Ehl-i Beyt'in Ülkesini Güzel ve Temiz Hale Getirmemiz Gerekir

Pt, 30/07/2018 - 10:08

Ayetullah Cevad Amuli: Dini düsturlarımızın tamamı medeniyetimizi tedeyyünüzde temin etmeyi hedefler. Mütemeddin bir millet olmalayız ve mütemeddinleşmemiz ise mütedeyyinleşmemizde saklıdır.

Welayet News -  Haftalık ahlak dersi celsesinde, keramet günlerinin gelişini tebrik ederek ve “Ümit ediyoruz ki, Ehli Beyt’in (a) velayet feyzi ile keramet günlerini uğurlayalım ve onların, özellikle İmam Rıza’nın (a) nurani sözlerinden daha fazla istifade edelim” diyerek, konuşmasna başlayan Ayetullah Cevadi Amuli, İmam Rıza’dan (a) nakledilen bir hadise işaretle, şu önemli noktalara değindi: “Ünlü alimlerden İbni Sıkkît, İmam Rıza’ya (a) sordu: Bugün halkın üzerinde Allah’ın hücceti nedir? Hangi ölçüyle hakkı batıldan, sıdkı kizipten, hayrı şerden ve en nihatinde, güzel olanı çirkin olandan teşhis etsinler? İmam buyurdu: ‘Akıl’. Akıl, iyi bir mizandır, iyi bir hüccettir. İmam Rıza (a) bu cevabı verdiğinde İbni Sıkkît şöyle dedi: ‘Haza vellahi huve’l cevab / Allah’a andolsun, bu cevabın tam kendisi’.

Burhanî akıldan ibaret olan bu akıl, o kadar güçlüdür ki hem vehmin otomatik işlemesini, hayalin kendini uçurmasını ikal eder, dizginler hem de şehveti ve gazabın otomatik işlemesi ve uçmasını ikal edip gemler. Resul’i Ekrem’den (s.a.a) nakledildiğine göre, hem düşünce bazında vehim ve hayalin asiliğini dizginlediğinden hem de güdülenme bazında şehvet ve öfkenin serkeşliğini ikal edip gemlediğinden dolayı insandaki bu güce, akıl adını vermişlerdir. Delilsiz konuşan ya da bir sözü kanıtsız kabul eden kimse belli ki aklın değil, vehim ve hayalin dairesi içinde dolaşıyor. Kuran’ı Kerim, hayalperest ve otomatik hareket eden zümreyi, muhtal tabiriyle tanımlar. Muhtal olanlar akıllı değiller, vehmi dizginleyecek, hayali gemleyecek, kalemlerini ve kademlerini burhana göre harekete geçirecek kadar düşünce güçleri yoktur. İşte Kuran bunlara muhtal demiştir. Muhtal kimse, Allah’ın katında mahbup değildir.

Akıl sahibi kimse, ilmi bazda vehim ve hayalin otomatik işleyişini, kendini uçurmasını dizginler, söyledikleri daha son gelen muhakkıklar tarafından kabul edilir ve bu kimse muhakkık olur, alim olur. Şehvet ve öfke bazında da yolunu şaşırmaz, kimsenin de yolunu kapatmaz. Şehveti de öfeyi de tatil değil, tadil eder. Bu her iki güç de en iyi ilahi bereketlerdir. Öfke ve gadap en iyi ilahi nimetler ve güçlerdendir; ama yerinde kullanılması gerekir, yeri de İslami bir ülkenin onurunu, sınırlarını savunmaktır”.

Ayetullah Cevadi Amuli, konuşmasının devamında, İmam Rıza’dan (a) rivayet edilen diğer bir hadise işaretle, şu ifadelerde bulundu: “İmam Rıza’dan (a) rivayet edilen diğer bir hadiste de şöyle buyrulmakta: Sedîk’u kull’i imriin akluhu ve aduvvuhu cehluhu; her kesin, her milletin dostu onun aklıdır ve düşmanı ise onun cehaletidir. Önce aklı mana ettiler. Akıl; insanın ağzını kapatabilen, gözünü kontrol eden, her mahrem ve namahreme bakmayan, her iyi ve kötüyü demeyen, her hak ve batılı yazmayan ve toplumu mültehip  yapmayan güç demek. Doğruyu diyen, hakkı söyleyen kimsenin hem kendisi rahatlar hem de toplumu rahatlatır. ‘Eğer bir kimse akıllı olursa onun dostu aklıdır’ diye buyruldu. Doğrudur ki eşini, çocuklarını sever ama bunlar amaç değiller. Hazret, ‘her kesin aklı onun dostudur’ demedi, belki ‘insanın bir dostu vardır, oda onun fehmi/kavrayışı/idrakidir’ dedi. Rivayette geçem ‘sedîk’ sözcüğü haber-i mukaddem ve ‘akıl’ sözcüğü ise mübteda-i muahhar konumundadır; mübtedayı ki önce zikremedi, haberi önce zikretti. Mübtedadan önce haberi zikretmesi, hasrı ifade etmek içindir; yani insanın sadece ve sadece bir dostu vardır; oda onun fehmi/kavrayışı/anlayışıdır.  

Aynı İmam Rıza (salavatullah ve selamuhu aleyh) yine şöyle buyurmuştur: İbadet oldukça iyi bir şeydir, vacip oruç ve namazlar zaten yeri mahmuzdur, ama müstehap nanamazlar, müstahap oruçlar, bunlar da pek ölçü sayılmazlar; leyset’il-ibadetu kesrete’s-siyami ve’ssalati; ibadet çok oruç tutmak ve çok namaz kılmak değildir, müstahap namazların ve oruçların sevabı yerinde mahfuzdur ancak bunlar ibadet değildir. İnneme’l ibadetu kesretu’l tefekkuri fi emrillah; ibadet, ilahi tedbir üzerinde tefekkür etmek ve müvehhitçe yaşamaktır, ibadet budur.

Ehl-i marifet büyüklerinden kimisi, ‘hiçbir kimse işlediği günah dairesinde şirke bulaşmadan o günahı işlemez’ demişlerdir. Kuran’ı Kerim’de de, ‘onların coğu şirke bulaşmış olmadan Allah’a iman etmez’ beyanı vardır (Yusuf: 106). İmam (selamullah alayh)’den sordular: Müslümanların ekseriyetinin şirke bulaşması nasıl olabilir? İmam buyurdu: İşte Allah var ama!önce Allah sonra filan kişi! (denildi mi yeterlidir) Allah varsa ikincisi artık yoktur. Marifet ehlinin büyükleri tam olarak bu ayeti açıklarcasına şöyle demişlerdir: Günah işleyen kimsenin bu günahını incelendiğinizde bakıyorsunuz ki şirke çıkıyor, neden? Çünkü; eğer bir kimse bir günah işliyorsa bunu bazen sehven ya da unutkanlık veyahut ıztırar, ilca ve icbar gibi durumlarda işler ki bu günah sayılmaz. Rufia’l kalem hadisinde bütün bu durumlar zikredilmiştir. Bazen de tam özgür ve ihtiyar sahibi olduğu halde işler ki sadece bu durumda onun işlediği günah sayılır. Marifet ehli şöyle demiştir: Şimdi şu örneği analiz edin; hiçbir özrü olmayan bir kimse, masa altından ya da üstünden rüşvet alıyor, hiçbir ihtiyacı da olmadığı halde, ıztırari bir durumu da yok, dilenci de değil, buna rağmen haram bir mal alıyor, rüşvete, ribaya bulaşıyor, ahkam konusunda cahil de değil, bu durumun açıklaması nedir? Açıklaması şudur: Allah’ım! Bunun günah olduğunu biliyorum, Sen yapma dedin; ama ben yapıyorum! Hangi günahı tahlil ederseniz edin mutlaka şirke çıktığını görürsünüz. Biz böyle bir tehlikeyle karşıkarşıyayız. ‘Onların coğu şirke bulaşmış olmadan Allah’a iman etmez’. Bu, Allah’ın Kuran’daki beyanıdır, onu ancak akıl tahlil eder.  İmam Rıza (a) ‘insanın biricik dostu onu kurtaran aklıdır’ diye buyururken de tam da muradı budur.

İlmi tahlile göre, 1 okuma ve yazmanın masiyet olmadığını bilmemiz gekir; 2 bircoğunun eline ve ayağına dökülene de okur yazarlık denmediğini bilmeliyiz; 3 bir de canın (masivadan) inkitaı gerekir ve gereken her şey de bize söylenmiştir. O zaman oluruz akil, birkaç milyon insan olarak birbirimizle kavga etmeyiz! Bundan daha iyi yaşayabiliriz, şehrimizi, ülkemizi medine-i fazıla yapabiliriz. Allahu Teala Ehlibeytin sevgisini risaletin ücreti kıldı ve şöyle buyurdu: De ki: Ben, buna karşılık sizden, yakın akrabamı / Ehli Beytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum. (Şura: 23) Biz eğer risaletin ücretini verirsek, Ehlibeytin dostu olursak rahat oluruz; fakat sorunumuz, salt dostluğun yeterli olduğunu düşünüryor olmamızdadır! Ayette geçen ‘fi’l-kurba’ sözcüğü, meveddeye ait mef’ul değil, bu iki kelime arasında (müstetir) olan ‘el-mustekarra’ya ait mef’uldur. İşte bu olur fehm/kavrayış, Kuran’ın kavranması ve anlaşılması; yani bütün sevgimiz Ehlibeyte ait olmalı, başka bir yere gönül bağlamamalıyız. Bu olur risaletin ücreti; bu durumda ülke güven ülkesi olur, yoksa bir kimsenin Ali ve evlatlarını (selamullah aleyhim) tanıyıpta sevmemesi mümkün değil.”

Kum İlim Havzası seçkin üstadı, son olarak, şunları belirtti: “Bu ülke, Ehlibeytin düsturlarıyla amel edilirse ancak Ehlibeytin ülkesi olur; amel etmenin de yolu açıktır, bu ülkeyi tayyip ve tahir bir ülke haline getirmek de bize bağlı. Bu hususta sorumluluğumuz da var. Varis ziyaretinde şöyle okuruz: Tibtum ve tabeti’l-erd’u-lleti fiha dufintum / sizler tayyip ve tahir idiniz; gömüldüğünüz ülkeyi de siz tahir kıldınız. Topraklarının bağrında şehitlerin yattığı bir ülke, temiz ve tahir bir ülke olur. Temiz ve tahir bir ülkenin semeresi nedir? Onu da Kuran açıklıyor: (Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (A’raf: 58) Tahir ve temiz ülkede idrak ve anlayış sahibi bir halk yetişir, pak erkekler ve pak kadınlar o ülkenin semeresidirler. Keramet haftası, mescit, hüseyniye hepsi rahat yaşamamız içindir. Rahat yaşayabilen bir toplum neden bilerek yolunu şaşırsın ki? Tüm bu alanlarda daha iyi yaşamanın yolu bize öğretilmiştir. Dini düsturlarımızın tamamı medeniyetimizi tedeyyünüzde temin etmeyi amaçlar. Mütemeddin bir millet olmalayız ve mütemeddinleşmemiz ise mütedeyyinleşmemizde saklıdır.  

Çev: Mehmet Gönül

Welayet News



Yeni yorum ekle