Hicab yasağı olayının menşei ve Rıza Han’ın hicab yasağı kanununu yeniden okumak /Röportaj

Ct, 16/01/2021 - 08:51

Ehlibeyt mektebinde ve İslam’da hicab, Müslüman kadınların kullandığı çeşitli örtülere denir. Kur’anı Kerim’den, İslam fıkhından ortaya çıkan hicab kavramı, İslami kültürün mahsulü olan bir kavramdır.

Welayet News - Değini: Ehlibeyt mektebinde ve Din-i Mübin-i İslam'da hicab, Müslüman kadınların çeşitli örtülerinin adıdır. Kur’anı Kerim’den, İslam fıkhından kaynaklanan ve İslami kültürün bir mahsulü olan hicab kavramı, namahrem gözler karşısında şer’i örtü ve örtünmeye tekabül eder.

Hicab, dini ve İslami görüşten bağımsız olarak, eski çağlardan günümüze kadar Müslümanların İslami adabında, İranlıların ve diğer İslami ülkelerin milli ve eski kültürlerinde varolagelmiş fitri bir konudur. Allah, kalplerinde hastalık olanların gözünden korunup güvende kalmaları gayesiyle hicabı kadınlar için vacip kılmıştır. Kadınlar, değerli mücevherler mesabesinde olup toplumun yarısını oluşturmakta ve gelecek nesilleri eğitmek gibi önemli bir sorumluluk taşımaktadır. Bu nedenle, Din-i Mübin-i İslam hicab yoluyla onların dokunulmazlığı için gereken ortamı sağlamıştır.

İmam Hamanei, hicabın değeri ve önemi hakkında şöyle diyor: “Hicab, materyalistlerin aptalca ve yüzeysel propagandasının aksine, kadının kişiliği ve özgürlüğünün vesilesidir; esaretinin değil. Kadın, hicabını, örtüsünü çıkarmakla, Allah Teala’nın ve tabiatın kendisinden saklı tutmasını istediği şeyi soymakla kendisini küçültür, hafif düşürür ve değersizleştirir. Hicab; vakardır, metanettir, kadına değer vermektir, onun saygınlık ve itibar kefesinin ağır basmasıdır. Bunun değeri çok iyi bilinmeli ve hicab konusundan dolayı İslam’a teşekkür edilmelidir. Bu, ilahi nimetlerin bir parçasıdır” (21 Nisan 2012 Tarihli Konuşma).

Birinci Pehlevi döneminde hicab yasağı yasasının onaylanması münasebeti ile, Rasa Haber Ajansı Kültür ve Sosyal Hizmet Muhabirinin, konunun tarihi boyutlarını ele alması için Şüheda Siresi Anlatım Enstitüsünün Araştırma ve Stratejik Çalışmalardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Hüccetül İslam Muhammed Bakır Nadim ile yaptığı söyleşiyi ilginize sunuyoruz.

Rasa: Dünya milletlerinin kültüründe ve diğer dinlerde hicab var mıydı?

Nadim: Tarihçilerin aktardığına göre, hicab önceki milletlerde vardı. Antik Yunan kadınları, örf adet gereği hicaba özel bir önem veriyorlardı ve yaşlı kadınların bile hicabı vardı. Antik Yunan yazarları, Fenikeli kadınların tesettürünün kırmızı renkli olduğunu, İb şehrinin kadınları ise gözler dışında bütün bedenlerini kapatan özel bir elbiseyi giydiklerini yazmıştır.

Romalı kadınlar da hicaba bağlıydı. Öyle ki evden çıkarken başörtüsünü takıp çarşafını ve çarşafın altında uzun bir aba veya üstlüğü giymiş halde çıkarlardı. Kutsal Yahudi kitaplarına göre, Yahudi kadınlar da hicaba önem veriyordu ve toplantılarda saçlarını tamamen örtüyorlardı.

Rasa: Sizce, emperyalist ve yabancı güçler Müslüman ülkelerdeki hicab yasağı ile ne gibi hedefler izliyordu?   

Nadim: Kesin olan şey şu ki, Müslüman ülkelerdeki İslami hicaba karşı mücadele asla bir içten kaynaklı bir olay değil, dıştan kaynaklı bir olay olmuştur. İslam İnkılabı Rehberi’nin deyimiyle: “Her toplumda dinlerle mücadelenin kolay yolu, sınırsız şehvetlerin önünü açmaktır. İran’da bunu yapmaya çalıştılar. Bu yönde yaptıkları en önemli şeylerden biri, hicabı yasaklamaktı” (30 Temmuz 2010 Tarihli Konuşma).

Sömürgeciler halkın İslami kimliğini başkalaştırmak, Müslüman milletler arasında tefrika ve inşikak icat etmek, Batı kültürünü yaymak, Müslüman toplumlarda müptezelliği yaygınlaştırmak ve nihayet Müslümanların istiklalinin temelini oymak için her türlü eylem ve taktiğe başvurmaktan geri durmamıştır. İngiliz casusları ve memurların bu ülkenin sömürge bakanlığından Müslüman ülkelere gönderildiği dönemde, Müslüman ülkelere kimlik kazandırıcı unsurları tespit edip bu değerlerle mücadele etmekle görevlendirilmişlerdir. Sömürgeci ülkeler, şer'i mahkemeleri iptal etme, dini ilimleri öğreten medreseleri kapatma, Avrupa kanunlarını şeriat kanunlarının yerine geçirme, latin alfabesini yayma, hicri takvimini miladi takvimi ile değiştirme, Cuma günleri yerine Pazar günlerini tatil günleri olarak ilan etme ve saire gibi kararların icra edilmesine ilaveten, Müslüman memleketlerde kadınların hicabını yasaklama ve hicabsızlaştırma yöntemiyle kayıtsızlığın, ibahiliğin yaygınlaştırılmasının Müslüman milletlerin bağımsızlığı ile mücadele için en etkili yöntemlerden biri olduğunun farkına varmışlardı. Bu yüzden, Londra’ya bağımlı rejimlere veya onların Avrupalı müttefiklerine yapılan diktelerle, baskılarla bu kanunlarını, şeytani fikirlerini Müslüman ülkelerde icraya koymayı başarmışlardır.

Rasa: Hicabı yasaklama kanunu İran dışında diğer Müslüman ülkelerde de icra edildi mi?     

Nadim: Evet. 1863’te Mısır’da saltanat tahtına oturan İsmail Paşa, 1870’de kadınların Avrupai anlamda özgürlüğünü kendi ülkesinde resmileştirdi. Cezayir’de işgalci Fransız güçleri, halkın kıyamını bastırmak amacıyla kadınların hicabına karşı mücadeleye yöneldi. Türkiye’de, İslami hicab ile mücadele, Kemal Atatürk’ün İslam’ı silmek için uyguladığı programların başında geliyordu. Afkanistan’da da Emanullah Han 1928’de “Kadınları Destekleme Komitesi”ni kurarak, o ülkenin Müslüman kadınlarının hicabına karşı mücadeleye kalkıştı.

Rasa: İran’da hicab yasağı Rıza Han döneminden mi başladı yoksa önceki hükümetlere de uzanan bir geçmişe mi sahip?

Nadim: Aslında bu olay, Batılı örf, adab ve kültürün, özellikle Batılı fikirleri ve yaşam tarzını tecrübe etmiş kimselerin etkisinden kaynaklanan bir olaydır. Bu arada devlet adamlarının iradesi de tamamlayıcı bir rol oynamış ve bu olgunun yaygınlaşmasında önemli bir etkisi olmuştur. Hicabsızlaştırma ve hicab yasağı, uzun yıllardan önce küresel sömürgeciliğin gündemindeydi; Müslüman milletlerin köklü kültürünü hedefe koymuşlardı. İranlılar arasında “modernizm” adı altında şekillenen Batıcı akım, Fransız askeri-siyasi heyetlerin İran şahlık sarayına gidip gelişleri süresi boyunca, ilk başlarda Fethali Şah dönemindeki İranlı erkeklerin giyim ve kuşam tarzını etkilemede başarılı oldular. İran’da etkili olmak için işi saraydan başlattılar ve Kaçar sarayına birden fazla terzi gönderdiler. Bu terziler, Kaçar prensleri için Avrupa tasarımlarından ilhan alan ve onların görünüşte başkalarının gözlerinde seçkin görünmesini sağlayan kıyafetler dikmişlerdi.

Bu zamana kadar, kadınların evin dışında giyim ve kuşamının değiştirilmesi için henüz şartlar oluşmamıştı. Tarihsel kanıtlara göre, kadınlar, özellikle de genç kızlar arasında başörtünün çıkarılmasının ilk belirtileri, başta Kaçar hükümdarı Nasıruddin Şah sarayından ve yüzden peçenin kaldırılması ile başladı. Şah’ın Avrupa seferleri, Avrupalı kadınların giyim tarzına dair gözlemleri Avrupa kültürünün ülkeye, en başta saraya ve Daru’l-Hilafe’ye aktarılmasında oldukça etkiliydi. Kaçar döneminin sonlarında ve ondan sonraki dönemde, yenilikçi ve münevver politikacılar bayanların İslami giyimlerini ortadan kaldırıp toplumda hicabsızlığı yayma yönünde bir takım adımlar attı. İrec Mirza, Mirza Işki, Arif Kazvini ve Meliküşşuara Bahar gibi yazar ve şairler kalemlerini bu yolda oynatmış ve bu hususta çeşitli yazılar yazmıştır. Ancak Kaçar yöneticilerinin hicabı kaldırma eğilimlerinin aksine, inançlı ve mütedeyyin İranlı ailelerin direnişi sayesinde Kaçar döneminde hicab yasağının saray ve Şah’a yakın kesim dışında toplumda önemli bir başarısı olmamıştır.

Rasa: Rıza Han döneminden önceki devletlerin çağında tesettür ve hicabın durumu ne şekildeydi?

Nadim: Gaznelilerin, Selçukluların ve Harezmlilerin hükümranlığı dönemlerinde kadınlar bir tür eşarp veya çarşaf kullanırdı. Başın tamamını kapatan bu eşarbın bir de peçesi vardı ve ondan sadece gözler gönüyordu. Bu örtünün diğer bir türü, bugünün çarşafı gibi hem başı kapatıyordu hem de omuzları ve takriben bedenin tamamını kapatıyordu. Bu başörtüler genellikle beyaz veya yeşil renkliydi. Fransız seyyahların seyahatnamesinde Safavi çağının kadınlarının giyimi hakkında şöyle deniliyor: “Kadınlar evden çıktıklarında yüzlerini beyaz bir ağ (Burka) ile kapatırlar. Çarşafları bedenlerinin tamamını kapsar ve onların sadece gözleri açıktır”. Bu ve benzeri raporlar, İranlılar arasında tesettürün ehemmiyetinin göstergesidir.

Rasa: Ne oldu da Rıza Han hicabı yasaklama kararı aldı? Bu yasakla ne tür hedefler peşindeydi?  

Nadim: Rıza Şah her ne kadar hükümranlığının başından beri modernizmi düşüyorduysa da ancak hicabı yasaklama fikrinin ortaya çıkmasında ve güçlenmesindeki en önemli etkenin Türkiye gezisi ve bu gezinin armağanı olduğunu bilmek gerekir. O, birkaç günlük ziyareti sırasında Türk kadınların toplumdaki giyim ve kuşamını, çalışma tarzını ve Türk kızlarını eğitme yöntemini gözlemleyerek, Türkiye'nin yaşadığı tüm değişimlerin ve kaydettiği ilerlemelerin toplumda kadınlarla erkeklerin eşit biçimde çalışmasının bir sonucu olduğunu düşünüyordu. O yüzden, yanlış bir şekilde, İran’ın geri kalmışlığını telafi etmek için kendi yönetimindeki ülkede böyle bir durumun yaratılması gerektiğini savunuyordu.    

Rasa: Hicab yasağı kanunu resmi olarak ilan edilmeden önce Rıza Han, bu iş için ortamı ve bir takım şartları hazırlamış mıydı?

Nadim: Rıza Han’ın yönetimin başına geldiği ilk yıllarda yaşanan bazı olaylar, Pehlevi sarayının hicab yasağına eğilimli olduğunu gösteriyordu. 1927’de Ocak ayında Kadın Uyanışı Cemiyeti’nin kurulması, kraliçe tarafından yarı çıplak elbiselerin terviç edilmesi ve çarşafın yasaklanması, kraliyet ailesinin Kutsal Kum şehrinde 1929 Nevruz bayramı törenine iğrenç bir halde katılması, Afganistan Emiri Emanullah Han’ın eşi Süreyya ile birlikte Haziran 1928’de çıktığı İran gezisi ve de onlara eşlik eden Afgan kadınların resepsiyonlarda ve İran şehirlerini gezerken Avrupai tarzda giyinmesi bu olayların bazı örnekleridir.

Tüm bu olaylar, başörtüsü yasağı ve hicabsızlaştırma yasasının, Şah Rıza’nın 8 Ocak 1936’daki resmi ilanından önce, onun talimatı ile özel ve genel olan iki aşamada startının verildiğinin işaretiydi. Birinci aşamada, bakanların, milletvekillerin ve ülke yetkililerinin eşleri ve kızları hicabı çıkarmakla yükümlü kılınmış ve ikinci aşamada ise erkekler için tek tip elbise ve üniforma kültürünün uygulanması ve toplumdaki kadınlar için hicabın yasaklanması amacıyla düzenlemeler yapılmıştır.

Rasa: Hicabı yasaklama kanunu karşısında halkın ve ulemanın tepkisi neydi?

Nadim: O dönemin, kendine yabancılaşmış Batı yanlısı bazı medya organları tüm gücüyle hicab yasağı olgusuna destek vermeye çalışmış ve buna “kadınların esaretten kurtuluşu” adını vermişti. İran gazetesi (8 Ocak 1936 tarihli sayısının) başyazısında, “Dün aziz vatanımız İran, sosyal hayatının yeni bir aşamasına geçti. Bu tarihi günde, kadınların özgürlük senedi imzalandı ve bundan sonra İranlı kadın çalışma ve eylem aşamasına giriyor. Bu günde İran nüfusunun diğer yarısı yeni bir hayata başladı, İranlıların manevi değeri arttı. Ve bu haber sadece İranlı erkek ve kadınları memnun etmekle kalmayacak, belki dünyanın her tarafına yayılıp tüm dünyayı büyüleyecektir” diye yazmıştı.

Bu konuların yayınlanması ve hicab yasağı yasasının genel ve toplumsal uygulanması, bir yandan 1935’de Mescid-i Guher Şad ayaklanması gibi toplumsal hareketlerin muhalefeti ve direnişi ile karşılaşırken, diğer yandan Ayetullah Kumi, Şeyh Abdulkerim Hairi, Seyyid Yunus Erdebili, Seyyid Muhammed Takiyy-i Hansari, Hüccet Kuh Kumrei ve Mirza Muhammed Ağazade gibi ayetullahların, seçkin alim ve taklit mercilerin ciddi itirazı ile karşılaşmıştı.

Kum şehrinde Ayetullah Hairi, 3 Temmuz 1935’de Rıza Şah’a hitaben, onun girişimlerine karşı tehdit içerikli bir telgraf yazısı yazdı. Bu tehdit içerikli telgraf sonucunda Şah Kum’a gelip Ayetullah Hairi’nin evine gitti. Rıza Şah eve girer girmez hiç selam vermeden, onu azarlayıp öfkeyle, “Ya davranışınızı değiştirirsiniz ya da Kum havzasını yerle bir ederim” diyerek gözdağı vermişti. Rıza Şah bu müdahalenin ardından, Ayetullah Hairi’yi provoke etme suçundan bazı alimleri sürgüne gönderme talimatı verdi.

Ayetullah Maraşi Necefi de Hz. Fatıma-i Masume’nin (Selamullahi Aleyha) Haremi’nde bir ziyaretçi bayanın başından başörtüsünün zorla alınması sahnesine tanık olduğu bir sırada, büyük bir cesaretle öne çıkıp Kum polis şefinin suratına güçlü bir tokat indirmişti. O şahıs, Ayetullah Necefi’yi öldürmekle tehdit etmişti. Ancak ertesi gün aynı şahıs Kum bazarından geçerken çatının bir kısmı üzerine yıkılmış ve oracıkta öldürülmüştü. Bu olayın haberinin yayılmasıyla birlikte Ayetullah Maraşi’nin halk arasındaki konumu ve değeri ikiye katlandı.

Rasa: Rıza Han’ın hicabı yasaklama kanunu nasıl ve hangi tarihten itibaren resmiyet kazandı?

Nadim: Pehlevi rejiminin ulema ve taklit mercilerine karşı sert baskılar uygulaması ve hicabı yasaklama yasasını icra etmede ciddi bir irade göstermesiyle birlikte, 1927’den 1936’ya kadar aleni hicabsızlığı yaymada bir yere kadar başarılı oldular. Böylece Rıza Han, başı açık Avrupalı kadınların kentin halka açık sokaklarında başörtüsü olmadan yürümelerine izin vermiş ve eğer bunu engelleyen biri olursa, polis memurları olaya müdahale edip açık kadınları desteklemelidir diye talimat vermişti. Toplumsal kayıtsızlık ve ibahiliğin koşullarını oluşturduktan sonra, Batılı devletlerin müstekbir liderlerinin kışkırtması ve desteğiyle, sonunda Rıza Han’ın kendisi bu uğursuz plana öncülük etti ve halkın, ulemanın muhalefetine rağmen, 8 Ocak 1936’da, başörtüsünü çıkaran kraliçe ve kızlarıyla birlikte kız ilköğretim okullarını ziyaret edip öğrencilerle öğretmenlere diploma vererek hicab yasağını resmen ilan etti.

Rasa: İranlı kadınlar hicab yasağı yasasının resmi açıklamasından sonra bu yasaya uydu mu?

Nadim: Hayır. Kadınların başörtüleri sokaklarda ve kaldırımlarda zorla çıkarıldığında, birçok kadın bu acının kederinden kriz geçirip öldü ve birçokları da kendilerini evlerinde hapsetti. Bir kadın kocasının evinden babasının evine gitmek isteseydi, rejimin cellatlarının korkusundan geceleyin ve birkaç erkek eşliğinde ara sokaklardan babasının evine giderdi. Hatta o mezuniyet töreninde bile, başörtüleri zorla çıkarılarak törene katılması sağlanan bir grup kız, haya ve iffetin şiddetinden yanaklarından utanç teri akmış ve  bazıları da törenin sonuna kadar yüzünü duvara çevirmiş halde ayakta durup gözyaşları dökmüştü.

Rasa: Rıza Han hükümetinin hicabı yasaklamaya yönelik zorunlu kanunu uygulama ve bunu sürdürme yöntemi nasıldı?

Nadim: Rejim, başörtüsü takan kadınlara yönelik yasalar ve şiddet içeren eylemler öngörerek, baskıcı yöntemler kullanarak hicabsızlık ve açık saçıklık kültürünü yaygınlaştırma konusunda ısrar ediyordu. Polisin zorlaması ve tavsiyesi ile bazı çarşılar mağazalarının kapılarına “Başörtülülere mal satmıyoruz” şekilde yazılı bir kağıt asarak Rıza Han’ın bu suçunun üzerine tuz biber döküyordu. Bu sıkı uygulamalar, polis memurlarına geçitlerin köşesinde durmaları emredildiği ve çarşaflı bir kadın görmeleri halinde tam bir şiddet uygulayarak çarşafı başından çıkaracakları bir noktaya ulaşmıştı. Görgü tanıklarının ifadesine göre, cadde kenarındaki bazı arıklar yırtılmış çarşaflarla dolmuştu.  

 

Çeviri:Mehmet Gönül

Welayet News

Tags: 


Yeni yorum ekle