Yemen Savaşının Amaçları ve Sonuçlarının Analizi; 8 Yıldır Gerçekleşmeyen Hayal

Pt, 20/03/2023 - 08:23

Suudi koalisyonunun Yemen'e yönelik saldırısının üzerinden yaklaşık 8 yıl geçtikten sonra akıllara şu soru geliyor; “Bu koalisyonun başlangıçtaki hedefleri nelerdi ve bugün bu hedeflerin hangileri gerçekleşti?”

Welayet News  - Suudi Arabistan, 26 Mart 2015'te Arap ülkelerinin oluşturduğu koalisyonla, bu ülkenin istifa eden cumhurbaşkanı Abd Rabbuh Mansur Hadi'yi desteklediğini iddia ederek Yemen halkına yönelik hava saldırısına başladı. İlk ayında "Kararlılık Fırtınası", ardından "Umuda Dönüş" olarak adlandırılan bu operasyonda Suudi Arabistan'ın müttefikleri Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt’ten oluşuyordu. Sudan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler de Riyad ile askeri silah sevkiyatı konusunda işbirliği yaptı.

Krizin başlamasının üzerinden neredeyse on yıl geçtiğine göre, önce şu iki önemli soruyu yanıtlamak gerekiyor: "Suudi Arabistan ve koalisyonunun Yemen'e yönelik askeri işgalinin ana hedefleri ve nedenleri nelerdi?" İkinci olarak da, "Bu hedefler neden gerçekleşmedi ve bu işgal Suudi Arabistan için bugüne kadar ne gibi sonuçlar doğurdu?

Al-i Suud'un Koalisyon Kurma ve Yemen'e Saldırma Konusundaki Hedefleri

1-     Kabul edilen ve destekleyici bir hükümeti iktidara geçirmek

Suudi Arabistan, Yemen'de her zaman müdahaleci bir rol oynamıştır ve bu ülkeyi arka bahçesi olarak görmektedir. Suudi Arabistan'ın Yemen'e yönelik müdahaleleri arasında bu ülkenin 1994 Yemen iç savaşındaki rolünden bahsedebiliriz. O dönemde Yemen Devlet Başkanı Yardımcısı Ali Salim el-Bayd, Suudi Arabistan'ın desteğiyle "Yemen Demokratik Cumhuriyeti" adı altında güney Yemen'in bağımsızlığını ilan etmişti. Bu, Arabistan’ın 2015'te de tekrarladığı şeyin aynısıydı ve Arabistan, bu ülkenin istifa eden cumhurbaşkanı Abd Rabbuh Mansur Hadi'yi destekleyerek sekiz yıldır Yemen halkının üzerine bombalar yağdırmaktadır.

2-     Al-i Suud'un Arap devriminin kendi sınırlarına yaymasını engellemeye çalışması

Suudi Arabistan'ın önemli bir bölgesel aktör olarak dış politikası, bu ülkenin “saldırgan muhafazakar” bir politika benimseyerek bölgesel devrim dalgasının kendi iç sınırlarına yayılmasını engellemeye çalıştığını göstermektedir. Böyle bir kelimenin kullanılmasının nedeni şudur; Bu tür dış politikada aktör, mevcut durumu korumaya ve iktidardaki düzeni değiştirmek için etkili bileşenleri etkisiz hale getirmeye çalışır. Bu tür bir engelleme, dış politika alanında diplomasi, askeri güç ve silah gönderme ve hatta askeri işgal yoluyla uygulanabilir.

 

Bu nedenle Suudi Arabistan, bir yandan mevcut durumu koruma eğiliminde olduğu için ağır insan hakları, kadın hakları, demokrasi ve ifade özgürlüğü ihlalleri nedeniyle muhafazakar bir dış politika izliyor ama aynı zamanda siyasi, ekonomik ve güvenlik araçlarını kullanarak bölgesel devrimlerin atmosferini kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeye çalıştığı için saldırgan bir boyutu da var.

3-    Ensarullah ile çatışma ve Şii hilalini zayıflatma

Suudi Arabistan, geçtiğimiz yıllarda İran'la bölgesel üstünlük rekabeti bağlamında İran İslam Cumhuriyeti'nin Irak, Lübnan ve Bahreyn'deki etkisinin genişlemesinden ve "Şii Hilali" olarak adlandırdığı oluşumun oluşmasından büyük endişe duyuyor. Bu nedenle Ensarullah'ın Yemen'de güç kazanmasıyla kendisini aşırı derecede tehdit altında hissetti ve bu ülkeye saldırdı.

Şunu belirtmek gerekir ki, Al-i Suud hükümeti, çeşitli nedenlerle başta Zeydi Şiiler ve onların siyasi ve askeri kanadı Ensarullah hareketi olmak üzere Yemenli protestoculara karşı baskıcı ve katı politikaları destekliyor. Aslında, 2004'teki dördüncü Husi savaşından bu yana, Al-i Suud, Yemen'in iç gelişmelerinde ve Suudi Arabistan'ın sınır bölgelerinde Şiilerin etkisini ve nüfuzunu fark etti. Bu nedenle Husilerin gücünü kırmak ve zayıflatmak için askeri saldırıya başvurdu.

4-   Güç dengesini değiştirmek ve İran'ın bölgesel konumunun yükselmesiyle mücadele etmek

Suudi Arabistan, Irak'ta Saddam'ın devrilmesinin ardından İran'la ciddi rekabet içine giren bölge ülkelerinden biridir ve İran'a karşı bir tür denge kurmaya ve İran'ın artan gücünü engellemeye çalışmaktadır. Bu nedenle bölgedeki diğer Arap ülkelerine kıyasla İran'ın bölgedeki politikasına karşı tamamen saldırgan bir tavır sergilemektedir.

 

Suudi yetkililer, ABD'nin Afganistan ve Irak'a saldırısının bu iki ülkede İran karşıtı rejimlerin ortadan kalkmasına ve İran İslam Cumhuriyeti'nin yükselişine yol açtığına inanıyor. Bu saldırılar bir şekilde Irak ve Afganistan'ı tehdit durumundan uzaklaştırmış ve İran'ın bölgesel güç dengelerini Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri aleyhine değiştirmesi için iyi bir fırsata çevirmiştir. Öte yandan Irak'ta Şiilerin iktidara gelmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın elde ettiği başarılarla İran ve Şiilerin bölgede güç kazanma süreci hızlanmıştır. Suudi Arabistan'ın davranış biçimi, Al-i Suud'un İran'ın bölgedeki konumunun ve rolünün yükselmesini çeşitli yollarla engellemeye çalıştığını göstermektedir ve Yemen işgali de bu doğrultuda değerlendirilebilir.

5-    Bölgesel ve uluslararası olarak prestij kazanmak ve geliştirmek

Suudi Arabistan'ın yeni liderliği, Suudi Arabistan'ın kültürel ve dini konumu gibi verimsiz geleneksel araçlara ve yaklaşımlara başvurmanın Suudi Arabistan'ın ulusal prestijini zayıflattığına ve bölgedeki rolünü azalttığına inanıyor. Dolayısıyla yüz milyarlarca dolar harcanan silahları kullanarak ve askeri güç sergileyerek Suudi Arabistan'ın bölgesel prestijinin artırmasına yardımcı olmak gerekiyor. Bu amaçla askeri güç kullanmak için Yemen seçilmiştir ancak bu savaş 8 yıl geçmesine rağmen sona ermemiştir.

8 Yıllık Müdahaleden Sonra Koalisyonun Başarısızlığı

Belirtildiği gibi, Suudi Arabistan liderliğindeki Kararlılık Fırtınası koalisyonunun açıklanan hedefleri, Abd Rabbuh Mansur Hadi'yi iktidara getirmek, Ali Abdullah Salih'e herhangi bir rol vermemek ve ona muhalefet etmek ve Ensarullah'ı silahlarını teslim edene kadar Yemen sokaklarından geri püskürtmekti. Ancak gerçek farklı bir biçimde şekillendi ve yaklaşık 8 yıllık askeri işgalin ardından Suudi Arabistan hedeflerine ulaşamadı. Geçtiğimiz yıllarda iki kutsal türbenin hizmetkârları ve İslam ümmetinin hayırseverleri gibi prestijlerle kendisine makul bir imaj çizmeye çalışan Al-i Suud, binlerce Yemenli kadın ve çocuğun katledilmesiyle bu suni imajı yok etmekle kalmadı, hatta öyle bir noktaya geldi ki, insan hakları örgütlerinin de bu suç ve cinayetler karşısında sesinin yükselmesine neden oldu.

 

Her yıl silah satın almak ve askeri gücünü geliştirmek için milyarlarca dolar harcayan bölgenin ve İslam dünyasının en zengin ülkesinin Ortadoğu bölgesinin en fakir ülkesine yönelik askeri saldırısı ve ardından bu eşitsiz savaşta ağır bir yenilgi yaşaması, Al-i Suud’un petrol satmaktan ve silah satın almaktan başka bir yeteneği olmadığını ve bu kadar modern silahla, askeri teçhizat açısından son derece zayıf bir ülkeyle bile başa çıkamayacağını herkese gösterdi. Bu savaş, Suudi Arabistan'ın askeri acizliğini herkese açık bir şekilde kanıtladı.

Suudi Arabistan'ın Ensarullah'ı yenmedeki başarısızlığı ile birlikte Al-i Suud, Asir, Cizan ve Necran gibi sınır vilayetlerinin güvenliğini de kaybetti ve bu vilayetler defalarca Ensarallah'ın füzeleri tarafından hedef alındı. Öyle ki nihayet Suudi Arabistan ateşkes anlaşmasını kabul etmek zorunda kaldı ve bu doğrudan Ensarullah'ın yüksek askeri gücü ile bağlantılı bir konudur.

Yukarıda belirtilen konulara ek olarak Suudi Arabistan'da bir yandan iç çekişmelerin yoğunlaşması, diğer yandan koalisyon üyeleri arasındaki gerilim, Al-i Suud’un yenilgiyi kabul etmesine neden olmuştur. Bu mesele, diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ve İran'ın bölgesel statüsünün zımnen kabul edilmesine yönelik son Tahran-Riyad anlaşmasıyla bağlantısız değildir.



Yeni yorum ekle