Seküler Dünya Düzeni ve Sakıncaları

Cu, 16/11/2018 - 23:19

Felsefi açıdan, sekülarizm devletlerin bir inanca değil de nedensellik ve deneysellik üzerine kurulu olduğu; somut ve bilimsel temellere dayandığı düzenidir.

Sekülerizim: genellikle laiklik ile karıştırılan bir kavram ve bir topluluk içinde bireylerin din, ahiret ve benzeri manevi duygu ve düşünceler haricinde dünya meselelerine daha dünyevi pencerelerden bakmaları olarak yorumlanabilirken, laiklik ise klasik anlamıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayırt edilmesi olarak tanımlanır. Laiklik kavramında devletin dini meselelerde taraf olmamasına paralel, dini anlam içeren kişi ve kurumların da devlet kademelerinde söz sahibi olmaması ve tarafsızlıkları söz konusudur. Tanım böyle olmakla birlikte uygulamada böyle bir durum söz konusu değildir.

Laiklik, aslında devletin bir çok inanç söz konusu olduğu durumlarda inanç kesimleri arasında hakem rolü oynamasıdır. Yani laik ve seküler devlette devletin resmi ve bağlayıcı bir dinî yoktur, sadece devlet farklı inanç kesimlerinin huzur ve güven içinde inançlarını yaşamalarına yardımcı olur. İnanç kesimlerinin inandıkları gibi yaşamalarının güvencesi devlettir. Laik- seküler devlette devlet ve siyasi otorite tüm inançlara aynı laiklik malum önce Fransa'da bir fikir akımı olarak ortaya çıkmıştır. Sebebi Ortaçağdaki kilisenin yanlış uygulamalarıdır. Ortaçağ ve öncesinde Avrupada kilisenin siyasi güç ve egemenlik üzerindeki rolü barizdir.

Genel olarak seküler bakış açısı insanın fıtratına aykırı bir yol izleyerek insanın tüm değer yargılarını sadece maddi dünya ile sınırlandırır. Böyle olunca haliyle varlığın yarısı olan mana alemi yaşamdan dışlanmak yok sayılmıştır. Oysa varlık Real ve İrreal diğer bir deyişle madde ve ruh olmak üzere ikiye ayrılır. Sadece bir alanı merkeze alıp diğerini yok saymak insanın bir gözünü kapatıp diğer gözüyle eşya ve olanlara bakmak gibidir. Varlığı bir bütün olarak görmemek insanı fıtraten rahatsız eder. Tıpkı varlığı görüp gölgesini inkâr etmek gibi olur. Kainatı görüp onu yaradanı görmezden gelmek büyük bir eksikliktir. Sonra seküler bakış açısı sadece aklı baaz alarak rüştünü ispatlamaya ve evrensellik iddiasında bulunur. Bu bize Kur'an yeter demek gibi bir şey. Maddeyi merkeze alıp manayı reddetmek ne kadar sakıncalı ise manayı merkeze alıp maddeyi görmezden gelmekte o kadar sakıncalıdır. Dolayısıyla seküler düşünce siyasal ve sosyal alanda özgürlük ve demokrasiyi destekleyen unsur olarak öne sürülse de gerçekte bir iddiadan öteye geçmediği gibi pozitivist anlayış ile sonu materyalizme varmıştır. Pozitivist akım sosyal alanda değil eşitlik ve demokrasi aksine mutlaka otokrasiyi getirmiştir. Ülkemizdeki Kemalizm ve dengi tüm çağdaşlarına bakılacak olursa görülecektir ki bazen faşist bazen komünist bazen de Saddamvari müslüman olarak karşımıza çıkıyor. Sonuçta kesinlikle seküler sistem ne dünyevi ne de uhrevî huzur getirebilecek gerçeklikten uzaktır. Seküler düşünce kuru akıl ile yola çıkmış ama hazlarının esiri olmaktan kurtulmayan bir toplumsal travma ile sonuçlanmıştır.

Gerçekten ne yapmalıyız? Cevabı çok basit önce Allah'a kul olarak hem düşünce ve ifade özgürlüğüne kavuşacağız hem de köle olmayarak kendi otokontrolümüze sahip olarak yaptığımızdan kendimizi sorumlu bularak suçluyu kendi dışımızda arama zahmetinden kurtulacağız. Dolayısıyla sorumluluk sahibi ve aklını başkasına kiraya vermeyen nefsine söz geçiren geleceğini adalet ve hikmette gören bir nesil ve dinamik bir toplum ortaya çıkacaktır. Seküler düşünce sistemi tüm toplumsal yozlaşma ve ahlaki aşınmaların sebebidir. Huzur arayan toplumların seküler düşüncenin tuzaklarından uzak durmaları gerekiyor. Huzur ancak ama ve hikmet ile örülmüş, kişinin özgür iradesiyle yaptığından yine kendisini sorumlu bildiği sistem olan illahi ve irfani düzen olan tarihteki karşılığı olan çağlar üstü olan TEVHİD dinidir. Tevhid , sosyal olarak çokluğu ve farklılıkları akıl ve adalet ile birlik hâline getirme vasfına sahiptir. Diğer tüm beşeri sistemler nefis ve nifaktan asla kurtulamamışlardır. Tevhid dinin toplumsal ve siyasal karşılığı dini ve siyasi otorite olarak karşılığı Velayeti Fakih ve bu mirası şahsında toplayan makam Ümmetin rehberi olan imamdır. Tarihin hiç bir döneminde toplumlar yönetimsiz varlığını sürdürememişlerdir. Bugün İslâm aleminin içine düştüğü kötü ve başıboş durumdan ancak velayet-i fakihi temsil eden bir rehber bir lider ve bir imam kurtarabilir. Dünyanın zalimleri bu durumu bildiklerinden Allah'ın nurunu söndürmeye gayret ediyorlar ama nafile. Zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. ( Saff : 8 )

 

Halil İbrahim Toprak



Yeni yorum ekle