Lübnan: 13 Aylık Bir Dönemin Sonunun Başlangıcı mı?

Çar, 31/12/2025 - 09:46

Yaklaşık 13 ay önce, Hizbullah’ın 66 gün süren ağır çatışmaların ardından sınır hattından Tel Aviv’in güneyine kadar uzanan bölgeleri hedef alan en yoğun ateşi açtığı dönemde, ABD Başkanı Joe Biden’ın Lübnan özel temsilcisi apar topar Beyrut’a gelmiş, Lübnan Parlamentosu Başkanı ve Hizbullah’ın müttefiki Nebih Berri’ye bir plan sunarak “Bu savaş derhal durdurulmalı” demişti.

Welayet News  - Yaklaşık 13 ay önce, Hizbullah’ın 66 gün süren ağır çatışmaların ardından sınır hattından Tel Aviv’in güneyine kadar uzanan bölgeleri hedef alan en yoğun ateşi açtığı dönemde, ABD Başkanı Joe Biden’ın Lübnan özel temsilcisi apar topar Beyrut’a gelmiş, Lübnan Parlamentosu Başkanı ve Hizbullah’ın müttefiki Nebih Berri’ye bir plan sunarak “Bu savaş derhal durdurulmalı” demişti. O gün, 24 Kasım Pazar gününe denk geliyordu. ABD Başkanı’nın temsilcisi, Beyrut’tan sonra Tel Aviv’e geçti. Bunun ardından iki gün sonra İsrail rejiminin güvenlik kabinesi, sunulan ateşkes planından hiçbir madde çıkarmadan, ekleme yapmadan ya da şart öne sürmeden planı onayladı ve birkaç saat sonra ateşkesi yürürlüğe koydu. Bu nedenle o dönemde askeri ve siyasi analistler, Biden’ın temsilcisinin Lübnan Parlamentosu Başkanı’na, dolayısıyla fiilen Hizbullah’a sunduğu ateşkes planının, bizzat Binyamin Netanyahu tarafından hazırlandığını ve bunun gerekçesinin de Hizbullah’ın pazar günü İsrail’e verdiği ağır kayıplar olduğunu ifade etti. O dönemde İsrail askeri kaynakları, Hizbullah’ın ateş gücünün sınırdan Tel Aviv’in güneyine kadar uzanan bölgeleri adeta cehenneme çevirdiğini söylüyordu. Nitekim kısa süre önce o dönemde Mossad Başkanı olan Yossi Cohen, yayımlanan ve internette erişime açık olan kitabında, Hizbullah’ın evine düzenlediği İHA saldırısıyla tehdit gücünü açıkça ortaya koyduğunu itiraf etti.

Söz konusu ateşkesin, işgalci rejimin başbakanı tarafından hazırlanmış olmasına rağmen, geçen 13 ayı aşkın sürede yine bizzat Netanyahu tarafından yüzlerce kez ihlal edildiği belirtiliyor. Buna karşılık Hizbullah, savaşta gösterdiği ciddiyetle İsrail’in kuzeyinden merkezine kadar uzanan alanları cehenneme çevirmiş olmasına rağmen, ateşkese bağlı kaldı ve onu ihlal edecek hiçbir adım atmadı. Bunun, Hizbullah açısından özel gerekçeleri olduğu ifade ediliyor. Bugün, Lübnan Başbakanı’nı temsilen ateşkesi denetlemekle görevli beşli komitede yer alan Simon Karam’ın, Fransa temsilcisinin bulunmadığı son toplantıda, Ras en-Nakura’da ABD ve İsrail temsilcilerinin Hizbullah’a yönelik tehditlerine eşlik ettiği ve Hizbullah’a karşı saldırılarda iş birliği sözü verdiği haberleri, Lübnan direnişinin neden ısrarla ateşkesi ihlal etmediğini daha iyi açıklıyor. Elbette bu tutumun devamı, aynı hikmetin sürmesine bağlı.

Şu anda tartışılan temel konu, Netanyahu’nun pazar günü ABD’ye yaptığı ziyarette, Lübnan’a karşı yeni bir savaş turu başlatmak için Washington yönetimiyle gerekli koordinasyonu sağlamaya çalıştığı yönünde. Bu nedenle bazı çevreler, İsrail ile Hizbullah arasında yeni bir savaşın yakın olduğu öngörüsünde bulunuyor. Bu süreçte İsrail, lazer sistemleri, çok sayıda askeri tatbikat, bazı zayıf Avrupa devletleriyle imzaladığı savunma anlaşmaları, bazı bölge Arap ülkeleriyle yürütülen gizli müzakereler ve Nevvaf Selam hükümetiyle yapılan gizli mutabakatlara atıfla, geçen yıl 27 Kasım’da Hizbullah’la ateşkesi kabul etmek zorunda kaldığı döneme kıyasla bugün çok daha elverişli koşullara sahip olduğu izlenimini vermeye çalışıyor. Ancak genel tabloya bakıldığında, Netanyahu’nun Hizbullah’a karşı yeni bir operasyon başlatmak için son istişareleri yürüttüğü ve bugün ile önümüzdeki günlerde ABD’li siyasi ve askeri yetkililerle yapacağı görüşmelerin ana gündeminin bu olacağı anlaşılıyor. Ziyaret için beş ayrı gündem maddesi sıralayanlar da var, ancak bu yazının konusu bu değil.

Donald Trump daha önce Lübnan dosyasını Netanyahu’ya bıraktığını ve bu konuda alacağı her kararı destekleyeceğini söylemişti. Ras en-Nakura’da yapılan ve BM Genel Sekreteri ile Fransa temsilcilerinin dışlandığı, ABD, İsrail ve Lübnan arasında üçlü bir toplantıya dönüşen beşli komitenin son oturumunda, ABD temsilcisi ve Trump’ın özel temsilcisi Ortagus da İsrail ordusunun Hizbullah’a yönelik operasyon planına destek vermişti. Bu durumda Netanyahu’nun Washington’a gitmesine neden ihtiyaç duyulduğu sorusu gündeme geliyor.

Lübnan toplumuna ve Arap dünyasına yönelik psikolojik baskı ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını kabul ettirme çabaları bir yana bırakıldığında, İsrail’in Hizbullah’la yüzleşmesi son derece zor ve karmaşıktır. İsrail ordusu 1986’dan 2024’e kadar en az beş ağır çatışmada Hizbullah’la karşı karşıya geldi: Beyrut savaşı, Nehir savaşı, sınır savaşı, Temmuz savaşı ve sonbahar savaşı. Bu çatışmaların hiçbirinde insan gücü, silah ve teknoloji dengesi eşit olmadı; açık üstünlük her zaman İsrail’in elindeydi. Buna rağmen İsrail hiçbirinde galip gelemedi ve Hizbullah adı verilen açmazdan kurtulamadı. Aksi halde, ilk çatışma olan Beyrut savaşının üzerinden 40 yıl geçmişken, bugün altıncı bir çatışmanın hazırlığına girişmezdi. Netanyahu bugün, sayılan unsurlara dayanarak güvenlik denkleminde yeni bir duruma ulaşıldığını ve Hizbullah’ın çıkmazda olduğunu iddia ediyor. Ancak bu tablo, Netanyahu’nun bir yanılsaması değilse bile, tarihsel ve sahadaki gerçeklerle örtüşmüyor.

Hizbullah, İran’da “33 Gün Savaşı” olarak adlandırılan 2006 Temmuz Savaşı’nda, Netanyahu’nun bugün İsrail’in Hizbullah karşısında sahip olduğunu iddia ettiği tüm avantajlarla zaten karşı karşıyaydı. O dönemde Hizbullah’ın teknolojik kapasitesi bugüne kıyasla çok daha zayıftı; buna rağmen İsrail’in teknolojik üstünlüğü Hizbullah’ı saf dışı bırakmaya yetmedi. Şehit Kasım Süleymani’nin ayrıntılı röportajlarında, MK mühimmatları ve İsrail’in ağır silah ve istihbarat üstünlüğü detaylı biçimde anlatılmıştı. O savaşta George Bush yönetimi ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı’nın rolü o kadar belirgindi ki, bu köşede o günlerde “Bu bir Amerikan savaşıdır ve komutası Bush ve Condoleezza Rice’ın elindedir” diye yazılmıştı. Arap dünyasındaki koordinasyon da öyle bir boyuttaydı ki, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Suudi Arabistan’ın adını anmadan, savaşın tüm maliyetinin başlamadan önce bir Arap devleti tarafından karşılandığını söylemişti. Bu köşede, 33 Gün Savaşı’ndan iki ay önce Akabe Limanı’nda İsrailli üst düzey bir istihbarat yetkilisi ile Suudi Arabistanlı yetkili Bandar bin Sultan arasındaki görüşme ve Lübnan’a saldırı konusundaki koordinasyon da gündeme getirilmişti. Dolayısıyla bugün de bazı bölge ülkelerinin İsrail’le birlikte Lübnan’a saldırı konusunda aynı safta yer alması yeni bir durum değil. Lübnan hükümeti açısından da Hizbullah’ın değerlendirmesi, son 40 yılda Fuad Sinyora hükümetinden daha kötü bir yönetim görülmediği yönünde. Refik Hariri suikastı sonrası oluşan koşullar ve kutuplaşma nedeniyle büyük güç kazanan Sinyora hükümeti, 33 Gün Savaşı’nda İsrail ordusuyla Hizbullah’a karşı koordinasyon içinde hareket etmiş ve savaş sırasında Hizbullah’ın askeri sevkiyatlarına ilişkin bilgileri İsrail’e aktarmıştı.

İsrail, 2024 yılı yaz–sonbahar dönemi arasında Hizbullah’a vurduğu darbeleri de fazla abartmamalıdır. Zira Hizbullah, bu ağır olayların ardından İsrail’le 66 gün savaştı ve 24 Kasım 2024 Pazar günü yaşanan o “cehennemi” yarattı. Sonrasında, Şehit Heysem Tabatabai olayı dışında, geçen 13 ay boyunca Hizbullah ciddi bir insan gücü ya da silah kaybı yaşamadı. Buna karşılık bu 13 ay, kendi zararlarını, eksiklerini ve zayıflıklarını telafi etmesi için önemli bir fırsat sundu. Nitekim örgütsel yapı, askeri taktikler, silahlar ve muharip güç açısından, efsanevi genel sekreterini kaybettiği 27 Eylül gününden bile daha ileri bir noktaya ulaştı. Hizbullah 13 aydır tek bir atış yapmadı; buna karşılık İsrail’in Lübnan topraklarına, egemenliğine ve halkına yönelik saldırıları aralıksız sürdü.

Bu nedenle işgalci rejim altıncı kez Hizbullah’a karşı savaşa girerse, önceki çatışmalardan daha iyi sonuçlar elde edemeyecek ve Hizbullah gibi karmaşık bir sorundan kurtulamayacaktır. Hizbullah, bölgesel derinliğini koruyor. Müttefik hükümetin düşmesine rağmen Suriye sahasındaki konumu da tamamen ortadan kalkmış değil. İran’ın kararlı ve etkili desteğini arkasına almış durumda. Doğu cephesi Irak, güney cephesi ise Yemen fiilen onun yanında yer alıyor. Irak’ta Ayetullah Sistani’den hükümete ve parlamentoya, ordudan Haşdi Şabi’ye, Kataib Hizbullah, Asaib Ehl el-Hak, Kataib İmam Ali, Kataib Seyyid el-Şüheda gibi tecrübeli silahlı gruplara ve 20 milyondan fazla Iraklı Şii nüfusa kadar geniş bir destek hattı bulunuyor. Bunlar, İran’ın desteği dışında, önceki beş savaşta Hizbullah’ın elinde olmayan imkânlardı. Bu da Netanyahu’nun iddia ettiğinin aksine, İsrail’in altıncı savaşta Hizbullah’ı köşeye sıkıştırıp etkisiz hale getiremeyeceğini gösteriyor; nitekim önceki beş çatışmada da bu gerçekleşmedi.

Saadullah Zarei



Yeni yorum ekle