Hasar tespit raporu

Pa, 08/07/2018 - 20:49

Meclis bütünüyle etkisiz ve yetkisiz hale getirildi. Siyaset devre dışı bırakıldı.

Ülke KHK ile yeniden dizayn ediliyor. OHAL bir KHK ile kalıcı hale getirildi.

Koca bir ülkenin geleceği, yaşamı, kaderi tek bir kişinin iki dudağı arasına teslim edildi.

Tüm bu yaşananların yarattığı endişe, üzüntüyle yazımın başlığını “Nasıl, mutlu musunuz?” koymayı ve kimilerine bazı sorular sormayı düşünüyordum.

Fakat ülkenin geldiği durumda birine laf etmenin, geçmiş hataları, yanlışları konuşmanın bu saatten sonra “Sen şunu yaptın, o bunu yaptı” demenin içimdeki öfkeyi dindirmekten başka bir işe yaramayacağı düşüncesiyle ana teması bu konu olan bir yazı yazmaktan vazgeçtim.

Peki o başlıkta bir yazı yazsaydım kime ne söyleyecektim?

Kısaca özetleyeyim.

Mesela Meral Akşener’e: Tarafsız anketçiler eldeki verilerle bütün siyasetçilere özel sunum yaptı. “Tek ve bağımsız bir adayla seçime gitmenin ve bu seçimi ülkenin kader seçimine dönüştürmenin daha yararlı” olacağını anlattılar.

Fakat ideolojik farklılıklar yüzünden muhalif kesimin bir araya gelemeyeceğini bildiğiniz halde “İlla ben cumhurbaşkanı olacağım” diye tüm bu çabaları boşa çıkardınız.

Sandık güvenliği, OHAL şartları, medyanın durumu ortadayken kişisel hırsınız, bunun bir cumhurbaşkanlığı seçimi değil, ülkenin kader seçimi olduğunu görmenize engel oldu.

“Hem neden olduğunuz sonuçtan hem de ‘tek adam’ rejimine meşruiyet kazandırmış olmaktan dolayı mutlu musunuz?” diye sormak istiyordum.

Veyahut Muharrem İnce’ye.

Ya siz Muharrem bey? “Polemik ustasıyım” diyerek sosyal medyanın gazıyla seçimi bir horoz dövüşüne çevirdiniz. Ülke bir kader seçimine giderken şarkı, türkü, halay eşliğinde normal bir seçime gidiyormuşuz, ülkede demokrasi varmış gibi seçimi demokrasi şölenine dönüştürdünüz. Bu yaklaşımınızla toplumun gidişattaki vahametin farkına varmasını engellediniz.

Bugün ülkede olup bitene baktığınızda “Tüm bu yaptıklarınızdan dolayı ne hissediyorsunuz, mutlu musunuz?” diye sormak istiyordum.

Kampanya sürecinde yaptıklarınız yetmezmiş gibi sanırım yaptığınız yanlışın farkında değilsiniz ki seçim sonrasında bile bir AK Partili siyasetçinin gösteremeyeceği bir heyecanla şehir şehir dolaşıp seçimin esasında ne kadar sorunsuz, doğal olduğunu anlatmaya devam ediyorsunuz.

Ya siz sosyal medya muhalifleri?

Aday illa solcu olsun, Atatürkçü olsun, Kürt olsun yani ‘bizden’ biri olsun diye tempo tutarak AK Partilileri ‘Sizden biri olacağına bizden biri olsun’ açmazına hapsedenler…

Bu seçim, ülkenin kader seçimiydi. Esas olan AK Partili seçmenleri buna ikna etmekti.

Hal buyken geçmişine bakarak “Abdullah Gül olmaz… Abdullatif Şener de nereden çıktı?… CHP tabanı muhafazakar kökenli birine oy vermez” deyip sonra da AK Partililerin, geçmişine bakmadan Muharrem İnce’ye oy vermesini beklemek..?

Hem “Bu bir ülke meselesi” deyip hem de “İlla bizden olsun” demek, ardından da AK Partililerin bunu bir ülke meselesi olarak görmesini beklemek..?

“Tüm bu çocukça tavırlarınızın neden olduğu sonuçtan memnun musunuz?” demek isterdim.

“Geliyoruz, sıra bizde… Hesap soracağız, yargılanacaksınız” gibi ergen tavırları siyaset yapmak, mücadele etmek sanan kimi solcular, ya siz?

Bu yaptığınızla gidişattan rahatsızlık duyan, arayış içindeki AK Parti seçmenini yeniden Erdoğan etrafında kenetleyip ülkeyi değil kendi durumlarını, çıkarlarını, kazanımlarını düşünmeye ittiniz. “Nasıl? Öfkenize teslim olmanın sonucundan memnun musunuz?” diye haykırmak istiyordum.

Peki ya siz sevgili HDP’liler?

Kürtlerin tek derdinin kimlik sorunu olduğunu sanıyorsunuz. Tek bir gün onların da herkes gibi işsizlik, adaletsizlik, yoksulluk, bu ülkede insan gibi bir yaşam sürme dertlerinin olduğunu hesaba katarak bir politika geliştiremediniz.

Ülke kader seçimine giderken kimlik politikası sürdürmekten, her ağzınızı açtığınızda kimlik vurgusu yapmaktan vazgeçmediniz.

TV’lerde canlı yayında 85 kere “Sayın Öcalan” demenin sığlığını, bunun toplumda yarattığı olumsuz etkiyi ve bu etkinin seçim sürecine vereceği zararı umursamadınız.

İzlediğiniz politikalar ülkenin yüzde 70’inde bölünme korkusu yaratıyor, bunun doğuracağı sonuçları tek bir gün hesaba katmadınız.

Üstelik yıllardır temsil ettiğiniz tabanın tek bir yarasına merhem olacak politika üretemediğiniz halde ülke tek adam rejimine giderken bütün politikanızı hiçbir etkisi, fonksiyonu kalmamış Meclis’te olmak üzerine kurdunuz.

“Şimdi o hiçbir etkisi, anlamı, yetkisi olmayan Meclis’tesiniz, peki mutlu musunuz?” diye sormak istiyordum.

Her seçim sonrası hile oldu yaygarası yapan, böyle hilelerin olduğuna inandığı halde sandık güvenliğini bile sağlayamayan, adil seçim adı altında açtığı basit bir internet sitesini bile çalıştıracak zekayı, aklı, organizasyon kabiliyetini gösteremeyen sevgili CHP ya siz?

‘Rejim değişiyor’ beceriksizliğinizle bu değişime verdiğiniz katkıdan dolayı mutlu musunuz?

Evet tüm bu soruları muhataplarına sormak isterdim.

Ama gelinen aşamada kime ne yararı var ki?

Amacım kimseyi suçlamak değil.

Bütün bu yaşananlardan, yapılan yanlışlardan toplum olarak bir ders çıkarmamız gerekiyor.

Einstein: “Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir” der.

Bu delilikten, aptallıktan ülke olarak çıkmamız gerekiyor.

Belki yüzlerce kez yadım, söyledim ve şu metafor üzerinden anlattım: Türkiye’yi bir ev olarak düşünün. Her kesim o evin bir odasında yaşıyor.

İşte yukarıda saydığım yanlışların nedeni herkesin kendi odasının kazanımını öncelikli görmesi.

Mevcut aktörlerin hiçbiri Türkiye’yi bir bütün olarak algılamıyor.

Hiçbiri ‘Esas olan bizim oda/mahalle değil, önemli olan Türkiye’ yaklaşımı göstermiyor.

Kimse uzlaşmadan yana değil.

Herkes kendi odasının, mahallesinin, o evde, yani ülkede söz sahibi olmasını istiyor ve politikalarını buna göre belirliyor.

Böyle olunca da odası en kalabalık olan her seçimden zaferle çıkıyor.

Mevcut siyasi aktörlerin tamamından umudumu kestiğim için bu soruları halka, yani size soruyorum.

Bunca yaşanandan sonra devam mı edeceğiz bu saçmalığa?

Zihnimizdeki ‘biz ve onlar’ ayrımı hastalığını tedavi etmeyecek miyiz?

İnsanların savunduğu, taşıdığı değerlere değil de kimliğine, inancına, mezhebine, ideolojisine, yaşam tarzına, geçmişine bakarak siyasi tercih belirleme sığlığından kurtulmayacak mıyız?

Bir Kürdün HDP dışında bir partiye oy vermesini saçma bulan HDP’lilerin başka kimliklerden oy istemesi…

“Bir CHP’linin, Atatürkçünün, Alevinin, solcunun  muhafazakar birine oy vermesi mümkün değil” diyenlerin muhafazakar birinin CHP’ye oy vermesini beklemesi…

HDP seçmeniyle konuşmayı bile başaramayan kimi siyasetçilerin Erdoğan karşısında yüzde 51 alıp cumhurbaşkanı olacağını düşünerek aday olması…

Bu durum size de saçma, hatta delilik gelmiyor mu?

Bu çağdışı siyaset anlayışını terk etmek, bu anlayışa umut bağlamaktan vazgeçmek için daha ne kadar zarar görmemiz gerek? Daha neleri kaybetmemiz gerek?

Bütün Ortadoğu halkı yurtlarını, evlerini terk edip denizlerde boğulma pahasına tek adam rejimlerinden kaçarken mevcut siyasi aktörler sayesinde biz türkü, şarkı eşliğinde güle oynaya ülkemizi tek adam rejimine teslim ettik.

Bundan daha büyük bir delilik olur mu?

Kimsenin bir başkasına söz söylemeye hakkı yok. Kimsenin bir başkasını suçlamaya da hakkı yok.

Herkes kendi odasının, mahallesinin kazanımının peşine düşünce sonuç da bu oldu.

Şimdi yapacak tek şey var: Kafamızı iki elimizin arasına alıp ‘Ben nerede yanlış yaptım?’ sorusu üzerine düşünmek ve ruhumuzu, zihnimizi rehin alan bu hastalıktan kurtulmanın yollarını aramak.

Zihnimizdeki ‘biz ve onlar’ ayrımından kurtulursak bir çıkış yolu da bulabiliriz.

Aksi taktirde bataklıkta debelenip duracağız.

 

Levent Gültekin/Diken

alinti yazilar: 


Yeni yorum ekle