Soykırımın Boru Hattı

Tue, 19/11/2024 - 08:37

İngiltere’nin BP ve Azerbaycan’ın SOCAR şirketleri tarafından işletilen Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı Filistin’de soykırıma devam eden İsrail’in petrol ihtiyacının neredeyse yarısını karşılıyor. Bu küresel enerji şirketleri devasa kârlar elde ederken Filistinliler bunun bedelini hayatlarıyla ödüyor.

Welayet News  - İngiltere merkezli antiemperyalist iklim grubu Filistin için Enerji Ambargosu (Energy Embargo for Palestine) grubunun hazırladığı kapsamlı rapor, İngiliz devletinin ve kurulduğundan beri İngiliz devletinin çıkarlarına bağlı BP’nin bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen siyonist soykırımı körükleyen rolünü ortaya koyuyor.

Rapor boyunca, “İsrail” ismiyle tarihi Filistin’i işgal eden gayrimeşru siyonist varlık kastediliyor. Dolayısıyla “işgal altındaki Filistin” tanımı da 1967 savaşından bu yana işgal altında olan Batı Şeria’yı ve Gazze’yi değil, 1948’de etnik temizlik sürecinde ele geçirilen Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki toprakları kapsıyor.

Geçen 11 ayda insanlık tarihinin televizyonlardan en çok izlenen ve belgelenen soykırımına tanıklık ettik ve etmeye devam ediyoruz. İsrail’in askeri jetleri ve araçları, okullardan hastanelere, hatta mezarlıklara kadar Gazze’de yaşamı mümkün kılan bütün altyapıyı yerle bir ederken canlı yayınlandı. Ancak bu yıkım güçleri kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Dünyanın dört bir yanındaki silah  fabrikalarından gelen parçalarla donatılıyor, küresel rezervlerden gelen petrolden  besleniyor.

Dolayısıyla enerji tedarik zincirlerini çıkarıldıkları noktadan İsrail askeri araçlarında kullanıldıkları noktaya kadar takip etmek büyük önem taşıyor. Eğer “[silah üreticilerinin] ABD emperyalizminin yumrukları, lojistik şirketlerinin de kas gücü olduğunu varsayarsak” bu durumda enerji şirketleri bu ölüm makinesine doğrudan oksijen sağlıyor.

BP’nin gaz lisansları

İsrail bu oksijeni çeşitli kaynaklardan alıyor. Kasım 2023’te, aralarında British Petroleum’un (BP) da bulunduğu bir dizi Batılı enerji şirketine İsrail Enerji Bakanlığı tarafından işgal altındaki Filistin sularında gaz arama ruhsatı verildiği haberi geldi. Bu sahaların güvenilir gaz kaynaklarına dönüştürülmesi yıllar alacak olsa da ABD’deki ve İngiltere’deki aktivist gruplar devam eden soykırımın gölgesinde yapılan bu ticari anlaşmalara karşı eylemler düzenliyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik Batı destekli soykırımcı kuşatmasının motivasyonu, denizdeki gaz yataklarının işletilmesine indirgenemez. Devam eden soykırım, ABD emperyalizminin ve bölgedeki çıkarlarını hayata geçiren taşeron devlet mantığının bir parçası olarak anlaşılmalıdır: tarihi Filistin’in tamamını etnik olarak temizlemeyi, doğal kaynakları ele geçirmeyi, yakıt kaynaklarını askeri ve ekonomik gücünü pekiştirmek için kullanmayı ve ihraç etmeyi amaçlayan siyonist yerleşimci sömürge projesi.

Gerçekten de BP’nin gaz lisanslarına karşı eylemlerimiz tek başına değildir. Türkiye’deki ve Kolombiya’daki diğer aktivist gruplar gibi biz de enerji şirketlerinin İsrail’e yakıt tedarik etmek üzere İsrailli şirketlerle ortaklık kurmasına karşı kampanya yürütüyoruz.

Bu nedenle BP’nin gaz lisansını, İsrail’in beslenmesindeki daha büyük rolü içinde konumlandırıyoruz. BP, soykırım sırasında İsrail’e petrolünün yüzde 28’ini sağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının işletmecisi ve en büyük hissedarıdır.

Bu araştırmada, BP’nin sömürgecilik tarihini ve Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının tedarik zincirini inceliyoruz. Ayrıca BP’nin yurtdışındaki faaliyetlerini kolaylaştıran kamusal faaliyet ruhsatlarını da araştırıyoruz. Kamusal faaliyet ruhsatları, şirketlerin devam eden kâr odaklı, sömürgeci iş pratikleri için ek bir meşruiyet katmanı olarak kamu onayı alma sürecini tanımlayan ticari ve metaforik bir kavramdır.

BTC boru hattına odaklanmak, siyonist yerleşimci sömürgeciliğin Ortadoğu’da devam eden petrol çıkarma faaliyetlerinin ve zenginliğin Küresel Kuzey’de yoğunlaştığı adaletsiz birikimin merkezinde yer aldığını ortaya koyuyor.

Bu nedenle Filistin’in kurtuluşu ve bölgesel antisiyonist direniş, kapitalizm karşıtı adil bir düzene geçiş için verilen daha geniş mücadelenin merkezinde yer almalıdır. Filistin’in siyonist işgaline karşı emperyal merkezden örgütlenmek, soykırımın faillerinden hesap sormaktan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bu, Küresel Kuzey’e sürekli “değer” akışı için halkları ve ekolojileri yok eden emperyalizme karşı daha büyük mücadelenin bir parçasıdır.

Enerji ve emperyalizm: BP’ye giriş

BP’nin ve onun sömürgeci petrol çıkarma, emek sömürüsü ve darbe düzenleyiciliğinin tarihi, enerjinin emperyalist sistemdeki rolünü anlamak için çok önemlidir.

Ortadoğu’daki petrol endüstrisi, 1901 yılında imzalanan ve İngiliz finansörlere İran’ın güneybatısındaki Huzistan eyaletinde petrol arama hakkını tanıyan bir imtiyazla başladı. I. Dünya Savaşı öncesinde birçok Avrupalı güç, endüstriyel gelişimlerini, Afrika ve Asya’ya doğru sömürgeci yayılmalarını hızlandırmak için kömürden petrole geçiş sürecini başlattı. Bugün BP olarak bilinen Anglo-Persian Oil Company (APOC), Huzistan Eyaleti’nde petrol bulunup çıkarıldıktan sonra 1909 yılında tescil edildi.

Churchill’in teşvikiyle 1914’te İngiliz hükümeti BP’nin çoğunluk hissesini satın aldı, bu yatırım İngiliz Kraliyet Donanması’nın kömürden petrole enerji geçişi yapmasını sağladı. Başından beri BP’nin çıkarları İngiliz devletinin çıkarlarına bağlıydı. Petrol işinden elde edilen kârlar arttıkça, İngiliz devleti daha da zenginleşti. Aynı zamanda petrol, Britanya’nın emperyalist militarizasyonunu ve sömürgeci girişimlerini körüklemek ve karşılığında militarist saldırganlık dünya çapında petrol rezervlerini güvence altına almak için kullanılıyordu.

BP Ortadoğu’daki faaliyetlerini genişlettikçe, İngiliz sömürgeciliğine karşı muhalefet de büyüdü. 1953 yılında ABD ve İngiltere, APOC’u millileştirmek isteyen İran’ın demokratik yollarla seçilmiş Başbakanı Muhammed Musaddık’ı görevden almak için bir darbe düzenlediler.

1953 darbesi ve ardından Muhammed Rıza Pehlevi’nin iktidarını pekiştirmesi, BP’nin 1979 Devrimi’ne kadar İran petrolünün yüzde 40’ını güvence altına almasıyla sonuçlandı. Bu dönemde Şah bölgedeki İngiliz emperyal çıkarlarını hayata geçirerek Arap ve İranlıların anti emperyalist kurtuluş mücadelelerini baltaladı.

BP’nin İngiliz endüstriyel gelişimindeki içsel rolü, İngiliz yaşam standartlarının Huzistan’dan çıkarılan “ucuz İran petrolüne” nasıl dayandığını göstermektedir. Bu petrol otobüslere, arabalara ve fabrikalara yakıt olarak kullanılırken, aynı zamanda Britanya’nın Güney Afrika, Filistin, İrlanda, Kenya ve Kıbrıs gibi sömürgelerindeki vahşi emperyal yönetimini de sürdürmesini sağlıyordu.

Yüzyılın ikinci yarısında, BP sonunda tamamen özelleştirilmiş bir şirket haline gelmesine rağmen devlet ve şirket arasındaki yakın ilişki güçlü kalmaya devam etti. BTC boru hattı projesinin hayata geçirilmesinde İngiliz ve ABD devletlerinin ağırlığı muazzamdı. BP, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşünün ardından bu an için yapılan hazırlıklardan yararlanmak için hiç vakit kaybetmedi. Şirket, küresel kapitalist bir pazara doğru ilerleyen, geçiş sürecindeki bir ulus olan yeni bağımsız Azerbaycan üzerindeki hakimiyetini güçlendirmek için hızla harekete geçti.

Margaret Thatcher, 1992 yılında BP’nin talebi üzerine Azerbaycan’ı ziyaret ederek bu yeni kurulan devlet ile İngiltere arasındaki bağları güçlendirdi. Eski BP CEO’su John Browne’un belirttiği gibi, “Sovyet sonrası ülkelerde hükümetten hükümete anlaşmaları anlamak ve kabul etmek daha kolay olduğu için İngiltere hükümetiyle yakın ilişkiler içinde olmak bizim için çok önemliydi.” İngiltere’nin bir projeyi ya da potansiyel bir anlaşmayı devlet olarak desteklemesi BP’nin en iyi şekilde yararlanabileceği bir başka müzakere taktiğiydi.

ABD’nin Orta Asya bölgesinde varlığını hissettirmek için agresif bir şekilde bastırması, 1998 yılında hükümet temsilcileri ve CIA’in de dahil olduğu ABD “Hazar Enerjisi Koordinasyon Grubu”nun kurulmasıyla sonuçlandı. Bu grup her üç haftada bir toplanarak “hem petrol şirketlerini hem de Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye hükümetlerini ABD’nin talep ettiği boru hattını inşa etmeye zorlamak için” gereken kısa vadeli stratejik planları ayrıntılandırdı.

İngiltere ve ABD’nin hem boru hattı projesinin stratejik yönünü kendi lehlerine etkileme hem de Azerbaycan’ı Rusya ve İran’ın oluşturduğu tehditleri gözetleyen bir kukla devlet haline getirme kararlılığı, özel şirketlerin ABD ve İngiltere’nin emperyal çıkarlarına uyum sağlama (ve bunları şekillendirme) geleneği içinde yer almaktadır. Bu jeopolitik gerçeklik, bugün gördüğümüz bağlamın arka planını oluşturuyor: Batı çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı olan Azerbaycan, bölgedeki bir başka emperyal ileri karakol olan İsrail tarafından işlenen bir soykırımı körüklüyor.

Yüzyılın anlaşması: Ulusötesi bir boru hattının temelleri

BTC boru hattının İsrail’e ham petrol tedarik etmesinde rol oynayan çıkarları anlamak için 1990’larda Azerbaycan ve BP arasında yapılan anlaşmaları anlamak önemlidir. Bu belgeler BP’nin Küresel Güney’deki ‘egemen’ uluslar üzerindeki hakimiyetinin devamını sağlamıştır.

BTC boru hattının temel anlaşması, 1994 yılında Azerbaycan hükümeti ile Batılı enerji şirketleri arasında imzalanan 7.4 milyar dolarlık “Yüzyılın Anlaşması” idi. Anlaşmanın gösterişli ismi, değerini ve ortaya çıkardığı gelişmelerin ölçeğini yansıtmak için anlaşmaya dahil olanlar tarafından kasıtlı olarak benimsenmiştir.

Sözleşme, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki üç büyük petrol sahasının (topluca ACG petrol sahaları olarak bilinir) SOCAR (Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi) tarafından, uluslararası enerji şirketlerinin büyük desteğiyle nasıl geliştirileceğini detaylandırıyordu. Petrol sahalarından üretilen hidrokarbonlar daha sonra kâr amacıyla satılacaktı. Başlangıçta kârın çoğu bu sistemleri inşa eden uluslararası enerji şirketlerine gidecek, böylece geliştirme maliyetlerini geri kazanabilecek ve kendi marjlarını maksimize edebileceklerdi.

Sözleşme Azerbaycan’ı altı ülkeyi temsil eden 11 yabancı enerji şirketinden oluşan bir konsorsiyuma bağladı: ABD, İngiltere, Rusya, Norveç, Türkiye ve Suudi Arabistan. SOCAR’ın yabancı enerji şirketleriyle kurduğu ortaklık, petrol projesinin uygulanmasını denetlemekten sorumlu olan AIOC’nin (Azerbaycan Uluslararası İşletme Şirketi) kurulmasıyla resmiyet kazandı.

BP, 1998 yılına gelindiğinde AIOC’nin %30,37’lik kontrol hissesine sahipti ve ACG platformlarının işletmecisiydi. BP’nin Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan’daki operasyonlarından sorumlu bölge başkanı aynı zamanda AIOC’nin de başkanıdır.

BTC boru hattı şu anda üç ülkeden geçmektedir: Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye. Bu, BP liderliğindeki enerji konsorsiyumunun her bir ülkeyle özel hukuk sözleşmeleri yapmasının ardından mümkün olmuştur.

Her bir sözleşme, BP’nin anlaşmalı olduğu bir Amerikan hukuk firması olan Baker Botts tarafından hazırlanmıştır. Baker Botts her şeyden önce petrolün serbest dolaşımına öncelik verdi ve bir dizi “istikrar maddesi” aracılığıyla Hazar Denizi petrolünün gelecekteki kullanımını 40 yıllık bir süre için taşınmaz, yasal bir gerçek olarak güvence altına aldı. Bu maddeler özellikle hissedarları, BP’nin ve bu işten büyük kazanç sağlayanların bağımlı olduğu üç ülkede çok gerekli olan istikrarı değiştirebilecek herhangi bir iç siyasi değişiklikten veya diğer potansiyel olumsuz olaylardan korumak için tasarlanmıştır.

Bu anlaşmaların önemi küçümsenemez. BP’nin şartları hâlâ halk sağlığı, arazi edinimi, vergi, çevre düzenlemeleri ve boru hattının güvenliği konularında yerel yasaları geçersiz kılmaktadır. Her ülkenin siyasi egemenliğinin erozyona uğraması, BP’nin sömürgeci geçmişinin bir belirtisidir; sektördekiler “BP’nin Azerbaycan’ı” olarak adlandırmaktadır. Bu etiket özel ve devlet aktörleri arasındaki etkileşimi ortaya koymaktadır.

Petrol ticareti ve dünya çapında genişleyen enerji tedarik zincirleri genellikle kasıtlı olarak parçalara ayrılmış ve gizlenmiştir. Analizimizi BP liderliğindeki enerji konsorsiyumu tarafından güvence altına alınan anlaşmalara dayandırarak, İsrail’in Filistinlilere yönelik devam eden soykırımını sürdürmek için dayandığı kilit altyapının arkasında kimlerin olduğunu açıkça ortaya koyabiliriz.

BTC boru hattının takibi

Londra’daki genel merkezinden 5000 kilometre uzakta faaliyet gösteren BP, Hazar Denizi’ndeki petrol çıkarma işleminden petrolün ulusötesi bölgelere taşınmasına kadar, siyonist soykırıma ham petrol tedarik zincirinin her aşamasında yer alıyor.

-Tedarik zinciri, Azerbaycan’ın başkenti Bakü açıklarında, Hazar Denizi’ndeki ACG petrol sahalarında başlıyor. Azerbaycan’ın en geniş petrol rezervlerini barındıran bu sahalar BTC boru hattının hammadde kaynağını oluşturuyor. Azerbaycan karasuları içinde yer alan petrol sahaları BP’nin İngiltere menşeili bir yan şirketi tarafından işletiliyor.

-ACG sahalarından gelen ham petrol daha sonra denizaltı boru hatlarıyla Bakü yakınlarındaki Sangaçal terminaline aktarılıyor. Burada petrolün teslimi ve depolanması yapılıyor. BTC boru hattının ilk durağı olan bu terminal, Azeri petrolünü (ticari adıyla Azeri Light ya da Azeri ham petrolü) dünya pazarına ulaşmasını sağlıyor. Sangaçal terminalinin çoğunluk hissesi BP’ye ait ve yine BP tarafından işletiliyor.

-1769 kilometre uzunluğundaki BTC boru hattı Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye uluslararası sınırlarından geçiyor. Fazlasıyla askerileştirilmiş bir güzergahı izleyen BTC boru hattı, Kürt topraklarını kesiyor ve geçtiği köyleri tahrip ediyor.

-Boru hattı Türkiye’nin Ceyhan limanında son buluyor. BTC boru hattının Türkiye ayağı, Türkiye devletinin petrol firması olan BOTAŞ tarafından işletiliyor ve tedarik zinciri karadan denize doğru ilerliyor.

-Söz konusu petrol, nakliye güzergahları boyunca tankerlerle taşınıyor. Denizaşırı petrol transferi için çeşitli petrol ve nakliye şirketleriyle sözleşmeler yapılıyor. Ekim 2023’ten bu yana Ceyhan’dan İsrail’e petrol taşımak üzere gemi kiralayan ve çoğunluğu İsviçre merkezli olan şirketler şunlardır: Oilmar (BAE), Petraco (İsviçre), SOCAR (Azerbaycan), Vitol (İsviçre) ve Glencore (İsviçre).

-Petrol yüklü gemiler son durak olarak İsrail’in Aşkelon, Aşdod ve Hayfa limanlarına ulaşarak işgal altındaki Filistin topraklarına demir atıyor. Gazze’nin sadece 19 kilometre kuzeyinde bulunan ve Azeri BTC ham petrolünün başlıca varış noktası olan Aşkelon limanı, Filistin direnişinin sık sık gerçekleştirdiği füze saldırıları nedeniyle Ekim 2023’ten sonra aylarca hizmet dışı kaldı.

Türkiye’nin açık deniz ticaret yolu İsrail’in petrol tedariki için hayati önem taşıyor. Bu ticaretin kesintiye uğraması, karasal jeopolitik konumu nedeniyle tamamen deniz ithalatına bağlı olan İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Siyonist yayılmacı projenin komşu ülkelerin egemenliğine karşı yarattığı tehdit, yakıt tedarikini doğrudan kara yoluyla sağlayan boru hatlarının bulunmadığı anlamına geliyor. Yemen gibi ülkelerin ustalıkla yararlandığı bu durum ciddi bir jeopolitik zayıflığa işaret ediyor.

Kızıldeniz’deki ulusal deniz sınırları üzerinde donanma kontrolü sağlayan Yemen, İsrail’in güneyindeki Eilat limanına petrol sevkiyatını sekteye uğratmayı başardı. Bu liman, Yemen’in Ensarullah ablukası nedeniyle şu anda iflas etmiş durumda.

Emperyalist bir karakol olan İsrail, Batı emperyalizminin işbirlikçisi rejimlerle kurduğu ilişkilere güveniyor. İsrail 1961’de Arap dünyasını kuşatma girişimiyle İran, Etiyopya ve Türkiye gibi Arap olmayan devletlerle güçlü ittifaklar geliştirdi. Azerbaycan’ın İsrail ile olan yakın ilişkisi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu ilişkinin faydaları karşılıklı: Azerbaycan İsrail’e petrol sağlarken, İsrail Ermenistan’ı işgal etmek üzere askeri cephaneliğinin yaklaşık yüzde 70’ini Azerbaycan’a aktardı. Petrol ve militarizm, emperyalist devletlerin mülksüzleştirme ve etnik temizlik pratiklerini kolaylaştırmak üzere kol kola ilerliyor.

Sömürgeci soykırıma giden boru hattı

Azeri ham petrolü Aşkelon’a ulaştıktan sonra Aşkelon-Hayfa boru hattı üzerinden Aşdod rafinerisine taşınıyor. Bu petrol rafinerisinin sahibi olan Paz Oil şirketi, 2023 yılı 3. çeyrek raporunda “savaşın başlamasından hemen sonra, IDF ve cephe hattındaki evlerinden tahliye edilenlerin ihtiyaç duyduğu gıda, yakıt ve diğer ürünleri bağışlamaya başladığını” açıkladı. Yani rafineri sadece İsrail ordusu için jet yakıtı üretmekle kalmıyor, aynı zamanda soykırım faaliyetlerine yakıt “bağışlıyor”. Rafineri raporları, üretimin yüzde 50’sinden fazlasının geniş çaplı askeri kullanımları olan dizel ve naftadan oluştuğunu da ortaya çıkarıyor. Halihazırda IDF ile jet yakıtı tedariki sözleşmesi bulunan rafinerinin açıklanmayan başka yakıtların tedariki için de sözleşmeler yapması şaşırtıcı olmayacaktır.

Kanıtlar açıkça ortada: BP tarafından BTC boru hattı aracılığıyla çıkarılıp taşınan Azerbaycan petrolü İsrail’de işleniyor ve Gazze’de soykırımı sürdüren askeri güçlere jet yakıtı sağlıyor. Bu durum, özellikle de Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğini ilan eden Güney Afrika davası ışığında, BP’den SOCAR’a ve Türkiye’deki resmi makamlara kadar tüm işbirlikçiler için ciddi sonuçlara sebep olacaktır.

Azerbaycan ham petrolü İsrail ordusu tarafından kullanılıyor olsa da yerleşimci sömürgeci bir askeri devlet söz konusu olduğunda sivil ve askeri altyapı arasında net bir ayrım yapmak mümkün değil. İsrail orantısız ölçüde büyük bir orduya sahip küçük bir ülke, dolayısıyla sivil ve askeri yakıt tedarik zincirleri arasında ciddi bir örtüşme ve belirsizlik söz konusu. Paz Oil’in 2024 yılı ilk çeyrek raporunu incelediğimizde, şirketin İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait jetlere yakıt ikmali sözleşmesi bulunan Havacılık Hizmetleri iştirakinin, sivil yakıt ihtiyaçlarının yanı sıra “Ulaşım için Enerji” başlığı altında da listelendiğini görüyoruz.

Yerleşimci sömürge projeleri tanımları ve işlevleri gereği şiddet içeren askeri projelerdir, çünkü kuruluş ve devamlılıkları yerli halkın güç ve baskı yoluyla sürülmesine ve tahakküm altına alınmasına bağlıdır. Yerleşimci bir toplum askeri ve militarize bir toplumdur; bunun en bariz örneği İsrailli yerleşimci nüfusun işgal güçlerine zorunlu olarak katılması ve soykırım sırasında “sivil” benzin istasyonlarında yakıt ikmali yapan askeri tankların yayılan görüntüleridir.

İsrail topraklarına ulaşan her bir damla petrol, Gazze’deki soykırımın yakıtı olarak değerlendirilmeli. Soykırım, siyonizmin bir yan etkisi ya da İsrail’deki aşırıcı siyasi akımların bir sonucu değil, 1948’den bu yana devam eden Nekbe’nin kanıtladığı üzere, yerli nüfusun yok edilmesine dayanan yerleşimci sömürgecilik türünün temel işlevidir.

Küresel iklim hareketi kapsamında odağımızın, yakıt kaynakları ya da çıkarılma noktalarının ötesinde, yakıtın somut kullanımlarına doğru kayması gerekiyor. İsrail’in enerji kullanımının incelenmesi Gazze’deki soykırım ve doğa katliamıyla sınırlı kalmamalı. İsrail’i besleyen aktörler aynı zamanda yayılmacı siyonist projeyi ve İsrail’in bombaları ve askeri işgali altında kalan Lübnan ve Suriye gibi komşu ülkelerin egemenlik alanlarına yönelik saldırılarını da besliyor.

Dolayısıyla BP’nin İngiltere topraklarında tasarlayıp işlettiği petrol boru hatlarının soykırıma hizmet ettiğini görmezden gelemeyiz.

BP sorumludur, BP suçludur. BP, soykırımcı siyonist yapıya yakıt tedarik etmeyi durdurmaya zorlanmalıdır. BTC boru hattının tedarik zinciri Azerbaycan’da başlarken, BP’nin tüm faaliyetleri sözde İngiliz halkının rızası ve desteğiyle yürütülmektedir.

Meşruiyet inşa etmek: BP’nin siyasal lobiciliği ve kamusal faaliyet ruhsatı

BTC boru hattı aracılığıyla Azerbaycan’dan İsrail’e uzanan tedarik zincirini ve BP petrolünün İsrail’e deniz yoluyla sevkiyatını takip ettiğimizde, siyasal lobiciliğin ve BP’nin sahip olduğu kamusal lisansların da bu tedarik zincirinin ayrılmaz parçaları olduğunu görüyoruz. Declassified tarafından araştırıldığı üzere BP’nin Irak, Nijerya, Venezuela ve Libya’yı içerecek şekilde sahip olduğu en geniş çaplı petrol arama ruhsatları, İngiltere’nin bu ülkelerdeki neo-kolonyal savaşlara sağladığı destek ve MI6 ile yaptığı işbirliği sayesinde temin edilmiştir.

Buna bir örnek olarak MI6’nın, Azerbaycan cumhurbaşkanı ve BTC boru hattının yapımını sağlayan Yüzyılın Anlaşması’nın yöneticisi Haydar Aliyev’in iktidara gelmesini hızlandıran 1992 ve 1993 darbelerinin arkasında olduğu raporlandı. MI6’nın eski başkanı Sir John Sawers’ın 2015-2022 arasında BP’nin yönetim kurulunda görev yaptığı da biliniyor.

Sawers’ın göreve atandığının açıklanmasıyla birlikte BP’nin, İngiltere’nin Irak’taki eski özel temsilcisinin istihbarat ve diplomasi deneyimine güvendiği anlaşılmış oldu, BP ile İngiltere müesses nizamı arasındaki geniş çaplı temas iyice pekişti.

Yakın dönemde BP, eski ve mevcut İngiliz milletvekillerine lobi yaparak milyon dolarlık anlaşmaları kamu denetiminden gizledi. Özellikle, İsrail Dostu Muhafazakarlar Grubu’nun eski milletvekili ve parlamento başkanı Stephen Crabb’a, Temmuz 2022’de BP tarafından Wimbledon biletleri verildiği biliniyor. Bundan sadece beş ay sonra, Aralık 2022’de İsrail Gazze’deki doğalgaz arama ruhsatları için ihale düzenledi. Crabb’in bu etkinliğe BP’nin davetlisi olarak katılmasındaki amaç hakkında yalnızca spekülasyon yapabiliriz, ancak bu durum BP ile İngiltere devlet yetkilileri arasındaki gizli ve yakın ilişkileri ortaya koyuyor.

Petrol şirketlerinin hükümet yetkililerini ağırlamasının olağan hale gelmesi, Tory veya İşçi Partisi fark etmeksizin, İngiltere’nin siyaset kurumunun büyük şirketlerin cazip, yozlaşmış ve gizli lobi faaliyetlerine ne denli açık olduğunu gösteriyor.

BP, Westminster koridorlarının ötesinde kamusal faaliyet ruhsatı aracılığıyla da günlük yaşamımıza nüfuz ederek toplum genelindeki etkisini güçlendiriyor.

BP’nin kendi ifadesiyle bu kamusal ruhsat “insanların ürünlerimizi satın almasını, iş ilanlarımıza başvurmasını, hisselerimize yatırım yapmasını ya da kendi toplumlarındaki varlığımızı benimsemesini sağlıyor.” Şirketlerinin iyilik için bir güç olduğu imajının yaygın bir şekilde kabul görmesini sağlamak, BP’nin meşru bir işletme olarak formüle edilmesi açısından hayati önem taşıyor.

Kamusal ruhsatların tedarik zincirinde risk yönetime dair önemli rolünü gösteren olaylardan  biri, BP’nin 2010 yılında Meksika Körfezi’nde meydana gelen “Deepwater Horizon” petrol  sızıntısıydı. Bu patlamada bölge halkı toplu kimyasal zehirlenmeye maruz kaldı, 11 işçi öldü ve denizaltı yaşamına etkisi uzun yıllar sürecek hasarlar verildi. Başlangıç maliyetlerine karşın BP’nin uzun vadeli borsa performansı herhangi bir zarar görmedi.

BP petrol sızıntısının hemen ardından meşruiyetini yeniden inşa etmek ve kamusal ve siyasi ruhsatlarını geri kazanmak amacıyla “Meksika Körfezi Araştırma Girişimi” başlıklı 10 yıllık bir araştırma ve toplumsal katılım projesine sponsor oldu.

Bu girişim kapsamında BP tarafından seçilen biliminsanları, BP’nin petrol çıkarma işlemlerini ‘işleyen bir toplum için gerekli’ olarak değerlendirdiler ve yayınlarının topluma ulaşmasında kullanılan sunum sırasında bir kez bile “iklim değişikliğinden” bahsetmediler. Bu durum, BP’nin kamuoyunu şekillendirmek ve bizzat neden olduğu felaketleri kaçınılmaz kazalarmış gibi sunmak üzere üniversitelere ve bilim insanlarına ne denli muhtaç olduğunu gösteriyor.

Şirketler, kamusal ruhsatlarını küresel yayılma konusunda sıklıkla kullanıyor ve basitçe devletlerin kirli işlerini yapmaktansa imparatorluğun kilit oyuncularıymış gibi davranıyorlar. Hareketimizin, imparatorluğun merkezinde konumlanan şirketleri de kapsayacak stratejilere yönelmesi elzemdir.

Anaakım akademik ve ticari söylemlerde yakıt tedarik zincirleri, jet yakıtının çıkarılmasından takibine ve limana yanaştığı noktaya kadar fiziksel formlarıyla ele alınıyor. Bu bakış açısı, jet yakıtının ulaştığı her yere baskı uygulamak konusunda gerekli olsa da, kamusal ruhsatın önemli rolünü ihmal ediyor.

Kamusal ruhsatlanma yoluyla inşa edilen rıza, tedarik zincirinin her bir parçasında mevcut bulunuyor. Üniversite bursları ve kariyer fuarları, BP’ye petrol çıkarma noktasında petrol ve boru hattı mühendisleri olarak çalışacak genç lisans öğrencileri yetiştirirken, sanat, müze ve spor sponsorlukları da BP’nin sondaj izinleri konusunda yabancı hükümetlere göz kırpmasını mümkün kılan bir oyun alanı halinde işliyor. Soykırımın beslendiği imparatorluk merkezindeki kamusal ruhsatları hedef almak, rızamızı tedarik zincirinin tüm noktalarından geri çekmemizi sağlayacaktır.

Tabandan adil bir geçiş

Kasım 2024’te, tüm dünyadan liderler her yıl düzenlenen iklim zirvesi COP29’un 29. tekrarı için Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de toplanıyorlar. Tahmin edileceği üzere Batı medyasının manşetlerinde yer alacak bu göstermelik iklim görüşmeleri, daha şimdiden “zengin küresel kuzey ile yoksul küresel güney arasında bir köprü” olarak çerçevelenmeye başlandı. Bu etkinliğin onlarca yıl boyunca hazırlandığını gayet iyi biliyoruz.

COP29 zirvesi, “Yüzyılın Anlaşması”, BP’nin etkin katılımı ya da ABD’nin BTC boru hattı aracılığıyla kendi çıkarlarını gerçekleştirme yönündeki agresif baskısı olmaksızın gerçekleşemezdi.

COP29’u yönetecek olan Azerbaycan Enerji Bakanı’nın siyaset tecrübesinden çok SOCAR bünyesinde çalışma tecrübesi olması da manidardır. Ayrıca, Irak’taki yolsuzlukları nedeniyle BP’ye “Blair Petroleum” lakabının takılmasına sebep olan savaş suçlusu ve eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in de iklim zirvesinin yönetimine katkıda bulunmak istemesi hiç şaşırtıcı değil.

COP29’un Bakü’de, ülkenin petrol ve gaz endüstrisinin daha da genişlemesinin eşiğinde olduğu bir zamanda gerçekleşecek olması da tesadüf değil. BAE’nin COP28’de yaptığı gibi, ev sahibi ülke de bu başarısız kurumu yeni fosil yakıt anlaşmaları imzalamak üzere ilişkileri güçlendirmek için bir fırsat olarak kullanacaktır. Azerbaycan ve BP’nin enerji çıkarma planları konusunda herhangi bir duraklama söz konusu değil.

Aksine, petrol çıkarma anlaşmaları 2017 senesinde, 2049’da sona erecek şekilde uzatıldı. Zaten devasa olan bu enerji projesine milyarlarca dolarlık yatırım akmaya devam ediyor. Devam eden bu işbirliği İsrail’e de uzanıyor; zira BP ve SOCAR’ın Kasım 2023’te İsrail açıklarında ortaklaşa bir gaz keşif ruhsatını nasıl aldıklarını ancak bu bağlamda tam olarak anlayabiliriz.

Bir kalkınma başarısı olarak müjdelenmesine rağmen BTC boru hattı, kuruluşundan bu yana Kürt grupların ve Filistin dayanışması aktivistlerinin direnişiyle karşı karşıya kaldı. SOCAR’ın Türkiye’deki ofislerinin önünde protesto kampanyaları düzenleyen Filistin İçin Bin Genç, BTC boru hattı operasyonlarını birçok kez kesintiye uğratmayı başardı. Filistin için Enerji Ambargosu olarak biz de İngiltere’de BP’nin ticari ortaklıklar yoluyla elde ettiği kamusal ruhsatı hedef alan kitlesel eylemler düzenledik ve tabandan başlayan bir enerji ambargosu için baskı yapmak üzere öğrenci, işçi ve iklim hareketleriyle ortaklaşa çalıştık.

Boru hattı ile Filistin arasında kurduğumuz bağlantı yalnızca tedarik zinciri mekaniğinin bir sonucu değil. Ortadoğu ve Hazar Bölgesi dünya petrolünün yaklaşık yüzde 40’ının üretiminden sorumlu. Fosil yakıt akışını güvence altına almak ve sermaye birikimini korumak üzere tarihsel olarak karşı-devrimci bir rol oynayan İsrail, bölgedeki Batılı emperyalist çıkarların temel yapı taşı olarak varlığını sürdürüyor.

Dolayısıyla siyonizmin ortadan kaldırılması, sonsuz sermaye birikimi adına fosil yakıt çıkarılmasına dayanan bir sistemin de ortadan kaldırılmasının ön koşuludur.

Fosil yakıtların da ötesinde, İsrail’in işgal altındaki Filistin’de yenilenebilir enerji üretimi üzerindeki kontrolünü genişletmek amacıyla yeşil geçiş politikalarına yöneldiğini görüyoruz. Özgür bir Filistin, özgürleştirici iklim politikamızın merkezinde yer almalıdır çünkü adil bir geçiş, yerleşimci-sömürgecilik ve kapitalist-emperyalizm mantığına aykırıdır.

Tedarik zincirini araştırarak, BP ve SOCAR’ın kamusal ruhsatlarından, liman ve terminallerinden Azerbaycan’da yaklaşan COP’a ve BTC boru hattının kendisine kadar kesinti noktalarını tespit ettik. Siyonist soykırımın üzerinden neredeyse bir yıl geçerken, BP’nin tedarik zincirini her adımda stratejik olarak koordine edebilecek ve kesintiye uğratabilecek örgütlü bir hareket inşa etmenin gerekliliği hiç olmadığı kadar açık.

*Bu araştırma, Shado Mag ve Filistin için Enerji Ambargosu grubunun dört aylık bir çalışmasının sonucudur. Filistin için Bin Genç inisiyatifinden Ekin Tümer ve Bala Ulaş Ersay tarafından Türkçeye çevrilmiştir./ https://vesaire.org



Add new comment