1933 Hitler Almanyası'ndan 2018 Erdoğan Türkiyesi'ne bir çizgi...
Yıl 1933.
Hitler Almanya'da son darbesini vurur ve Nazizm devlete tamamen el koyar, Almanya da özgürlüklere tümüyle veda eder.
Alman üniversitelerinde temizlik başlar. Hitler'e biat etmeyen akademisyenler kendilerini ya sokakta ya hapiste bulur.
Faşist baskının özellikle hedef seçtiği Yahudi akademisyenler Almanya'dan kaçar, sürgünde yaşama yolunu tutarlar.
Çünkü yalnız özgürlükleri değil, can güvenlikleri de tehdit altındadır.
Aynı yıl, İngiltere'de bir örgüt kurulur:
Tehdit Altındaki Akademisyenler İçin Konsey. (The Council for At-Risk Academics, Cara)
Cara'nın kuruluş amacı, Hitler'den kurtulmak isteyen Alman Yahudisi akademisyenlere yardımcı olmaktır.
Cara'ya destek için Albert Einstein 1933'de Londra'da, Royal Albert Hall'de yaptığı konuşmada şöyle der:
Özgürlük olmasaydı,
Shakespeare de, Goethe de, Newton da, Faraday de, Pasteur de, Lister de olmazdı.
Sonraki yıllarda, kısa adı Cara olan Tehdit Altındaki Akademisyenler İçin Konsey'in el uzattığı, yardımcı olduğu akademisyenlerden 16'sı Nobel Ödülü kazanacaktır.
Cara bugün de faaliyet gösteriyor.
Ortadoğu'dan, Suriye'den, Afrika'dan, Türkiye'den zorda olan, özgürlüğünden olan akademisyenlere yardım elini uzatmaya devam ediyor.
Financial Times geçen haftaki FTWeekend'de Cara'nın bugünkü faaliyetlerine bir tam sayfa ayırmıştı.
İlgiyle okudum.
Bugün Türkiye'de de gittikçe yoğunlaşan bir beyin göçü yaşanıyor.
Çünkü, üniversitelerde soluk alıp vermek gitgide zorlaşıyor.
Türkiye'de akademik özgürlüklere her geçen gün veda ediliyor.
Demokrasi ve hukukun yok edildiği bir korku ortamı yerleşmiş durumda üniversitelere.
Oysa, üniversite demek özgürlük demek.
Üniversite demek özgürce düşünmek, eleştirmek, sorgulamak demek.
Üniversite demek serbestçe, korkusuzca yazıp çizmek demek.
Türkiye'de artık böyle bir iklim yok.
Üniversite sizlere ömür!
Ne yazık ki öyle.
Bu nedenle birçok değerli akademisyen ya sürgünü seçiyor.
Ya da suskunluğa gömülüyor.
Mücadele yolunu seçenler de var ama... Onlar da ya işlerini kaybediyor, ya mahkeme kapılarında birikiyor ya da hapsi boyluyorlar.
Barış için Akademisyenleri unutmadınız değil mi?
Türkiye üniversitelerinden 1128 akademisyen savaşa karşı çıkmıştı, barışı savunmuştu.
Seslerini yükseltmişlerdi.
Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde yaşadığı haftalarca süren sokağa çıkma yasakları yüzünden yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasal hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini dile getirmişlerdi.
Barış Akademisyenleri seslerini böyle yükseltince, Saray iktidarı tarafından hainlikle, alçaklıkla, teröristlikle, terör yardakçılığıyla suçlanmışlardı.
Sonra gözaltına alınmışlar.
Tutuklanmışlar.
Mahkemeyi, hapsi boylamışlardı.
Bugün de haklarında peyderpey dava açılmaya devam ediyor.
Barış Akademisyenleri'nden birinin şu sözlerinin altını çiziyorum:
Barış istemenin, çatışma yerine uzlaşmayı, ölüm yerine yaşamı desteklemenin nesi kötü?
Bu insani davranış nasıl suç olabilir?
Ne yapmalıydım?
Kafamı kuma gömüp gerçekleri gözardı mı etseydim?
Tüm bunlar olurken, aymazlık içinde konforlu yaşamımı sürdürmeyi mi yeğleseydim?
1933 Hitler Almanyası’ndan 2018 Erdoğan Türkiyesi’ne bir çizgi çekiyorum.
Hem uzun hem çok kısa bir çizgi bu.
Ve bu çizgide özgürlükleri savunmanın, 'akademiya'nın, demokrasinin yanında saf tutmanın ne kadar çetin bir uğraş olduğunu bir kez daha düşünüyorum.
Hasan Cemal/t24
Add new comment