Lübnan Uçurumun Kenarında

Per, 07/08/2025 - 15:50

Lübnan konusundaki en büyük analiz hatası, direnişin caydırıcı bir unsur olarak oynadığı rolün göz ardı edilmesidir. Hizbullah, Lübnan ulusal güvenliğinin omurgasına dönüşmüştür ve onun ortadan kaldırılması, ülkenin güvenlik boşluğuna düşmesi demektir.

Welayet News  - Lübnan’ın yakın tarihinin sürekli olarak irade çatışmalarına, kırılgan koalisyonlara ve dış müdahalelere sahne olduğu bir dönemde, Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesi bir kez daha medyanın, uluslararası diplomasinin ve iç siyasi tartışmaların odağına yerleşmiş durumda. Bu kez konu sadece siyasi ya da güvenlik temelli bir karar değil, Lübnan egemenliğinin ve bölgesel güvenlik yapısının tamamen yeniden tanımlanması şeklinde okunmalıdır. Hizbullah’ın silahsızlandırılması devleti güçlendirmek adına bir adım mı, yoksa Güney Lübnan’ın yeniden işgali için yeşil ışık mı?

Halk Tabanlı Caydırıcılığın Tarihini Yeniden Okumak

Bu konunun ne kadar hassas olduğunu anlamak için 2006 yılı Temmuz ayındaki 33 Gün Savaşı’na dönmek gerekir. Hizbullah, yerli halk güçlerinin cesareti ve yerli bilgi birikimiyle İsrail ordusunu durdurmuş ve bölgesel güvenlik dengelerini altüst etmiştir. Bu zafer yalnızca askeri bir başarı değil, aynı zamanda Lübnan'ın resmi ve diplomatik yapısının dış tehditler karşısında yetersiz kaldığının bir göstergesidir. Direnişin varlığı, jeopolitik boşlukları kapatma konusunda etkin bir rol oynamıştır.

Bu rol daha sonra Suriye, Irak ve Lübnan içindeki aşırılık yanlısı gruplara karşı mücadelede de defalarca kendini ispatlamıştır. Ancak 2025 yılı itibarıyla kırılgan bir devlet yapısı, iç ve dış yatırımlarda düşüş, ekonomik istikrarsızlık ve artan diplomatik baskılarla birlikte silahsızlandırma söylemi, eski ambalajında, fakat yeni hedeflerlele birlikte yine gündeme gelmiş durumdadır.

Silahsızlandırma Planının Perde Arkası: Demokrasi mi, Bağımlılık mı?

Başta Washington ve Paris olmak üzere Batılı medya organları, "silahların devlet tekeline verilmesi gerektiği" söylemini makul ve halk dostu bir talep gibi sunmaya çalışıyor. Ancak Lübnan ordusunun ne lojistik ne de motivasyon açıdan Hizbullah’ın yerine geçebilecek bir alternatif olmadığı bir durumda bu talep istikrar sağlayabilir mi?

Gerçek şu ki, Lübnan ordusu ciddi bir bütçe krizi ve mezhebi ayrılıklar yaşamakta ve dış yardımlara aşırı bağımlıdır. Ayrıca ordunun bazı kesimleri Hizbullah ile uyum içinde çalışmaktadır. Bu yüzden Hizbullah’ın silahsızlandırılması, ordunun da meşruiyet ve bütünlük krizine sürüklenmesine neden olabilir.

Bu Senaryonun Müzakeresiz Kazananı İsrail’dir

Son dönemde yaşanan suikastlar ve Güney Lübnan’ın bombalanması, İsrail’in Hizbullah’ı ortadan kaldırmaya yönelik net bir planı olduğunu göstermektedir. Hizbullah’ın üst düzey liderlerinin hedef alınması bu senaryonun yalnızca bir parçasıdır. Direnişin dağıtılması halinde İsrail, Güney Lübnan’ı, Bekaa Vadisi’ni ve hatta başkenti yeniden işgal edebilir. Böyle bir ortamda silahsızlandırma yalnızca taktiki bir karar değil, tam anlamıyla siyasi intihar olur.

Bölgesel Acı Felaketler: Cevapsız Uyarılar

Saddam sonrası Irak, ileriye dönük bir vizyon olmadan gerçekleştirilen silahsızlandırma projelerinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğinin acı bir örneğidir. Ordu dağıtıldı, halk güçleri tasfiye edildi ve ortaya IŞİD gibi yapılar çıktı ve ülke fiilen bölündü. Aynı şekilde, Libya’da da Kaddafi sonrası direniş yapılarının yok edilmesi, ülkeyi yarı askeri bölgelere bölünmüş bir devlete dönüştürdü. Lübnan gibi karmaşık sosyal yapıya sahip bir ülke, bu tür senaryoları tekrar kaldırabilecek durumda değildir.

Silahsızlandırma: Nüfuz Aracı mı, Reform Yolu mu?

Analizlerde yapılan en büyük hata, direnişin caydırıcı unsur olarak taşıdığı rolü göz ardı etmektir. Hizbullah, Lübnan'ın ulusal güvenliğinin gerçek omurgasına dönüşmüştür. Onu devlet kurumlarını güçlendirilmeden ortadan kaldırmak, ülkeyi güvenlik boşluğuna atmak demektir.

Bu nedenle Batı’nın, İsrail saldırılarının durdurulması karşılığında Hizbullah’ın silah bırakmasını öngören diplomatik teklifleri, geçmişteki boş vaatlerin tekrarı olmaktan öteye geçmemektedir. Uygulama garantisi olmayan hiçbir anlaşma, baskı ortamında sürdürülebilir değildir.

Alternatif Çözümler: Çatışmadan İş Birliğine

Lübnan’ın çok boyutlu bir çözüme ihtiyacı vardır. Ne Hizbullah ortadan kalırılmalı ne de ordu zayıflatılmalıdır. Devlet ve direnişin birlikte olduğu bir model, hem caydırıcılığı koruyabilir hem de yapısal reformların önünü açabilir.

Örneğin, Hizbullah’ın resmi savunma yapısına dahil edilmesi ya da Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde yer alması gibi öneriler, siyasi alanın radikalleşmesini önleyebilir ve diyaloğu teşvik edebilir.

Ekonomik Bağımsızlık: Jeopolitik Oyunun Kayıp Halkası

Hizbullah’ın silahsızlandırılması karşılığında sunulan uluslararası mali yardımlar, büyük ölçüde bir seraptan ibarettir. Geçmiş deneyimler, bu yardımların ya uygulanmadığını ya da ağır siyasi koşullara bağlandığını göstermektedir. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Birliği’ne olan daha büyük bir bağımlılık, Lübnan’ın iç siyasetine ve ekonomisine yönelik müdahaleleri daha da artıracaktır.

Lübnan’ın ihtiyacı olan şey, şeffaflık temelli, ulusal sermaye dolaşımını sağlayan ve Batı’ya olan ekonomik bağımlılığı sona erdiren bir ekonomik yapıdır. Aksi takdirde her yardım, Lübnan siyasetini yabancı çıkarların boyunduruğuna sokan bir ip haline gelecektir.

Bir Oyunun Sonu Mu, Yeni Bir Dönemin Başlangıcı Mı?

Lübnan bugün öyle bir noktada duruyor ki atılacak her adım, ülkenin kaderini değiştirebilir. Güvenlik ve ekonomi için bütüncül bir plan olmadan Hizbullah’ın silahsızlandırılması, devleti güçlendirmek bir yana, ülkenin daha derin bir çöküşe sürüklenmesine yol açacaktır.

Buna karşılık, direniş ve devlet arasında akıllı bir iş birliğiyle, gerçek reformlarla ve sürdürülebilir kalkınmayla Lübnan yeniden bağımsız, dirençli ve güvenli bir ülke olabilir.

Sonuç olarak, Lübnan’ın kaderi, diplomatik açıklamalarda değil, güç dengelerinin gerçekçi analizinde, halk tabanlı aktörlerin rolünün tanınmasında ve komşuların acı tecrübelerinden ders çıkarılmasında yatmaktadır. Bu gerçeklikler göz ardı edilerek atılan her adım, tarihi yeniden yazmak değil, tekrar etmektir.

Bölgesel Konular Uzmanı; Fatıma Kavend



Yeni yorum ekle