İMAN VE İDEOLOJİ

Ct, 02/02/2019 - 18:11

İman ve ideoloji günümüzde birbirine karıştırılan iki kavramdır. Beşeri yönetimler kendi egolarını tatmin etmek ve konumlarını sürdürmek için bir argüman olarak ideolojileri bir manivela olarak kullanırlar. İman ise özünde iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoyma esas alan, kaynağı vahiyten alır. Vahiy, illahi kaynaklı iken ideoloji beşeri yani insanoğlunun yaşama dair sistemli düşüncelerini ifade eder.

Günümüzde iman gittikçe pratik hayattan soyutlandığı ve insanlar nefsine uymaya yöneldikleri için ideolojiler paket fikirler olarak tercih ediliyor. İnsanla gerek bilgi kirliliği gerekse farklı seçeneklerden birini seçmeye yeltenemediklerinden olacak hazır paket ideolojileri tercih ediyorlar. İman sadece bilgi ile elde edilmiyor, bilgi ile beraber düşünmeyi gerektirdiğinden insanlara ağır geliyor. İman idrak etmeyi tefekkür etmeyi gerektirir. Tefekkür görünmez ideallere bir akıl ve ruh ile birlikte bir yolculuğu ifade eder ki bu birliktelikten aşk çıkar. Dolayısıyla imanda aşk varken ideolojide sadece akıl ve aklın performansı vardır. Hayatı değerli yapan ve uğrunda cefa-ceza çekmeye değer kılan aşktır. Aşksız ne yol biter ne de ömür biter. İdeolojide mutlaka çelişki vardır. İdeolojiler de iktisadi yaşam ve real varlık alanı merkeze alındığından tam bir uyum ve bütünlük beklenemez. İdeolojileri hiçbiri tekâmüle götürmez. Ancak iman rüşde götürür. Çağımızda bir çok sosyal saplantının temelinde tutarsız ideolojiler teşkil etmektedir. İdeolojiler parçayı temsil ettiklerinden iman gibi genel ve kuşattıcı değiller.

İslam Ülkeleri, iman değil ideolojileri tercih ettikleri için hem kendi içinde bir ümmet değiller hem de fikri ve zikri uyuma sahip değiller. İslâm ülkeleri olmalarına rağmen anayasalarında İslam maddesi yer almamaktadır. Oysa kendi iç muhalefetlerini ve düşmanlarını çoğunlukla dinsizlik ve münafıklıkla suçlarlar. Çünkü kendileri zaten iman ile değil ideolojiler ile yönetilmektedir. Bu ideolojiler çoğunlukla batı orijinli seküler içeriklidir. Çünkü bu seküler ideolojiler yöneticileri olan saray ehlinin duygularını okşar ve yaşamlarını kolaylaştırır. Buna karşılık yönettikleri halk kendini iman ehli zannedip büyük yolsuzluk ve yoksulluk içindedirler. Bunun batıya sonucunda büyük göçler yaşanmaktadır. Çünkü adalet ve refah yoktur. İslâm coğrafyasına biçilen rol sürekli iç çelişki ve iç savaşlar ile uğraşanlar diye ulusalcı ve seküler-ırkçı  ideolojiler ile yönetilmeleridir. Durum böyle olunca barış ve istikrar bir hayal oluyor. Rahmetli İmam Humeyni 40 yıl önce bu tuzağı farketmiş olacak ki 2500 yıllık şahlık rejimini sahipleri ile beraber ifşa etmiş ve İran halkını zalimlerin sultasından kurtarma kıvılcımını yakmıştır. Dünyanın uzak yakın emperyalistleri birlik olup İran Irak savaşı ve devamında Suriye Yemen vd savaşlar ile yeni bir dünya savaşının fitilini yakmış bulunmaktadırlar. Heva hırs sahipleri olan aç gözlüler her zaman için planlarını uygulamaya koymak için bir ideolojiyi argüman olarak kullanmışlardır. O yüzden İslam coğrafyası ve diğer geri kalmış ülkeler bu asalaklardan kurtulmadıkça refah ve huzur bulamazlar. İran İslam devrimi bu anlamda tam bir kurtuluş reçetesi olduğu için dünyanın kapitalistleri sürekli hedef olarak İran'ı seçmeleri bir tesadüf değildir. İran İslam devriminin bel kemiği Velayeti Fakihtir.Velayeti Fakih adalet ve hukukun teminatıdır. Günümüzde seçimler bir temsiliyet seçeneği olsa da asaletin teminatı değildir. Bunun için bir üst akli ve ilmi mekanizmaya gereksinim duyulmuştur.

 

Halil İbrahim Toprak



Yeni yorum ekle