KURAN’DA ÖVÜLEN PEYGAMBER

Per, 19/01/2017 - 11:31

Yüce İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) yüce şahsiyetini, kimliğini ve beşeriyetin hayatındaki üstün yerini beyan eden ayetler, neticede mü’minlerin vazifelerini ve takip edecekleri yol güzergahının ana hatlarını açıklar.

KURAN’DA ÖVÜLEN PEYGAMBER

Ey şanı yüce peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle O’nun yoluna davet eden bir peygamber ve aydınlatıcı bir nur olarak gönderdik. Sen, mü’minlere Allah’tan büyük bir lütüfa nail olacaklarını müjdele! Sakın kafirlere, münafıklara itaat etme ve onların hevasına uyma, onların verdikleri sıkıntılara şimdilik aldırma ve yalınız Allah’a güven. Koruyucu olarak Allah yeter.’’ 33/45-48

Yüce İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) yüce şahsiyetini, kimliğini ve beşeriyetin hayatındaki üstün yerini beyan eden yukarıdaki ayetler, netice olarak da mü’minlerin vazifelerini ve takip edecekleri yol güzergahının ana hatlarını açıklar.

Yukarıdaki dört ayetin ilk iki ayetinde, peygamberin maddi ve manevi değerlerle donatılmış beş özel sıfatından bahseder. Son iki ayette ise peygamberi muhatap alarak ümmetinin beş önemli ve özel vazifesini açıklar.

Önce oldukça dikkatleri toplayan ve insanı derin tefekküre sevk eden ve insana uyarı yaparak dikkatini peygamberin beyan edilecek sıfatına çeken Allah, şöyle izahta bulunur. „Ey nebi! Biz seni hakikaten şahid olarak gönderdik.’’

Evet! Tüyleri ürperten akıllara durgunluk veren ve oldukça mana yüklü bir ifade. Özelde ümmetinin, genelde tüm insanların amellerine şahitlik yapacak olan peygamberini insanlığa tanıtmak ister ve şöyle açıklama getirir. „De ki: İstediğinizi yapın; Allah,  O’nun Resulü ve mü’minler yaptıklarınızı görecektir.’’ 9/105

Bu ayetle yüce Allah peygamberine destur veriyor ve insanlara bu ayetin metninde var olan hakikatı bildirmesini istiyor. „ De ki: Amellerinizi ve vazifelerinizi yapın ve şunu bilin ki Allah, peygamber ve mü’minler sizin amellerinizi kesin görecekler.’’ Peygamber ve  (masum) imamlara verilen bu imtiyaz insanlık tarihine yeni bir sayfa açarak denetim ve kontrol sahasını biraz daha genişletmektedir. Çünkü insan ulvi değerlerle yaratılmışlar arasında özel bir kimlikle belli bir makama sahipse de, onu küçültüp değersiz kılacak ve küçültecek yedek bir yanı da vardır; bu oluşum onun meleklerden ayıran “nefis” verilen insan için üstün bir kimliktir, ancak akıl, irade ve tefekkür sayesinde bu değerli kimlik korunmalıdır; aksi halde olumsuz garizeler ve dıştan müdahaleler onu azdırarak “nefs-i emareye” dönüştürür ki tüm güzel değerlerini ucuz şeylere satarak iflas eder; bu nedenledir ki Allah (cellecelaluhu) kullarına sonsuz merhametinden dolayı suç işleme oranını düşürmek için kontrolları manevi kamera sistemlerini  çoğaltarak yukardaki ayetle şu ikazda bulunmakta; sanmayın ki gizli ve kapalı yapmış olduğunuz işler Allah’ın ilminden gizli ve kapalı kalmış olsun. İlaveten peygamber ve mü’minlerde haberdar olacaklardır ve göreceklerdir.

Ayetin metnindeki hakikate iman edilecek olunursa insanın amelinde ciddi bir temizlik ve derin bir eser bırakacaktır. Eğer; insan kendisini takib eden biri olduğunu hissetmiş olsa atacağı adımı, söyleyecek sözünü ve yapacağı işi dikkatle yapar ki mahcubiyet ve utanma meydana gelmemiş olsun; o halde insan inansa veya hissetse ki Allah, peygamber ve mü’minler (masum imamlar) onun yaptıklarından haberdar olacaktır, imanı ona kötü ve çirkin bir ameli yapmasına müsaade etmeyecektir. Bu inanç ve akide mesiri hak’ta kemalat ve hedefe varmada ki engelleri kaldırmada müessir bir  güçtür.

Aklı muhakemeye ve düşünmeye zorlayan diğer bir ayette ise Allah peygamberinin değerini insanlığa şöyle beyan eder:

„Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve seni de bunlara şahid kıldığımız zaman durumları nasıl olacak?’’ 4/41

 İlginç bir sahne, perdeleri aralayarak dünya ve ahiret sahnelerinden insana insaniyet dersi vererek ulvi makamlara ve kemaletin son noktasına varabilmenin yolunu peygamberinin hayatından beşeriyete yansıtarak başvuru merciinin adresini gösterir ve insana risalet ve nübuvvet mektebinin son halkası olan yüce islam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) makamını ve insanlar arasındaki yüce yerini ve azametini insanlığa açıklar ve tanıtır.

Önce ümmetinin amellerine şahit olacağını kanıtlar: „Ey Nebi! Biz seni şahid olasın diye gönderdik.’’ Bu peygamberine verilen bir imtiyazdır ki peygamberin ümmeti üzerindeki yetkisi ve tasarruf hakkına sahip olduğu ve ümmetiyle yakın bir ilişkide olduğunu ayetin metni açıkça beyan etmektedir. Feraset ve marifet sahibi olan mü’minler bu ilişkiyi yakinen his eder ve mana alemindeki ilişkisiyle maddi dünyasına düzen ve intizam verir; zira Allah’ın izniyle amellerine şahit olacak peygamberinin huzurunda günah işlemekten haya eder ve utanır; bu inanç insanı maddi ve manevi yönde  kontrola alır ve insaniyet mektebinden aldığı bir kimlikle yaratanına dönüşünü sağlamış olur.

Garip bir soru akla gelebilir: Allah cellecelaluhu kullarını gören, işiten ve bilendir ve hiç bir şey ondan gizli olmadığı halde neden peygamberi ümmetine şahid tutmuştur?

Cevap: Zat-i akdesi ilahinin zatına kasem olsun ki hiç bir şey onun izni olmadıkça hareket etmesi mümkün değildir; her şey onun bilgisi ve izni dahilinde hareket etmektedir; peygamberi ümmetine ve geçmiş ümmetlere şahid olması da yine O’nun izniyle gerçekleşmektedir; Allah’ın hükmü her şeye kafi geldiği halde kainat düzeninin işleyişinde görevlendirilmiş görülen ve görünmeyen varlıklar vardır; bu varlıklar içinde en şerefli olan insan, ve bu insanlar arasında en şerefli olan Hz. Muhammed’e ümmetine şahid olma görevinin verilmesi vahye ve akla aykırı bir şey değildir. Allah, bunun ötesinde Resulünü yaratılmışlara takdim ederken şöyle eder. „Resulüm! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik’’ 21/107

Alemlere rahmet olan bir peygamberin, ümmetine şahid olması çok tabiidir; zira Allah, Resulüne vermiş olduğu şahid olma değerinden daha üstün bir değer vermiştir ki hiç bir yaratılmışa asla verilmemiştir, bu ulvi makamı Allah, kainatı kuşatmış olan  rahmetinden onu rahmet olarak göndermiştir. „Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır’’ hükmüne binaen Allah Hz. Muhammed’i (s.a.a) alemlere  rahmet olarak göndermesi O’na O’nun ne kadar yakın olduğunu göstermektedir. Sonra Allah diyorsa ve kendisi izin veriyorsa bize sadece itaat etmek düşer; niçin?.. neden?.. sorusunu sorma hakkına sahip değiliz ; zira Allah  şöyle buyurur: „ Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekilecekler.’’ 21/23

Tahmin ediyorum ki Allah’ın bizzatihi görevlendirdiği ve izin verdikleriyle insanların kendi eliyle yaptıkları putlar ve ilah edindikleri  varlıkları birbirine karıştırmaktalar. Misal olarak zümer suresinin 3. Ayetini okuyalım.

 „Dikkat  et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler; onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez:’’ 39/3

Ayetin metnini dikkatle okuyalım: „Halis din yalnız Allah’ındır.’’ ifadesi ilahi peygamberler vasıtasıyla beşeriyete gönderilmiş mukaddes islam dinidir. İslam’dan başka bir dinin kabul edilmeyeceğinin hükmünü Allah vermektedir; Bu din ilahi olmayan yabancı katkı maddelerini asla kabul etmeyen saf temiz ve ilahidir; ancak ilahi izine tabi olanlar müstesna, zira Allah kitabında şöyle buyuruyor: „Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan ul-ul emre de itaat edin.’’ 4/59 hükmüne binaen Allah, itaat edilmesi gerekenleri açıkladıktan sonra böylece sınırlar belli olmuştur. İlahi sınırlar dışında insanlar kendi elleriyle veya gök cisimleriyle yer cisimlerini veya insanlardan bazılarının kanun koymasıyla kendini ilahlaştırması ve bunlara uyanlar bunların arkasından gidenlerle; ilahi izin verilmiş ve verilen iznin dışında hareket etmemiş olanları ve inanmış mü’minlerle sadece Allah tarafından memur olduklarına inanan kimseleri birbirine karıştırmamak gerekir. Zira biri yaratılmışları Allah’a ortak koşuyor diğer biri ise Rabb’isinin emrini yerine getirmek istiyor.

Ayette geçen dini Allah’a halis kılmak: „Din’’ İnsanın maddi ve manevi hayatının tamamını ilahi çizgiler dahilinde yaşamının  bütün yönlerini O’na halis kılarak gönül evine, can sahnesine, amel meydanına ve söz dairesi O’ndan başkasına ait olmaması ve O’nu düşünmesi, O’nun için sevmesi O’nun için buğz etmesi, O’nun yolundan yürümesi, bütün işlerini rıza istikametinde yapması ve Allah için şirk ve küfrün karşısında kıyam etmesi „dinin ihlası’’ budur.

Ayetin devamında ince ve zarif bir ifade var  „O’nu bırakıp kendilerine bir takım veliler edinenler; onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler.’’

Günümüz dünyasında bu ayetin muhatapları kendi elleriyle kanun yapan ve yaptıkları kanunlarlada hayatlarını şekillendirenler ve Allah’a inandıklarını iddia edenleri muhatap almaktadır. Zira asrımızda heykelcilik bir tapınak olmaktan daha ziyade bir sanat dalı olarak revaç görmektedir. Bu nedenle günün insanı Allah’a inandığını iddia ettiği halde Allah’dan  başka dostlar edinerek  dostlarının dinini kendilerine din edinenleri muhatap almaktadır.

Peygamberin önemli sıfatlarından biride müjdeleyici olmasıdır

İnsan hayatı davamlı inişli ve çıkışlı olduğundan sıkıntılı bir hayat devamlı onunla beraber onu ümitsizliğe sokar; bu nedenle Allah Resulünü müjdeleyici olarak göndermiştir ki onlara ümit kaynağı olsun; tüm sıkıntıların tedavisinde önemli bir yere sahip olan Resul-i Ekrem ilahi rahmetin, kurtuluşun haberini vererek ümitsizlik kapısını kapatarak mağfiret ve rahmet kapısını onlara açarak onları müjdeler; peygamberin müjdeleyici sıfatı kıyamete kadar imanlı gönüllerde canlı yaşayarak görevini yapar ve yapmaktadır. Zira alemlere rahmet oluşu bunun açık delilidir. Peygamberin rahmet oluşu bir zamana bir asra has değildir; zira onun rahmet oluşu ilahi rahmetin içinde rahmet oluşu O’nun izniyle tüm asırlarda tüm eşyaya geçerlidir.

“Neziren” sıfatıyla görevli bulunması:

Şirkin, küfrün ve nifakın çukuruna düşmüş ve tüm insani değerlerini bit pazarında haraç etmiş insanları korkutmak suretiyle hidayetlerine vesile olma görevidir; Azgın ve çılgın nefisleri terbiye etmede uyarma, ikaz korku ve ceza gibi işlemler bir toplumun yıkılmış manevi dinamiklerini onarma da konulmuş ilahi kanunlardır.

Peygamberin “siracen munira” olması:

Sirac; yani çırağ eskiden karanlığı aydınlatmak için içi gazla dolu fitilli bir alete denirdi < Rağıp> müfredatında nurun merkezi diye mana etmiştir. „munir’’ ise aydınlatıcı nur manasını taşımaktadır; bunlar peygamberin mucizelerinin delili, davetinin doğruluğuna işaret etmektedir. O aydınlığın çırağıdır ki kendisi;  kendisinin hakkaniyetinin delilidir; nasıl ki güneşin doğuşu; güneşin hakkaniyetinin kendi delili olduğu gibi.

„Sirac’’ kelimesi Kur’an-i Kerim’de dört yerde geçmektedir, üç tanesi güneş için, biri de peygamber için geçmiştir. Güneşe itlak edilen “sirac” güneşin derunundan fışkıran aydınlatıcı nurlar bizzatihi kendi yaradılış ve hilkatinde olan onun gerçeğidir. Peygamber-i Ekreme itlak edilen   onun hakikatında var olan nurani ve aydınlatıcı zati mahsusesidir. Çünkü peygamber-i Ekrem’in alemlere rahmet oluşu; güneşin nurani çehresinin ışınları da onun rahmetinin sonucudur. Ancak görmeyenler bu nur-u ilahiden istifade edememekteler. Veya yarasa kuşlarının nuru görme takatları olmadığından hep nurdan kaçmaktalar.

Karanlık; parça-parça oluşun eseridir; nur ise birliğin, vahdetin mayesidir; nur; ağaçların gelişmesi, güllerin oluşması, meyvelerin yetişmesinin ve netice olarak hayatı tüm faaliyetlerinin mayesidir; peygamberin nurani çehresi tüm bu manaları insanın zihnine yerleştirerek hayatın işleyişi; Muhammed’in (s.a.a) hayatında ilahi izinle gerçekleşir.

 Son iki ayette beş tane önemli vazifeden bahseder:

„Allah’tan büyük bir lütfa ereceklerini mü’minlere müjdele’’ Bu sadece amellerin karşılığında verilecek herhangi bir mükafaatla sınırlı kalmadığına işaret ederek daha üstün mükafatların verileceğini beyan etmektedir; zira En’am suresinin 160. Ayetinde şöyle buyurur „kim güzel bir amelle gelirse onun on katı mükafat verilir’’ Bakara suresinin 261. Ayetinde şöyle buyurur: „ Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır. Allah;  dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lütfu geniştir; O her şeyi bilir.’’

insanın hayatında itici bir güç ve onarıcı bir yönü vardır. İnsan kendisine verilecek mükafata inandığında yapacağı işleri, mükafat verecek olanı, mükafatını ve hatta daha üstün mükafatlar alabilmesi için hayatını ona göre şekillendirir ve işlerini O’nun dilediği şekilde yapar; bu nedenle Allah peygamberine müslümanların yapmış oldukları güzel amel karşılığında onları müjdelemesini ister.

 İkinci ve üçüncü emirde şöyle buyurur: „Sakın kafirlere ve münafıklara tabi olma ve onların hevasına uyma.’’

Şüphesiz Allah’ın Resulü; hiç bir surette kafirlerle ve münafıklarla  din hakkında iş birliği ve uyum içine girmemiştir. Amma konunun ehemmiyetine binaen Resulü muhatap alarak mü’min ve muvvahitleri uyarmaktadır; zira islam ümmetinin öncü kuvvetlerinin yolu üzerinde oldukça tehlikeli oyunlar vardır; bu oyunlar bazen  tehdit, bazen imtiyaz yoluyla bütün imkanları tanımakla yaklaşım yaparlar; bu hileler karşısında bazen yanılır ve zannederler ki hedefe varabilmek için din hakkında işbirliği uyum ve diyalogla varılır anlayışıyla yapmış oldukları tüm mücadeleyi sonuçsuz bırakır ve teslim olmaya mahkum olurlar.

İslam tarihi; bize şu gerçeği peygamberin hayatından şöyle yansıtmaya çalışır: kafirler ve münafık gruplar oldukça geniş çaplı çalışmalar yaptılar; ta islam peygamberini anlaşma konusunun içine çeksinler; bazen öneride bulundular ve şöyle dediler: putlarımızı kınama ve onları kötüleme ; musaade et, biz senin mabuduna bir yıl ibadet edelim bir yıldan sonra sen bizim  ibadet ettiklerimize ibadet et! Bazen dediler bize bir yıl müsade et kendi programımızla devam edelim sonra senin programına uyalım; bazen  peygambere etrafındaki fakir ve köleleri kendinden uzaklaştır sana iman edelim; bazen mal, servet, kadın vs. imtiyazlarla uyum içine çekmek istediler. Ama islam peygamberi hakk’ın batıl’la uyum içinde olmayacağını beyan ederek onların tüm istediklerini ret etmiştir.

Yapılan bu ilahi uyarı ve peygamberi duruş bütün asırlarda islam ümmetine yol gösteren bir  nur ve hidayete kavuşmanın sırrı, özgürce yaşamanın ve hür olmanın yiğitçe duruşudur. Son iki emir ise; onların azarına kulak asma, Allah’a tevekkül et kefil olarak Allah(c.c) yeter.

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle