü islam genel manada hakk’a teslim olmaktır. Özel manada ise tek Allah inancına dayanan ve Hz. Muhammed(s.a.a.)in risaleti ile kemal noktasına ulaştırılmış bulunan ilahi kanunların ve düsturların bütünü kast edilmektedir. Artık beşeriyete din olarak Allah islam’ı seçmiştir. Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: ‘’Kim bizim dinimizde olmayan bir ameli yaparsa rededilmiştir’’ Hadisin metninden alınacak ders şudur: ister ibadi, ister siyasi, ister iktisadi ve isterse sosyal yaşamın ilkeleri olsun fark etmez; yapılacak olan işin İslam’ın anayasal metnine uygun olması gerekir; aksi halde merduttur.

İslam dini; beşeriyetin geçmişte, bugün ve gelecekte hayati ve içtima-i sorunlarına ve yaşamının şekillenmesinde ve idari mekanizmasının adilane çalışmasına, siyasi yapılanmaya, uluslararası ticari ilişkilere, devlet düzenine ve iktisadi yapılanmaya cevap verecek bir kapatiseye sahiptir. Zira beşeriyetin sahibi olan Allah; islamı; din olarak insanlığa seçmiştir.

Dinin tarifi:

Genel olarak dini derli toplu tarif etmek oldukça zordur. Zira dinler hakkında yapılan tariflerde bir birlik sağlanmamıştır.Biz; sadece islam dinini tarifini yaparak konumuza senet teşkil etmiş olmasını ifade edelim.

İslami ahkamın ve kanunların öğretilerine bakarak şu tarif yapılabilinir: Din; genel anlamda akaid, ahlak kanunları ve mukararatların (Kararlar-Hükümler) genelidir ki onunla insanların ferdin ve toplumsal yaşantısında olmazsa olmaz işlerini, hukuki ve siyasi, iktisadi ve ticari ihtiyaç ve sorunlarını çözecek ve onlara dünya ve ahiret saadetini kazandırmak için tedvin edilmiştir.

Hakiki din Allah katında İslam’dır ve akaid’de islam’ın genel ve asil yolları olan hukuk, ahlak ve fıkıh birdir; ‘’Allah katında din İslam’dır’’ Fer-i ve cüz-i yollarda şeriat ve menhec olarak isimlendirilmiş bir imtiyazdır. ‘’Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu kitabı (Kur’anı), gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde bütün Ehl-i Kitab’ın aralarında, Allah’ın sana indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikatı terkedip de onların keyfine uyma! Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği farklı şeriatlar dairesinde sizi imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı. Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Zaten hepinizin dönüşü Allah’a olacaktır. O’da hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri size tek tek bildirecektir. (haklıyı haksızı iyice belli edecektir). 5/48

Bu ayette Kur’an-ı Kerim’in makamını ve önemini geçmiş enbiyanın kitaplarından sonra zikir edilmiştir. Ayette geçen ‘’müheymin’’ kelimesinin manası bir şeyin koruyucusu, şahidi, murakıbı, ve emini aynı zamanda bir şeyi kendinde saklayan ve koruma altına alan demektir. Kur’an-ı Mecid önceki semavi kitapların muhtevasını koruma altına almış ve onları tamamlamaktadır, ve bu nedenle ’’müheymin’’ lafzı kullanılmıştır ve şöyle buyurur. ‘’Biz bu kitabı (Kur’an’ı) önceki kitapları tasdik edici hak bir kitap olarak sana indirdik (ve onun nişaneleri önceki kitaplardakileri tatbik eder) ve onu korur ve onun bekçiliğini yapar.’’

Esas da semavi dinler; usul-i meselelerde birbiriyle tam bir uyum içindedirler. Zira insanların terbiye ve tekamülünde aynı hedefi takib ederler. Her ne kadar fer-i meselelerde farklılık görülse de, kanunların tedrici tekamülünde yeni ayınnamenin; bir öncekine nisbeten daha geniş hedeflere doğru hareket ettiğine işaret eder.

Bu nedenle ‘’muheyminen aleyhi’’ nin zikri ‘’museddiken lima beyne yedeyhi’’ den sonra kelimesi bu hakikate işaret etmektedir ki önceki kitapları tasdik ile beraber daha geniş programlar sunar.

Ayetin devamında şöyle emreder:(fehkum beynehum bima enze’lellah) Tıpkı Allah’ın indirdiği şekilde onların arasında hükmet.’’Bu ferman gereğince ister  “mesihi” olsun, ister “Yahudi”, ister “Müslüman” olsun, ister başka inançların mensubu olsunlar, onların arasında Allah’ın sana indirdiği kitapla onlara hükmet ve ona göre yargıla. ‘’Sakın onların istek ve arzularına uyma.’’ Uyarısıyla tüm islam ümmetini muhatap almaktadır. Ayetlerin arka arkaya Allah’ın gönderdiği ilahi hükümlerle hükmetmeyi ve hava ve heveslere göre hareket edilmemesini emir ederken Maide suresinin 50. Ayetiyle ciddi bir uyarı yapar ve şöyle buyurur:

‘’Yoksa onlar; (islam öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, Allah’dan daha güzel kim hüküm koyabilir.’’

Bu ayet günümüz yöneticileri ve yöneticileri destekleyenleri ciddi bir şekilde uyarıyor ve şöyle ferman ediyor: ‘’yoksa sizler; dinden arındırılmış, laik ve seküler bir din mi arıyorsunuz? Yoksa gayr-i islami rejimlerin yasalarını taklit ederek yeni bir yasamı yapmak istiyorsunuz? Bilin ki sizden böyle bir yasa kabul edilmeyecektir ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaksınız.

‘’Allah katında kabul edilen din İslam’dır.’’ Ayetiyle yukarıdaki ayet arasında irtibat kurarak dinin gerçek tarifi ve özü ortaya çıkmış olsun! Beşeriyeti karanlıklardan aydınlığa, sapık yollardan hidayete, cehaletten marifete kavuşturmak için göndermiş olduğu elçileriyle birlikte ahlaki, akidevi,hukuki, siyasi, iktisadi ve ticari hayatın yol haritası olan semavi kitapları da beraberlerinde göndermiştir. Bu kitapların mecmuasına ‘’Allah katında kabul edilen din İslam’dır‘’ adı verilmiştir. Tüm peygamberlerin getirmiş olduklar ilahi kitapların tamamında ilke olarak belirlenmiş yasalarda herhangi bir değişiklik yoktur. Ancak fer-i ve cüz-i meselelerde her ümmet için bir şeriat ve menhec imtiyaz olarak verilmiştir ki oda onların imtihanı içindir.

Buna binaen makbul, makul ve gerçek olan ilahi dinde çeşitlilik olmaz bu nedenle dinler diye tabir etmek te doğru olmaz; zira hak olan din bir tanedir, batıl dinlerle aynı teraziye koyarak dinin tarifini yapmak insanları delalete ve sapıklığa doğru yönlendirilmiş olunur ki hakiki dini yavaş yavaş küçülterek, seküler bir anlayışa doğru insanları yönlendirmiş olurlar. Batı dünyasının laik ve seküler bir yönetimi kabullenmesinde tahrif edilmiş dinler sebep olmuştur. Semavi dinin özünden ve hakikatından uzaklaşan din adamları ve toplum, hurafeyi ve bid’at dolu bir din anlayışı insanları, dinin olmadığı başka ideolojilere yönelmelerine kapı açmıştır. İster Mesihi’lerin olsun, isterse Yahudi’lerin olsun ve isterse müslümanların yöneticileri olsun tarihin verilerine göre semavi din olan islam’a en büyük haksızlığı yapmışlardır. Çünkü ayakta durabilme siyasetlerini din üzerinden yaparak çıkarlarını, menfaat ve makamlarını dinin sırtına binerek elde etmişlerdir ve din halklar nezdinde sömürgeci, uyuşturucu ve gelişmeye engel olan bir efsane olarak isimlendirilmiştir. Bu nedenle dinin tarifini ve tanımını dinin kendisi olan Kur’an-i Mecid’ten yaptığı tarife göre yaparak dini tanıtmak gerekir.

O, ‘’Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin’’  diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza ibrahim’e Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı. Senin insanları davet ettiğin esaslar, müşriklere çok ağır gelmektedir. Halbuki Allah dilediği kullarını bu din için seçer ve gönülden kendine yönelenleri doğru yola iletir:’’ 42/13

BU ayete binaen dinin tarifi açıklanmıştır. Şeriat sahibi peygamberlerin dinin bir olduğu beyan edildikten sonra dinin tarifi açıklık kazanmıştır.

Din:Allah tarafından peygamberler aracılığı ile insanlara ulaştırılan kanundur. Dinin kurucusu Allah’tır muhatabı ise insanlardır.

Din: Akıl sahibi insanları, kendi tercihleriyle bizzatihi hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur.

Din: Arapça kökenli bir bir sözcük olan “din” sözcüğü köken itibariyle yol, hukuk, ceza ve mukafaat anlamlarına gelir.

Dini hükümler: Dinin metnine insaflı bir bakışla bakılırsa, zihinlerde muamma olan ve cevaplanması beklenen sorular kısada olsa özet olarak açıklanmış olur. Özetle: ictima-i meselelerde, iktisadi meselelerde, siyasi meselelerde vesaire.. ihtisası vardır; misal:

1-Keyferi ve hudutlar, cezalar, kısas, tazirat, icra ve af.

2-Ticari muameleler, müşareket(Ortaklık), kar, mülkiyet ve bunlar gibi.

3- Savaş, sulh, başkalarına zulmetmeme, müslümanlar arasındaki ticari, siyasi, ahlaki ve içtima-i ilişkileri düzenleyen kanunlar ve diğer uluslarla olan ilişkileri belirleyen kanunlar.

4-Huzurlu bir yaşam için belirlenmiş ilkeler, istişare, müdüriyet, toplumun fertleri arasında adil dağılım, insanların hayatını koruma, adaletin ve emniyetin sağlanması...

5-İnsanların can, mal ve namus emniyeti garanti eden kanun ve yasaların vaz etmiştir...

İnsaflı ve vicdani düşünebilecek olan bir insan, nasıl insanın hayatına en güzel bir düzen koymuş olan Allah’ın kanunlarını göz ardı ederek dinin insanın dünyasına verecek bir programı olmadığını kabul edebilir ve laik, seküler bir düzeni insanlığın yönetimine reva görebilir. Akli ve mantıki düşünme gücüne sahip olan bir insan, Allah’ın yeryüzüne halife kıldığı insana dünyevi bir düzen ve yönetim şeklini ona vermemiş olsun! O zaman hilafetin bir anlamı ve bir manası da kalmamış olur. Eğer insan Allah’ın halifesi ise; o zaman hilafet makamının da insanları yönetecek bir idare şeklide kesin olmalıdır ki: vardır.

Bazı insanlar; hangi akıl ve mantığa dayanarak Kur’an-i Kerim’in hiç bir ayetinde müminlerin hükümet kurmaları emrolunmamıştır?.. diyorlar!. Bu zatların düşünmeden ve akletmeden yapmış oldukları söylemler, gösteriyor ki bunlar Kur’an-i Mecid’ten nasibini almamışlardır. Eğer bu zatlar Kur’an-i Kerim’e müracaat etmiş olsalardı Kur’an-i Kerim onlara islami devletin kurulmasını emreden ayetleri göstermiş olacaktı. Bizzatihi “Zat-i Aktesi ilahi” Resulü Muhammed’e ( s.a.a.) hitaben şöyle buyurur:

‘’Biz; bu kitabı hak olarak sana indirdik, ta Allah’ın sana öğrettiği şekilde insanlar arasında hükmedesin; sakın hainlerden taraf olma! 4/105

Ayetin metnine bakıldığı zaman muhatap aldığı peygambere, vahye dayalı bir hükümeti kurmasını ister. ‘’İnsanlar arasında Allah’ın sana öğrettiği şekilde hükmet’’ hükmü gereğince peygamber, ilahi hükümetin kurulması için görevlendirilmiştir. İlahi hükümetin ihtilafların giderilmesi, suçlunun tesbiti ve cezalandırılması, hakkın hak sahibine verilmesi, mazlum ve zayıf insanların korunması, mazlumun hakkını zalimden alması, güvenliğin ve emniyetin sağlanması ve adil bir yargının işlemesi için bir hükümetin tesis edilmesini peygamberden ister. Ve ’’Biz semavi kitabı hak olarak sana indirdik ki, tıpkı sana öğretilmiş vahyin fermanına göre insanlar arasında hükmeden bir hakim olasın; sakın hainleri himaye edenlerden olma’’ fermanıyla peygamberi yargı makamına nasbeder. Ve müminlere şöyle emreder:

‘’Peygamber size neyi emrederse onu yapın ve sizi neden yasaklarsa onu yapmayın.’’ 59/7

Bu ayetle fertleri devleti yönetenlere karşı itaatlı olmalarını ister ve milletle - devlet arasındaki ilişkileri ve yardımlaşmayı emrederek; devletle milletin barış içinde yaşamasını güvence altına alır ve adaletli bir devlet ve adil bir toplumun oluşmasını sağlamış olur.

‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.’’ 47/33

Yukarıdaki ayetler, müminleri muhatap alarak Allah’a Ve O’nun Resulüne itaat etmeye davet eder ve şöyle der: ‘’Peygamber size neyi emrederse onu yerine getirin  ve sizi neden yasaklamış ise onu yapmayın’’ emriyle insanların hayatına bir düzen vermiş olur ve böylece yapılması gerekli olan işlerde de Allah ve Resulüne itaat etmeye davet eder. Aksi halde yapmış oldukları tüm ameller boş ve faydasız olur uyarısı yapılmakta; çünkü, Allah ve Resulü beşeriyete hayat verecek ve onların güven ve emniyetini sağlayacak kanunlar koymuştur.

Ve şöyle buyurur:

‘’Ey inananlar! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere; sizi davet ettiğinde ona icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.’’ 8/24

Allah ve Resulünün insanları davet ettikleri şey “İslam Dini’dir”. İslam dini ise insana hayat veren ve hayatın tadını tattıran ve yaşamını Allah ve Resulünün emir ve yasaklarına göre şekillendiren ilahi bir yönetim şeklidir. Sübhan olan Allah şu ayette şöyle buyurur:

‘’Şu kesindir ki Biz Resüllerimizi açık delillerle gönderdik, ve onlarla beraber kitabı ve adalet terazisini gönderdik ta insanlar arasında adaleti ayakta tutsunlar. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu Allah’ın, dinine ve peygamberlerine gaybe inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.’’ 57/25

Peygamberlerin gönderilişinin asıl hedefi:           

Kur’an’ın en geniş ve pur muhteva ayetlerinden biri olan yukarıdaki ayeti celile şu manaya işaret eder; Enbiyanın gönderilişindeki hedefi; dakik olarak programını şöyle açıklar: ‘’Biz Resullerimizi açık delillerle gönderdik ve Onlarla beraber semavi kitap ve adalet terazisini gönderdik’’ ‘’Ta adaleti insanlar arasında ayakta tutsunlar.’’

Ayetin muhteva ettiği manaya bakıldığında peygamberlerin bir çok hedefler için gönderildiği ortaya çıkmış olur. Ayette geçen ‘’Beyyinat’’ lafzı geniş kapsamlı mana taşıdığını ifade ederek açık deliller olarak mana edilmiştir ki peygamberlerin hayatında gerçekleşmiş mucizeler ve akli deliller peygamberlerin şahsında tecelli etmiştir. ‘’Kitap’’ semavi kitaba işaret edilerek insaniyet mektebinin tekamül sürecinde yol göstererek insana yakışır kemalete doğru irşat eder. Amma ‘’mizan’’ tartı manasını taşır; Ayetteki ‘’mizan’’ manevi bir ölçü birimi olması nedeniyle insanların bütün amellerini onunla tartma imkanı sağlanır.

O ahkam ve ilahi kanunlardır; veya ayınnameyi ilahinin tamamıdır. Bu tertibe göre peygamberler üç tane vesile ile mücehhez idiler: Açık deliller, Semavi kitap ve Hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayıran ölçü ile gönderilmişlerdir. Buna binaen bu büyük insanların gönderilişinde ki hedef adaletin tesisi içindir.Zira biliyoruz ki enbiya-i ilahi birçok hedefleri takip ederler. Şöyle ki talim ve terbiye müessesini ve kurumlarını oluşturma ve ilim, hikmet ve marifetle birlikte manevi ve maddi yönden ruhsal ve bedensel eğitim vererek onu zinde tutma ve insaniyet mektebinde başarılı adımlar atmasına yol göstericilik yapar. Bu ifadeler Cuma suresinin ikinci ayetiyle enbiyanın görevleri arasında beyan edilmiştir. ‘’O, ümmiler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları (şirkten küfürden, her türlü nifak ve günahlardan, cehalet ve bilgisizlikten) arındırır ve temizler, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.’’ 62/2

Önemli hedeflerden biride esaret ve kölelik zinciriyle ağır yükler altında ezilen mazlumun, omuzlarındaki ağır yükü kaldırmaktır. Kur’an-i Mecid şöyle haber verir:

‘’Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmi peygambere tabi olurlar. O peygamber ki kendilerine meşru şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nura tabi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır.’’ 7/157

İslam dininin hedefleri arasında en önemlisi; cahili toplumlarda ki sömürgeci zihniyete sahip olan müstekbirlerin, mazlum ve çaresiz insanların üzerinde taht kurarak elleri kelepçeli, ayağında zincir olan insanların ayaklarındaki zincirleri ellerinde ki kelepçeleri ve sırtlarındaki ağır yükü kaldırarak onları özgürlüklerine kavuşturup insanca yaşamanın zevkini onlara yaşatmaktır.

Diğer bir hedef ise; ahlaki değerleri en güzel ve en üst derecelere kavuşturmaktır. İslam peygamberi şöyle buyurmuştur: ‘’Ben; güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.’’

Adaletin sağlanabilmesi ve insan haklarının korunabilmesi ancak ahlaken kamil olmuş bir devlet ve ahlaki kurallara riayet eden bir toplumda gerçekleşmiş olur. Ahlakın; devlet yönetiminden ta ferdin özel hayatına kadar etkileyeci rolü vardır. Misal: Bir devletin kurumları arasındaki ilişkiler; belirlenmiş ahlaki kurallar içinde gerçekleşmesi gerekir ki aksi halde hercümerc olur. Güzel bir ahlaka sahip olmak içinde iman, takva, tezkiye ve salih amel gerekir ki devletin sosyal işleyişinde ve fertlerin arasındaki ticari, iktisadi, siyasi ve içtimai ilişkiler peygamberin bırakmış olduğu ilkeler üzere devam etmiş olsun.

Hedeflerden diğer biri ise; tartı ve ölçüde doğruluk ilkesi olan ‘’kıst ve adalet’’ peygamberlerin hedeflerinin temel ilkelerinden biridir; zira kıst ve adalet; insaniyet mektebinin ayakta durabilmesinin temel sütunlarıdır. Bu nedenle peygamberlerin en çok dikkatle üzerinde durdukları konu olmuştur. Bu tertibe göre peygamberlerin gönderilişindeki asıl hedefler, kültürel, ahlaki, siyasi, iktisadi, hukuki ve içtima-i olarak hulasa edilebilinir.

Her ne kadar insanlık camiası ahlak, itikad ve takvada üstün bir konuma gelmiş olsa da; yine isyankar, zalim ve zorba insanlar kıst ve adaletin işlemesine mani olurlar. Bu tip şerur insanları islah etme ve toplumun düzenini bozmak isteyenlere karşı; emniyet kurum ve kuruluşlarını ve düzenli ordunun kurulmasını emreden İslam Dini, ayetin devamında şöyle beyanda bulunur: ‘’İnsanlar için faydası olan demiri de indirdik’’ hükmü gereğince insanın hayati meselesi olan yasa (kitab) yargı, ölçü ve adalet şeruır insanların şerrinden korunması için devlet gücü olan silahın, kurum ve kuruluşların tesis edilmesinin hükmü verilmiştir. Zira insan; güven ve emniyet içinde yaşayabilmesi için dört tane önemli kuruma muhtaçtır: ziraat, sanat, mesken ve hükümet bunlar beşeriyetin olmazsa olmaz ihtiyacıdır. Gıda, elbise ve mesken ve bunlar için gerekli olan sanat, sosyal bir yapıya içtima-i bir yaşama sahip olan insan tek başına yaşamını sürdürmesi ve sorunlarını hal etmesi mümkün olmaz veya diğer bir ifade ile mesalihi ictima-i ancak toplumsal vesile ile temin edilir.

Toplumsal yaşama kimliğine sahip olan insan, ister istemez yüz yüze gelecek istenmeyen sorunları yaşayacaktır. Sorunların haledilmesi ihtilafların giderilmesi ve sorunların çözülmesi için de bir hükümete ihtiyaç vardır ki ilahi adaleti insanlar arasında icra etsin. Oldukça manidardır; insanın hayatı ile yakın ilişki içinde olan dört ana unsurun dördününde demire ihtiyacı var. Eğer demir olmamış olmasaydı insanın yaşamı oldukça müşkül olacaktı; Bu nedenle insanın ihtiyacı olan demiri yaratan Allah, kullarının yaşamını kolaylaştırmıştır ve şöyle buyurmuştur: ‘’Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.’’

İnsanlık tarihinden günümüze kadar uzana gelen medeniyetin ve sanayinin en temel maddesini oluşturan ve insanlığın ulaşmış olduğu bugünkü sanayi, teknoloji ve sanatın oluşumunda demirin büyük bir yere sahip olduğu bir gerçektir. Bu maden, barış ve savaş durumunda güç ve kuvvetin esası ve sembolüdür. Hakikati ve adaleti yayıp, onu savunmanın maddi kuvveti gerektirdiğine dikkati çekmektedir. Allah-u Teala hak dinin delillerini, kitap ve mizanı, hakla batıl arasındaki ölçüyü, adalet terazisini göndererek insanları mutlu kılmak istemiştir. Allah hak dini üstün kılmak için hiç bir güce muhtaç değildir; ancak imanında sadık ve dininde samimi olanla olmayanı birbirinden ayırt etmek için dinin korunmasını; dine inananlara bırakmıştır ki onlar mallarıyla canlarıyla onu koruyarak Allah indinde üstün derecelere kavuşmuş olsunlar. Buna binaen samimi olanla olmayanı, münafıkla mümini birbirinden ayırt etmiş olsun ki ;hakla batıl tamamen birbirinden ayrılmış olsun ve hak dini yok etmek ve ona karşı çıkmak ve hak dini yok etmek isteyenlere karşı savunma gücünü tesis ederek silah üretimi için demiri önermektedir.

İslam dininin ilim ve tekniğe, modernleşme ve bilime karşı olduğunu iddia edenlere Kur’an-i Hakim, medeniyet ve teknikte, Sanaat ve bilimsel çalışmalarda en etkin rolü olan demiri şöyle tarif eder’’ onda (demirde) büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır’’ tarihteki medeniyetlerin ve günümüzde varılmış noktanın özünü teşkil eden demir; sayılmayacak kadar insan hayatına faide sunmuştur.

İslam dininin; ilme, tekniğe ve bilimsel çalışmaya ne kadar önem verdiğini Kur’an ayetlerinden dinleyelim:

‘’Rahman- Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı ona konuşmayı Öğretti.’’ 55/ 1-4

Surenin başındaki şu dört ayet; muazzam ve oldukça geniş ve derin bir gerçeği bildirmektedir. Rahmeti herşeyi kuşatan Allah, merhamet ve şefkatle yaratıp kemale erdirdiği insana olan rahmetini tamamlamak için ona Kur’an’ı göndermiş, onu cehalet karanlıklarından kurtarmıştır. Kelamı olan Kur’an’ı anlaması için, yarattığı bu insana düşünüp ifade etme kabiliyeti vermiştir.

‘’Güneş ve ay bir hesap ile hareket eder. Yıldızlar ve bitkiler hep birlikte secdededirler. Göğü bu ahenkle O yükseltti ve bu mizanı (dengeyi) koydu.” 55/5

Yukarıdaki ayetlerde açıklandığına göre yaratılmışlar arasında üstün bir kimliğe sahip kılınmış insan; düşünme ve beyan etme özelliğiyle diğer canlılardan ayrılmıştır. Ay ve güneş, belirlenen ve bilinen bir ölçüye göre kendi yörüngelerinde akıp gitmektedirler. Gök ve yer yaratılmış aralarında denge ve düzen sağlanmıştır.

‘’Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın. Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçaltıp döşedi. Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır. Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?...’’ 55/ 7-13

‘’Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cinleri öz ateşten yarattı. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? 55/13-16

İnsanın; ilk yaradılışına dikkat çeken ayeti celile!...

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle