Tek Kutuplu Dünya Düzeninin Çöküşüne Giden Üç Yol

Cu, 01/08/2025 - 09:10

Dünya düzenleri, savaşta yenilgi veya caydırıcılığın başarısızlığı, ekonomik gerileme veya siyasi-ekonomik uyumsuzluk ve temel kural ve değerlerin ihlali nedeniyle çökebilir.

Welayet News  - Hiçbir şey sonsuza dek sürmez: Her uluslararası düzen bir gün sona erer. Pax Romana (Roma Barışı), Akdeniz dünyasını istikrara kavuşturdu, ta ki çöküşe geçene dek.

19. yüzyılda İngiltere öncülüğündeki dünya düzeni yükseldi, ancak 20. yüzyıldaki iki dünya savaşı arasında çöktü. Bugün, Amerika'nın dağınık şekilde liderliğini yaptığı kaotik bir dünyada, şu soruyu görmezden gelmek mümkün değil: Amerika öncülüğündeki düzen çöküyor mu?

Amerika merkezli dünya düzeni, İkinci Dünya Savaşı’nın 1945’te sona ermesinin ardından şekillendi ve yıllar boyunca ABD’yi dünyanın tartışmasız hegemon gücü haline getirdi. Ancak bu düzene yönelik baskılar – hem rakiplerden hem de bizzat Amerika’nın kendisinden – giderek artıyor.

Bloomberg haber sitesinin, Cambridge Üniversitesi’nin önde gelen tarihçilerinden Brendan Simms’den aktardığına göre, uluslararası düzenler genellikle üç şekilde sona erer: savaşta yenilgi ya da caydırıcılığın feci şekilde başarısız olması; ekonomik çöküş ya da siyasi-ekonomik düzenlemeler arasındaki uyumsuzluk; ve yönlendirici yasalar ile normlara olan saygının çökmesi.

Amerika’nın kurduğu düzen bugüne kadar ciddi bir dayanıklılık sergilemiştir ancak bu düzenin çökme ihtimali artık artmaktadır. Zira ABD aynı anda bu üç boyutta da risk biriktirmektedir.

Savaşta Yenilgi

Bir dünya düzeninin çöküşüne giden yollardan biri, savaşta başarısızlık veya yıkımdır. Savaş meydanında yaşanan aşağılayıcı bir yenilgi, hegemonik bir gücün otoritesini sarsan en güçlü etkendir. Atina İmparatorluğu, büyük Peloponez Savaşı’ndaki yenilgiden sonra çöktü. Britanya, Birinci Dünya Savaşı’nı kazandı ama maliyetlerinden kurtulamadı.

Amerika son on yıllarda dünyanın tartışmasız askeri gücü olmuştur ancak Bloomberg, Amerikan ordusunun yenilmez olduğunu düşünenlerin büyük bir yanılgı içinde olduğunu yazıyor.

Pentagon, karmaşık bir askeri sorunla karşı karşıya. ABD'nin karşı karşıya olduğu küresel tehditler raporunda; Avrupa'da Rusya, Orta Doğu’da İran ve Asya'da Çin ile Kuzey Kore gibi askeri tehditler Amerika için ciddi baskılar oluşturduğu açıkça ifade edilmiştir.

Tek cephede savaşmak üzere tasarlanmış bir orduya sahip olan bir süper güç, çok yönlü ve bağlantılı tehditlerle dolu bir dünyada çok çeşitli tehlikelerle yüz yüzedir. Ancak ezici bir yenilgi riski özellikle Pasifik Okyanusu’nda yoğunlaşmaktadır.

2023 yılında ABD Hava Kuvvetleri Bakanı Frank Kendall, Bloomberg’e şöyle demiştir: “Çin savaşa ve özellikle Amerika ile bir savaşa hazırlanıyor.” Savunma Bakanı Pete Hegseth de Çin’in gerçek bir tehdit olduğunu ve bu ülkeyle bir savaşın yakın olabileceğini ifade etmiştir. Bu, Amerikalı yetkililerin endişe verici açıklamalarından yalnızca birkaçıdır.

Pekin, Tayvan’a saldırı ya da Batı Pasifik’i yeniden şekillendirme planları doğrultusunda güç inşa etmekte ve tatbikatlar yapmaktadır. Nükleer cephaneliğini ABD ile eşit hale getirmek belki de onu geçmek için rekabete girmiştir. Aynı zamanda Şi Ciping yönetimi, gıda, yakıt ve diğer kaynakları depolamaktadır. Şi elbette Amerika’yı Batı Pasifik’ten barışçıl yollarla çıkarmayı tercih ederdi ancak o savaşa da hazırdır.

Bloomberg’e göre küresel baskılar hâlâ çok gerçek, Asya’daki gelişmeler endişe verici ancak ABD hâlâ olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı kaybedecekmiş gibi davranmamakta.

ABD’nin askeri harcamaları gayrisafi yurt içi hasılanın %3.5’inden daha az ki bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük seviye ve gelecek yıl daha da düşebilir. Önemli mühimmat ve füze savunma stoklarının düşük olduğu bildirilmiştir; son İran saldırıları nedeniyle bu stoklar daha da tükenmiştir.

Kısa bir süre önce CNN, Haziran 2025’te İsrail ile İran arasında yaşanan 12 günlük savaş sırasında, ABD’nin gelişmiş THAAD hava savunma füzesi stoklarının yaklaşık dörtte birini kullandığını rapor etti.

CNN’e göre bu kullanım oranı, füze üretim hızından çok daha fazla ve bu da ABD’nin küresel savunma kapasitesi hakkında ciddi endişelere yol açmış durumda.

Ekonomik Çöküş

Dünya düzenleri patlayarak yok olmak zorunda değildir; içten de çökebilirler – özellikle de ilgili güç, sistemi ayakta tutan ekonomik düzenlemeleri sürdüremez ya da sürdürmek istemezse. İngiliz düzeni, iki dünya savaşının ardından imparatorluğun iflas etmesiyle çöktü. Amerikan düzeni ise iki ekonomik temele dayanıyordu: İlk olarak, ABD’nin küresel gücünü sürdürecek ekonomik ve mali kapasite – özellikle rakip güçlerin tehditlerini caydıracak askeri harcamaları finanse etme yeteneği. İkinci olarak ise, stratejik taahhütleri destekleyen ekonomik ilişkiler: küresel ekonomik liderlik, ticaret ve yatırım bağları. Bu bağlar Washington’u müttefiklerine bağlıyor ve hepsine Amerika öncülüğündeki dünya düzenini sürdürmek için ortak bir motivasyon sağlıyordu.

Ancak günümüzde bu küresel ekonomik düzenin yapısını tehdit eden üç ciddi meydan okuma bulunmaktadır: Aşırı harcamalar, himayecilik ve siyasallaşma. Bu üç alanda da durum ABD açısından kötüleşmektedir.

Öncelikle: Aşırı Harcamalar. Yirmi beş yıl önce Amerika bütçe fazlası veriyordu. Bugün ise bitmek bilmeyen bütçe açıklarıyla karşı karşıya. ABD’nin kamu borcu, gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yaklaşık %100’üne ulaşmış durumda. Yakında bu oran, İkinci Dünya Savaşı sonunda kaydedilen %119 oranını aşacak. Eğer Trump döneminde çıkarılan büyük yasa tasarısındaki harcama ve vergi düzenlemeleri kalıcı hâle gelirse, 2050 yılına kadar borç GSYİH’nin %200’ünü bile geçebilir.

Borç ve açıklar arttıkça, faiz maliyetleri yükselir ve borçlanma maliyetleri artabilir; bu durum ekonomik büyümeyi kısıtlar ve savunma bütçesi üzerinde baskı yaratır. En nihayetinde, mali israf doların küresel hâkimiyetini zayıflatabilir, ABD’nin yaptırım uygulama gücü gibi küresel kapasitesini azaltabilir ve diğer ekonomik sorunlarını derinleştirebilir.

Hiçbir kesin yöntem, aşırı harcamaların küresel liderliği ne zaman imkânsız hâle getireceğini veya ne zaman ciddi siyasi ve uluslararası zararlara yol açacağını belirleyemez. Ancak Amerika bu sınırı bulmakta kararlı görünüyor.

İkinci olarak: Korumacılık. ABD, ekonomik ilişkilerini yeniden gözden geçirmekten hiçbir zaman çekinmemiştir; 1980’lerde Japonya ile yaşanan sert ticaret kavgalarını hatırlayalım. Ancak Trump’ın tarifelere duyduğu yoğun ilgi, çok daha kalıcı ve yıkıcı etkiler yaratabilir.

Amerika’nın müttefikleri, bu gümrük tarifelerinin savunma bütçelerinin artırılmasını zorlaştırdığını söylüyor. Amerika, müttefikleriyle ticaret konusunda ne kadar çok çatışmaya girerse, Çin’le gemi inşası veya yapay zekâ gibi alanlardaki rekabet için gereken dayanışma ve direnç o kadar zayıflar.

Üçüncü olarak: Ekonominin Siyasallaştırılması. Trump’ın ABD Merkez Bankası’na (Federal Reserve) müdahale çabası, Amerika ekonomisinin tarafsız ve etkin yönetimini tehdit ediyor ve krize girildiğinde küresel ekonomiyi istikrara kavuşturma kapasitesini azaltıyor. Ayrıca - Göçmenlik, uyuşturucu veya hoşgörüsüz dostlarının hukuki sorunları- gibi siyasi anlaşmazlıklarda gümrük vergilerini pervasızca kullanması, Amerika Birleşik Devletleri'ni küresel ekonomik istikrarsızlıkta bir etken haline getirdi.

Trump, küresel ekonomiyle tehlikeli bir oyun oynuyor. Böyle bir süper güce uzun vadede başka ülkelerin destek vermeye devam edeceğini düşünmek zor.

Tüm Kuralların İhlali

Hiçbir düzen, temel yasaları sürekli ihlal edilip göz ardı edildiğinde ayakta kalamaz. Soğuk Savaş’ın sonlarında Sovyetler Birliği artık Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimleri dayatmadığında, kendi bölgesel düzeni çöktü.

Amerika, desteklediği uluslararası düzenin; denizlerde seyrüsefer özgürlüğü, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, insan haklarının savunulması ve komşu toprakların işgalinin yasaklanması gibi değerlere dayandığını iddia ediyordu.

Ancak yıllar boyunca uyguladığı çifte standartlar ve ikiyüzlü politikalar, bu değerleri içi boş kavramlara dönüştürmüş ve onlara duyulan saygıyı zayıflatmıştır. Devletlerarası savaşların artması ve toprak ilhaklarının yeniden gündeme gelmesi, uluslararası toplumun saldırganlığa karşı caydırıcılığının zayıfladığını göstermektedir.

Amerika’nın insan hakları sloganları, özellikle Gazze savaşında İsrail’e verdiği tam destek sonrasında, hiç bu kadar boş görünmemişti. Üstelik Donald Trump, halklarının iradesine rağmen Panama Kanalı’nı ele geçirme, Kanada’yı ilhak etme ve NATO üyesi Danimarka’nın özerk toprağı Grönland’ı alma fikirlerinden söz etmiştir.

Trump, Amerika’nın ekonomik baskı veya askeri güç kullanarak toprak genişletebileceğini ifade etmiştir. Oysa saldırganlığa karşı çıkma ilkesi o kadar temel bir değerdir ki çöküşü, dünyayı geçmişin kaotik dönemlerine geri döndürebilir. Eğer bu ilkeyi bizzat Amerika ihlal ederse, kendi kurduğu düzenin yıkımına da ortak olacaktır.

Özetle, Amerika’nın sözde "hukuka dayalı" uluslararası düzenini savunmak için öne sürdüğü egemen değerler, artık bizzat kendi uygulamaları yüzünden tamamen çökmüştür.



Yeni yorum ekle