BİLGİ VE YAŞAMIMIZ

Ct, 20/10/2018 - 11:44

Bilgi, felsefî bir kavram olarak "Obje ile Suje arasındaki bağ " olarak tanımlanır. Yani bilen kişi ile bilgiye konu olan, bilgisi edinilen her şey objedir. Suje kişi ise obje de bilgi ihtiva eden düşünceye konu olan her şeydir. Burdan hareketle bilen insan bilmek için bilginin hammaddesi olan "şey" in kendisini bilmeden bilgi edinemez. Bu bağlamda Felsefe, insan düşüncesine konu olan her şeyin neden nasıl ve niçinini akli olarak sorgulayan bir aktivitedir. Bir sosyal ve toplumsal varlık olan insanın yaşamının her detayı bilgi ile örülü olduğu için bilgi ile yaşam neden ile sonuç gibi bir zorunluluk önümüze koyuyor. Yaşamımız bilgi ile anlam kazanıyor ve bilgi ile renkleniyor.

Alman şairi Goethe "Göz, kişinin bildiği kadarını görür" derken gördüğünü anlamak ve hakkı ile tanımanın yine bilgi ile mümkün olacağına vurgu yapıyor. Yine bir Çin atasözü "Kuyunun dibindeki kurbağaya göre; gökyüzü, kuyunun ağzı kadardır" der. Yani insan bilgisi oranında aşkın olanı bilir, kavrar ve inanır. Günümüz için bilgi çağı ifadesi kullanılmaktadır. Bilgi çağı bilginin kaynakları itibariyle çeşitliliğine dikkat çekmek için kullanılmaktadır. Bilgi çok ama her bilgi hakikate götüren, yanıltmayan bilgi değildir. Bizim arzu ettiğimiz bilgi yanıltmayan ve yaslandık mı huzur bulacağımız bilgi olmalıdır. Sade akıl ile bilgi edinilmez. Akıl sadece bir vasıtadır. Akıla da bilgi hammaddesi sağlamak lazım ki işlesin ve mamule dönüştürsün.

Bilginin temel kaynakları her ne kadar deney, gözlem, sezgi v.s. görünse de İslâmî olarak Kur'an ve Sünnettullah - Ehlibeyttir. Birinden birini seçme hakkımız yoktur. İkisi bir bütünün parçalarıdır. Bu iki kaynağı idrak edecek akıl duru ve şartlandırılmamış olmalıdır ki hakikati kavrayabilsin. İslâm düşünce tarihinde sadece kıyas vs kısır yöntemlerle hareket edildiği için ümmetin hidayeti yerine esaretine hizmet edilmiştir.  Bu bağlamda Kur'an ve Sünnettullahı bağdastıracak merciye ihtiyaç vardır. Bu mercii Velayet-i Fakihtir. Velayet-i Fakih zamanın imamının gaybette olduğu zaman diliminde Onun boşluğunu doldurmak için vardır.

İslam coğrafyasının en hayati ihtiyacı şüphesiz velayet-i fakihtir. Âlimlerin dağınık ve hizmet ettikleri amaçların örtüşmeyişi dağınık ve zayıflığa sebebiyet vermektedir. Bu da ümmeti savunmasız ve zayıf düşürüyor. Ümmetin zayıf düşmesi her türden ideolojik ve istilâ-i saldırılara zemin hazırlamaktadır. Bunun yanısıra cehalet ve yoksulluk sosyal yaralara zemin hazırlamaktadır. Başta adalet olmak üzere zorunlu ve farz olan farizaların uygulanması zorunluluk arzettmektedir. Dolayısıyla insanların ve ümmetin ıslahı ve şahlanması ancak Rehberiyet ve Velayeti Fakihiyi yaşatmak ve ilkelerine uymakla ümmetin birliği sağlanır. Ümmetin işgal ve istilalardan korunması ve sosyal ve siyasi istikrarın sağlanması ancak Veliyi Fakihe uymakla mümkündür.

 

Halil İbrahim Toprak



Yeni yorum ekle