Türkiye yeniden Batı'ya yönelişi
"ABD’nin Ankara’yı yeniden yanına çekmesi, Rusya-Çin-İran üçlüsüne karşı Şam, Avrasya ve Gazze’de peş peşe üç stratejik darbe vurulmasını sağladı."
Welayet News - El-Ahbar gazetesi yazarı Muhammed Seyyid Rasas, Türkiye’nin son dönemde yeniden Batı eksenine yönelişini inceliyor. Erdoğan’ın Trump’la kurduğu yakın temasın, Ankara’nın hem Suriye hem Gazze dosyalarındaki rolünü Washington lehine dönüştürdüğünü belirten yazar, Rusya ve İran’la yaşanan mesafenin ardından Türkiye’nin Batı’yla enerji, güvenlik ve jeopolitik çıkarlar temelinde yeniden uyum arayışına girdiğine dikkat çekiyor.
ABD Başkanı Donald Trump, Gazze savaşını sona erdirme planına katkıda bulunan ülkelere teşekkür ettiği konuşmasında önce Türkiye’yi, ardından Katar ve Mısır’ı andı.
Oysa Ankara, geçen eylül ayına kadar, Doha ve Kahire’nin aksine, savaşın arabulucuları arasında öne çıkan bir aktör değildi.
Azerbaycan dönüşü uçağında (8 Ekim 2025) konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Gazze savaşının sona erdirilmesi planını kabul etmesi için Hamas’ı ikna etmemi Trump istedi. Washington ziyaretimde (25 Eylül) ve sonrasında yaptığımız telefon görüşmesinde, Filistin meselesine dair çözümün nasıl olması gerektiğini kendisine anlattım” dedi.
Trump ile Erdoğan’ın o ziyaret sonrası düzenlediği ortak basın toplantısında ABD Başkanı, “Erdoğan, Suriye sorununu çözdü. Bu, Türkiye için büyük bir zaferdir ve bunun kredisini kendisine vermek istiyorum” ifadelerini kullandı. Bu sözlerle, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesine atıfta bulunuyordu.
Bu tablo, Suriye ve Gazze’nin Ankara’nın Washington’a giden yolundaki iki durak haline geldiğini gösteriyordu. Beyaz Saray’daki Trump-Erdoğan manzarası, Trump’ın 2017-2021 dönemindeki başkanlığında yaşananların tam tersiydi.
O dönemde ABD, Türkiye’yi Rus yapımı S-400 füzelerini satın aldığı gerekçesiyle F-35 savaş uçağı geliştirme programından çıkarmış ve Halkbank’a, İran’ın ABD yaptırımlarını delmesinde rol oynadığı için yaptırım uygulamıştı.
Peki, ne değişti?
9 Ağustos 2016’da, yani Erdoğan’a karşı başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminden üç hafta sonra Cumhurbaşkanı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü.
Darbe girişiminin ardından Erdoğan’a yakın çevreler, Washington’u bu kalkışmanın arkasında olmakla suçlamıştı.
Bu görüşmeden sonra Suriye’de Rusya-Türkiye koordinasyonu başladı. Bu işbirliği, Aralık 2016’da Halep’in doğusunun Şam yönetimine devredilmesine, karşılığında ise Rusya’nın Ankara’ya Cerablus-Bab-Azez hattında (Ağustos 2016 – Şubat 2017), Afrin kentinde (Ocak–Nisan 2018) ve Resulayn-Tel Abyad hattında (Ekim 2019) yürüttüğü askeri harekâtlar için kolaylık sağlamasına yol açtı.
Aynı dönemde Ankara, Suriye’deki silahlı muhalif örgütleri Humus’un kuzeyinden, Doğu Guta’dan ve Dera’dan çıkararak İdlib’e çekilmeleri yönünde ikna eden başlıca aktör oldu.
5 Mart 2020’de Putin ile Erdoğan arasında imzalanan anlaşmayla silahlı muhaliflerle Şam yönetimi arasındaki çatışmalar durdu ve 27 Kasım 2024’e kadar geçerli kalacak şekilde cephe hatları sabitlendi.
Halep sonrasında, Moskova, Tahran ve Ankara arasında Astana ve Soçi üçlü mekanizmaları kuruldu. Bu mekanizmalar yalnızca “gerilimi düşürmek” için değil, aynı zamanda Washington’un etkisinden bağımsız biçimde, BM’nin 2254 sayılı kararının dışında Suriye krizine siyasi bir çözüm arayışı için oluşturuldu.
Bu durum Ocak 2018’deki Soçi Konferansı’nda açıkça görüldü. “Müzakere heyeti”, Soçi’nin anayasa komitesi kararlarını BM gözetiminde yürütme şartıyla kabul ederek bir manevra yapmamış olsaydı, Washington’un Suriye'de istemeyeceği bir "siyasi çözüm" doğabilirdi.
Aynı dönemde, Kırım krizi (2014) nedeniyle Ukrayna üzerinden doğalgaz geçişinde yaşanan sıkıntılar sonrasında Rusya, Karadeniz’in altından Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyacak TürkAkım boru hattını inşa etti. Moskova, bu hattı Ukrayna güzergâhına alternatif olarak değerlendiriyordu.
Buna ek olarak Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini satın aldı. NATO, bu adımı ittifak güvenliğini ihlal eden bir hamle olarak gördü.
Bu süreçte, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile kurduğu ittifak nedeniyle Ankara-Washington hattında ciddi gerilimler yaşandı. Erdoğan sık sık “Doğu’ya yönelme” söylemini dillendirdi, hatta “BRICS” grubuna katılma talebinde bulundu.
Bu eğilim, 1923’ten beri süren Atatürkçü Batılılaşma yönelimine, 1951’de NATO üyeliğiyle ve 1990’lardan itibaren Avrupa Birliği kapısını çalma politikasıyla taban tabana zıttı.
Erdoğan’ın Batı’ya yeni yöneliminin başlangıcı muhtemelen Ekim 2024’tür. Çünkü o tarihte Rusya’nın Kazan kentinde yapılan BRICS Zirvesinde, Moskova ve Tahran’ın ortak tavrıyla Ankara’nın üyelik talebi reddedildi. Bu gelişmenin hemen ardından, Erdoğan’ın müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, PKK lideri Abdullah Öcalan’la “uzlaşma” yönünde bir çağrı yaptı.
Bir ay sonra, İdlib’den başlatılan Halep saldırısı (27 Kasım) sonrasında, Beşşar Esad rejiminin devrilmesine yönelik Türk-Amerikan işbirliği, Trump’ın 8 Aralık tarihli basın toplantısında da dile getirdiği gibi, belirgin biçimde ortaya çıktı.
Bu saldırı, İsrail ile Hizbullah arasında iki ay süren savaşın bitiş günüyle aynı sabah gerçekleşti. O dönemde sıkça dile getirilen değerlendirmelere göre, Hizbullah’a (ve Tahran eksenine) en ağır darbe, Güney Lübnan’da değil, İran-Irak-Suriye-Lübnan-Filistin hattını birleştiren “Suriye köprüsünün” kapatılmasıyla vurulmuştu.
Esed sonrası on ayda Suriye’deki gelişmelere bakıldığında, Washington ile Ankara arasındaki yakınlaşmanın, Washington’un Tel Aviv veya Riyad’la kurduğu işbirliklerinden bile daha ileri olduğu görülüyor.
Dikkat çekici bir başka husus, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın yalnızca Türkiye dosyasından değil, Suriye (ve hatta Lübnan) dosyalarından da sorumlu olması. Büyük ihtimalle, hem Türkiye hem Suriye Kürtleri dosyası da onun sorumluluğunda.
Bu bağlamda, Washington ile Ankara arasındaki hattı tamamlayan üçüncü bir istasyonun, “Türk dünyası” olduğunu eklemek gerekiyor.
8 Ağustos’ta Beyaz Saray’da Azerbaycan ile Ermenistan arasında imzalanan ve aralarındaki otuz yıllık husumeti sona erdiren anlaşma da bu zincirin halkalarından biri.
Bu anlaşmayla, Ermenistan topraklarından geçecek “Trump koridoru” adı verilen kara koridoru aracılığıyla, Türkiye ile Çin’in kuzeybatısındaki Türk dünyası arasında doğrudan bağlantı kuruldu.
Türk dünyası kavramına Turancı Türk milliyetçileri, Çin’in kuzeybatısındaki Uygur bölgesi olan “Doğu Türkistan”ı da dâhil ediyor.
Görünen o ki, ABD bu hattı yalnızca Çin ile Rusya (ve kısmen İran) arasındaki bir coğrafi tampon olarak değil, aynı zamanda siyasal, askerî ve ekonomik bakımdan kendi yörüngesine çekmeyi hedefliyor.
Bu stratejiyi, ABD’nin 20. yüzyıldaki en önemli düşünürlerinden Zbigniew Brzezinski’nin, Henry Kissinger ve Samuel Huntington’la birlikte kaleme aldığı ünlü tezinde görmek mümkün:
“Amerika’nın küresel liderliğini sürdürebilmesi, Avrasya’daki güç dengelerini nasıl yöneteceğine bağlıdır. Özellikle Amerika’nın, kendisine karşıt bir Avrasya gücünün ortaya çıkmasını önleyip önleyememesi, dünya hâkimiyetini sürdürme kabiliyeti açısından belirleyicidir... Avrasya, dünya siyasetinde süregiden hâkimiyet mücadelesinin satranç tahtasıdır” (Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, önsöz Nisan 1997, s.12, El-Ehliya Yayınları, Amman, 1999).
ABD-Türkiye işbirliğinin 8 Ağustos 2025’te Avrasya’da Çin-Rusya-İran üçlüsüne, 8 Aralık 2024’te Şam’da İran-Rusya-Çin eksenine ve 9 Ekim 2025’te Gazze’de İran’a karşı yönelmiş olması, Brzezinski’nin satranç tahtasındaki jeopolitik düşüncesinin hâlâ geçerli olduğunu gösteriyor.
Bugün Washington’daki karar vericiler için en büyük endişe, 2022’deki Ukrayna savaşı sonrasında belirginleşen Pekin-Moskova ittifakı. Üstelik bu ittifakın üçüncü ortağı Tahran. ABD’nin Ankara’yı yeniden yanına çekmesi, bu üçlüye karşı Şam, Avrasya ve Gazze’de peş peşe üç stratejik darbe vurulmasını sağladı.
Amerika'nın stratejisine eklenen bir başka hedef, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını ortadan kaldırmak.
Ukrayna savaşıyla birlikte Washington’un başlattığı “Avrupa’yı Rus enerjisinden vazgeçirme” baskısı, kıtanın enerji güvenliği açısından yeni kaynak arayışını zorunlu kıldı.
Bu alternatif, Orta Doğu’nun petrol ve doğalgazı ile Hazar bölgesindeki Türkmenistan ve Azerbaycan gazı olmadan mümkün değil. Türk toprakları, hem Orta Doğu’dan hem de Kafkasya’dan Avrupa’ya uzanan enerji yolları için kilit konumda. Aynı şekilde Suriye güzergâhı da bu stratejinin parçası.
Bu durum, İsrail’in, hem Suriye hem Türkiye koridorlarının, 7 Ekim 2023’ten bir ay önce imzalanan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa koridoru projesindeki Hayfa çıkışlı enerji hattına alternatif oluşturabileceği kaygısını artırıyor.
Bu nedenle Tel Aviv, özellikle Suriye’nin güneyine büyük ilgi gösteriyor. İsrail, Süveyda’daki Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Haceri gibi isimleri kullanarak, bölgeyle doğrudan ilgisi olmayan dosyalarda bile baskı kurmaya çalışıyor.
Çeviri: YDH
Yeni yorum ekle