RAHMET PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED (s.a.a)

Sa, 21/02/2017 - 10:07

"Hakikaten, Allah'ın Resulü sîzler için, Allah'a ve ahi ret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için, mükemmel güzel bir örnektir." AHZAP 33/ ayet-21

İnsaniyet mektebinin şekillenmesinde, yönetim ve idaresinin işleyişinde, fert ve ailenin, devlet ve toplumun bireyleri arasında ki ilişkilerin düzen ve intizamında örnek alınması gerekli olan Kur'an-i Kerim, Hz. Muhammed'i (s.a.a) işaret etmektedir. Hususen Kur'an-i Kerim buyuruyor ki peygamberin vücudu(Hayatı, Yaşam tarzı) sizler için "üsvetün hesene"dir. Yani Resulü Ekrem'in vücudu, ilahi rahmet okyanusundan beşeriyete gönderilmiş bir rahmet hâzinesidir. Bu ilahi hâzineden beşeriyet nasibini almalıdır. Zira alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberde, beşeriyetin sulhu sefası için alınması zaruri olan güzel örnekler vardır. İnsaniyet mektebinin yapı taşlarını oluşturan güzel ahlak, peygamberin zatında ilahi bir tecelli olarak beşeriyete sunulmuştur. "Ve sen pek yüksek bir ahlak üzerindesin!" 68/4 Allah'ın övgüsüne mazhar olan Resul-i Ekrem "Biz seni ancak; alemlere rahmet olasın diye gönderdik" ayetiyle, Resul- ü Muhammed'in (s.a.a) yaratılmışların arasındaki üstün makamını ve ulvi şahsiyetini beyan etmiştir.Ve tevhidi akideyi, şirk ve küfürden ayırt eden, mümin olma kimliğini insana kazandırmakta olan, usulü-dinin temel ilkesi kabul edilen ve tevhidin temel rüknünü teşkil eden "Eşhedu en lailahe illallah" la birlikte yazılmıştır ve "eşhedu enne Muhammed'en abduhu ve Resuluhu" demekle tamam olur imanın birinci rüknü. Bu şahadeteynle, Resulünün kendisine olan yakınlığını ve yüce değerini beyan ederek ona itaatin, kendisine itaat olduğunun haberini verir. "Men etaerresul fekat etaallah" Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.

Kısa bir girişle Resul-i Ekrem'in Allah katında özel imtiyazlarından bazılarını mukaddime olarak aldıktan sonra Kur'an-i Kerim'in tanımlamasıyla tanıtılmış olan Hz. Muhammed'in (s.a.a) o gün ve bugünkü mümin kalplerdeki yerini, muhabbet ve sevgisini kısa başlıklarla şu aciz ve güçsüz dil ve takatimle Kur'an' daki Muhammed'i (s.a.a) anlıyabildiğim kadarı ile anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle şunu itiraf etmeliyiz ki, Zat-ı Akdesi ilahinin överek ve "habibim" diyerek alemlere rahmet olarak sunmuş olduğu bir peygamberi, anlatma cesaretini kendimizde bulmamız, Allah'ın bize yapacağı yardımı ümit ederek kalemi ele almış bulunmaktayız; ve bu ilahi okyanustan herkes kendi nasibini kendi zarfiyeti kadar almaktadır.Biz de bu ilahi okyanustan kendi miktanmızca alabileceğimiz kadarını sunmaya çalışacağız. Ve bu çalışma şunu ifade etmektedir: Ya Muhammed(s.a.a) sana karşı kusurluyuz amma gönüllerimizde senin sevgin ve muhabbetin vardır. Sana uzanan dil ve kalemlerin karşısında bi'iznillah karşı durma cesaretini kendimizde görmekteyiz. Maksadımız, riya ve kibirden uzak, fıtratın ve vicdanın sesine kulak vererek ifrat ve tefrit yapmadan Yüce Allah'ın tanıtmış olduğu Resul-i Kibriya'yı, tanımak ve ona karşı olan sorumluluğu bilmek ve yerine getirmektir.

KUR'AN VE MUHAMMED (s.a.a):

Sözlerin en güzeli ve nizamların en beliği, melik, aziz ve alim olan Allah'ın kelamı Kur'an-i Kerim, İmam-ı sakeleyn, sahibu haremeyn ve "dai-iyen ilalllah" olan Hz. Muhammed'in (s.a.v.a) sıfatlarını ins-u cinn'e şöyle tanıtmaktadır.

1.Alemlere rahmet oluşu:

"Bu Kur'an'da elbette Allah'a ibadet eden kimseler için mesaj vardır." "İşte bunun içindir ki ey Resulüm, Biz seni ancak; bütün alemlere rahmet için gönderdik!" 21/106-107

Evet inanmış mümin ve Salih kullar için alınması gerekli olan mesajlardan en önemlisi olan Hz. Muhammed'in (s.a.a) alemlere rahmet olarak gönderilişinin mesajıdır. Bu mesaj akıllara soru işareti bırakarak akıl sahiplerini düşünmeye davet eder. İnsan yaratılmışlar hakkında düşündüğü zaman, yaratılmış her şeyin bir diğeri için rahmet olduğunu görür.

Örnek "yerküre ve tüm canlılar için güneş ilahi bir rahmettir". Tabiatın canlanmasında bitkilerin yeşermesinde yağmur bir rahmeti ilahidir. Anne ve baba çocuklar için ilahi rahmettir. Yaratılmışların birbiriyle olan münasebetlerindeki rahmet konusunu genişletebiliriz ama kısa ve öz olarak söylemek gerekirse, her yaratılmışın bir diğerine rahmet oluşu akıl sahipleri için inkarı mümkün olmayan bir hakikattir. Ancak zahiren bakıldığında yaratılmışların birbirine rahmet oldukları kadar birbirine zararlı oldukları da görülmektedir. Zahiren zararlı görülen de aslında rahmettir. Ama hakikat aynasından bakıldığında herşey bir şeyi tamamlamak için ilahi düzenin dengesini sağlamaktadır. Vahşet yaratan karanlığın arkasından gelen aydınlık, insanlara güven içinde yaşama garantisi vermektedir, çünkü karanlık olmayınca aydınlığın rahmet olduğunu anlaşılmaz; Zahiren zararlı görülen olur ki hakikatta rahmettir. Zira Allah'ın rahmeti herşeyi kuşatmıştır. İşte tüm kainat birbiri ile olan bağlantı sayesinde hayatını devam ettirirken Allah Resul-ü Muhammed'i (s.a.a) tüm alemlere rahmet olarak göndermiştir. Allah, herşeyi bir şeye muhtaç kılmıştır. Birinin diğerinin ihtiyacını karşılaması kainatın dengesini sağlamaktadır.Bu nedenledir ki Allah, Resulünü alemlere rahmet vesilesi kılmasındaki hikmet, maddenin en küçük parçası olan atom çekirdeğinin enerjisinin bile muhammed'in (s.a.s) nurundan beslendiğini beyan etmektedir. "Teşbihte hata yoktur" sözüne dayanarak şöyle bir izah getirmek istiyorum: Bir barajı düşünün milyonlarca metre küp su birikmiş, bu sudan elde edilen enerji ile binlerce fabrika ve yüzbinlerce elektronik eşyanının çalışmasını sağlamaktadır; ayrıca sulama kanallarıyla tabiata hayat vererek diğer canlılara rahmet olmakta; birinin diğerine rahmet olmasını sağlayan Allah'ın, Rahmeti ise bunların tamamını kuşatmıştır; sonsuz rahmetin sahibi olan Allah, kendi rahmetinde, elçisi olan Muhammed Mustafa'yı alemlerin işleyişine rahmet olarak göndermiştir.

İlahi rahmet okyanusundan özelde tüm insanlığa genelde tüm alemlere gönderilmiş rahmet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) kainatın düzen içinde işleyişinde rahmet olduğuna işaret edilmektedir. Bazı müfessirler alemler yerine tüm insanlar olarak mana etmişlerdir. Zira türkçede kullanışımızda alem denince insan o geniş mekanda, geri plana itilmektedir. Öyle ise herşey insan içinse bu ayetin muhatabi akıl sahibi olan insandır. Cenab-ı Allah bütün alemlere, özellikle akıl sahibi varlıklara merhametinden dolayı Hz. Peygamberi rahmet olarak göndermiştir. O öyle kapsamlı bir rahmettir ki bütün akıl sahiplerine iyilik, saadet, mutluluk ve kurtuluş yolunu göstermektedir. Ve gerek dünyada ve gerekse ahirette mutluluk vesilelerini öğretmektedir. Öyle ki onun getirdiği bir çok prensibi, dinine inanmayanlar bile benimseyip uygulamakta, dünyevi yönden yaralanmaktalar. Üstün bir ahlak abidesi olan yüce Peygambere isnat edilen "Rahmeten lil alemin" cümlesindeki "alemin" oldukça geniş bir manaya sahiptir ki, tüm asır ve zamanlarda yaşamakta olan insanları kuşatmaktadır. Zira bu ayet Peygamberin hatemiyetine delalet ettiği bilinmektedir. Çünkü onun mübarek vücudu alemi manada geçmiş insanlar için, alemi mana ve maddede mübarek doğumuyla ta kıyamete kadar insanlara rahmettir hatta melekler ve diğer canlılarda bu rahmetten istifade etmekteler ve edecekler. Peygamberin genele rahmet oluşunu şu hadisi şerif teyid etmektedir. Bu ayeti celile nazil olduğunda Peygamber Cebrailden sorar "acaba sizin için de bu rahmetten bir pay varmıdır" Cebrail evet der; ben akibetimden korkuyordum! Sana iman edince sana nazil olan şu ayet beni ümitlendirdi .

Allah Celle Celaluhu Resul-ü Mustafa'ya "Biz seni ancak alemlere rahmet olasın diye gönderdik" Ayeti çelilesi ile Elçisinin alemlerde var olan "zevil ukula" tanıtmak ister. Yaratmış olduğu her varlığın kimliğini, karekterini ve görevini beyan ederek tanıtımını yaptığı gibi, Resul-ü Muhammed'i de tüm alemlere rahmet olduğunun haberini verir. Şurada bir noktaya işaret etmek gerekir. Allah buyuruyor ki: "benim rahmetim herşeyi kuşatmıştır" 7/156 bu ayetin işaret ettiği tüm yaratılmışların en küçük parçasından en büyük parçasına kadar ilahi rahmetin onları kuşattığını ve onların işleyişinin ilahi rahmete bağlı olduğunu görmemek körlüğe delalettir.

Zira kainatın her zerresi O'nun rahmeti ile şekillenerek hayatını davam ettirmektedir. Öyle ise Peygamberin rahmet olarak gönderilmesindeki hikmet nedir?

Girme bu vadiye ey dost esrarı hak bu vadide gizlidir.

Gönül pencereni aç azizim zira hakikat aynası ondadır.

Habibim! demiştir ona Allah, rahmet onun cilvesidir.

Gönül ehl-i ancak bilir, zira O rahmeten- lil- alemindir.

Dikkatle cevaplandırılması gereken akidevi ve zarif bir sorudur.Yüce Allah Celle Celaluhu " Rahman" sıfatıyla kainata merhamet eder. Rahmetiyle de yaratılmış herşeyi kuşatmıştır. Herşey O'nundur malik O' dur. O'nsuz hiç birşey yoktur. Herşeyin varlığı O'na bağlıdır.O'na gizli olan hiç bir şey yoktur O herşeyi bilendir ve görendir. Yaratan O'dur, idare eden O'dur rızkı veren O'dur. Evet Rızkı veren O'dur ama herşey için bir vesile halk etmiş ve sorumlu tutmuştur. Misal; Baba çocuğu ve ailesinin nafakasını yani rızkını temin etmekle sorumlu tutulmuştur. Müdür ve müdebbir O'dur.Ama İnsanlar arasından seçtiği elçileriyle bu görevleri yerine getirmeleri için onları sorumlu tutmuştur. Herşeyin hayatı O'nun elindedir ama küre-i arzın hayatına yağmuru vesile kılmıştır. Dikkatle bakalım! dünyanın kara parçası üzerinde yaşamakta olan en küçük canlıdan en büyük canlıya kadar yaşamlarını sürdürmek için bütün enerjisini sarf etmekteler.Ve birinin yaşaması için diğeri vesile kılınmıştır. Okyanusların, denizlerin ,nehirlerin ve akar suların içinde yaşamakta olan canlıların da nasıl bir yaşam mücadelesini verdikleri müşahede edilmektedir.Ve karadakilerle denizlerdekilerin arasında birbirinin yaşamını sağlayan nice vesileler vardır. Gök yüzündeki bulutların taşımış oldukları tonlarca ağırlıktaki suyun yağmura dönüşerek yeryüzüne dönmesinde rüzgarın vesile olması akıllara binlerce soru işareti bırakmaktadırIGüneşin, Ayın ve yıldızların nasıl birbirinden etkilenerek kainat düzeninin sağlanmasında binlerce vesile olduğunu bugün bilim isbat etmiştir. Tüm bu soruların cevabı „ve rahmetî vesiat kulle şey’in" (Benim rahmetim herşeyi kuşatmıştır.) Fermanının muhtevasında gizlidir. Peygamberinde rahmet olarak gönderilmesinin cevabı da ilahi rahmetin içinde gizlidir.

Maddenin en küçük parçasının işleyişinde bir gücün bir enerjinin olması gerektiğini bilimsel olarak kabul edilmiştir. Öyle ise herşeyin işleyişine bir vesile gerekiyorsa kainatın işleyişin de Allah, Resul-ü Muhammed'i (s.a.a) vesile kılmıştır. "Biz seni ancak alemlere rahmet olasın diye gönderdik" diyen Allah, Peygamberinin beşer hayatındaki yüce makamını ve üstün bir yere sahip olduğunu haber vermektedir. Ve yukardaki ayetle akıl sahibi insanları tek olan Allah'ın sonsuz kudretine inanmaya davet etmektedir. Bu ayeti celile aynı zamanda şeriki olmayan yaratma ve idare etmede ortağı bulunmayan ve herşeyin onun emriyle olduğuna işaret etmektedir. Her vesilenin sahibi ve Halikı O'dur. Peygamberin alemlere rahmet oluşuda, yine o'nun iradesindedir.Peygamberin rahmet oluşu ise akıl sahibi insanların O'na itaat ederek saadet ve mutluluk yolunu bulmaları için vesile kılınmıştır. Ve "men eta'e resul feket eta'Allah" Kim resule ita'at ederse Allah'a ita'at etmiş olur. Ve Kim sana karşı gelirse (emrini dinlemezse) Allah'a karşı gelmiş olur.

Müfessirler, Peygamberin rahmet olarak gönderilişi hakkında muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Konumuz tefsir dersi olmadığından müfessirlerin görüşlerini anlatma ihtiyacı duyulmamıştır. Çünkü konumuz Peygamberin beşer hayatındaki önemini ve yerini belirtmektir. Bu nedenle

Kur'an-i Kerim'deki Peygamberle ilgili ayetlerden istifade ederek hayatımızla yakın ilişkisi olan Resulü tanımak ve ona uymaktır.

2- Tüm insanlara Peygamber olarak gönderilişi:

"Ey Resulüm! Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın        uyarıcısı olarak gönderdik, lâkin insanları ekserisi bunu bilmezler." 34/28

Bu ayeti celile Hz. Muhammed (s.a.a)'in risaletinin belirli bir millete, bir kavme, bir coğrafyaya, dil veya renkle sınırlı olmayıp evrensel, yani tüm varlığı kapsayan, mahdut zaman ve mekandan uzak, risaleti tüm zaman ve mekanları kuşattığını açıkça göstermektedir. Milletler, aşiretler ve kabileler üstü bir kimliğe sahip olan Resul-i Ekrem, kendisine inanmış müminlere tüm zaman ve asırlarda onlara yol göstericilik vazifesini yerine getirmiş ve getirmektedir. Zira "O rahmeten lil alemindir". Çünkü onun için zaman ve asırlar mahdudiyeti yoktur. Allah Celle Celaluh şöyle buyuruyor: "Ey Nebiyyi zişan! Biz seni hakikaten bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdikj" 33/45-46 Bu ilk iki ayette Peygamber için beş tane sıfattan bahis etmekte; Onlardan birincisi için şöyle buyurur; "Ey nebi!., biz seni şahit olarak gönderdik." Oldukça pur mana ve kalpleri titreten bir haber; Allah Peygamberini insanların yapmakta oldukları amellerine şahit olarak tayin etmiştir. Herşey onun mahzerinde olduğu halde ve kiramen katibin melekleride bizim ammellerimizi yazmakla görevli olmalarına rağmen Allah, Peygamberinde bizim amellerimize ve ahvalımıza şahit olarak gönderdiğini haber vermektedir. Bu haber, Resul-i Ekrem'in biz insanlarla çok yakın bir mesafede olduğunu ve bizim tüm amellerimizi bir rasathaneden gözetlediğini beyan etmektedir. Bütün insanlık için gönderilmiş olan Resul-i Ekrem kendisinden önceki ümmetler içinde şahit olarak mahkeme-i kübra'da onların amellerine de tanık olacaktır. Bu ayet, Resul-i Ekrem'in beşeriyetin hayatında manevi bir işlev yaptığına işaret etmektedir. Tüm insanlara Huzur-i Hakk'ta onların amellerine tanıklık yapacağını teyid eden "Biz seni ancak alemlere rahmet olasın diye gönderdik" ayeti celilesı'dir.

Şahit, yani birinin işlemiş olduğu işi gözüyle gören kimseye denilmektedir. Peygamber mahşerde ilahi huzurda bizim yaptığımız amellere şahitlik edecektir. Öyle ise Peygamberin insanlarla görülmeyen bir irtibatının olduğuna bu ayette belirtmektedir. Çok garipsememek gerekir bugün uydular vasıtası ile yer küre kontrol edilmektedir. Ve insanlar buna hayret etmektedjrler. Halbuki Peygamber-i Ekrem hiç bir beşerin ulaşamayacağı miraç olayını bin dörtyüz yıl önce bi'İznillah gerçekleştirmiştir. Ve oradan insanlığın geçmiş ve geleceğine tanık olmuştur. Bugün ve yarında insanlığın amellerine tanıklık(şahitlik) yapmaktadır ve" ila yevmuddine" kadar da yapacaktır.

İkinci olarakta Peygamberin şahitliği genel bir ifadeyle geçmişteki Peygamberlere ve ümmetlerine de şahit olarak ilahi huzurda bulunacaktır.

"Ey Resulüm! Her ümmetten haklarında tanıklık edecek bir şahid (peygamber) celbettiğimizde ve seni de bütün onlara şahit olarak getirdiğimizde, bakalım onların hali nice olacak." 4/41 Ayet, kıyamet gününde oldukça geniş ve edebi bir sahne oluşturuyor. Adem' den ta hateme, hatemden ta kıyamete kadar tüm insanlar ilahi huzurda toplandığı gün,yüce divan kurulacaktır. Her Peygamber ümmeti ile ilahi huzura çağırıldığında yüce divanda amellerine şahitlik yapacak olan Hz.Muhammed'i (s.a.a) görecekler. İlahi rahmet Peygamberi kendisinden önceki peygamberlerin vazifelerine, ümmetlerininde amellerine şahitlik edecektir. Evet! Kur'an-i Kerim bize yeter veya Peygamberin görevi bitmiştir; diyen zavallılar!, bu ayetin tahakuk edeceği ve mahşer gününde nasıl Allah'ın ve O'nun habibinin huzurunda durabilecekler.

3- Üçüncü vasfını şöyle beyan eder:

Allah! "Mübeşşiren ve nezir a" Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik" Peygamberin bu ilahi görevle görevlendirilmiş olması, maddi ve manevi yönden insanın insaniyet mektebinde tekamül etmesine işaret etmektedir. Ümit ve korku her insanın fıtratında var olan bir hakikattir. Bu hakikatin beşerin sosyal hayatına yansımasında ve fıtratı ile uyum içinde yaşamının şekillenmesinde, görevlendirilmiş olan peygamber, insanla yakın bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Baş ile beden gibi birbirini tamamlamaktadır. Başsız bir bedenin yaşaması mümkün olmadığı gibi peygambersiz bir hayatinda varlığından bahis etmek mümkün değildir. Zira ruhsuz ve manasız bir beden ölü bir toprağa benzer. Ölü bir toprağa hayat veren yağmur gibi, Resul-i Ekrem'inde ölmüş kalplere hayat olduğu yukarıdaki ayetlerle teyid edilmektedir. İnsanlığın huzur, mutluluk ve saadet kaynağı olan Resul-i Ekrem, tüm asırlara hükmeden ilahi bir kimliğe sahiptir. Müjdeleyici ve uyarıcı görevi ile görevli bulunan Resul-i Ekrem, kendisi ile irtibat içinde olan mü'minlerin hayatında bütün canlılığı ile yaşanmaktadır. Ancak küfürle, nifakla ve günahla kalplerini kirletmiş olanlar bu saadet ve mutluluktan mahrumdurlar.

4- Peygamber'e selat ve selam:

"Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygamber'e hep selavat getirirler. Ey mü'minler! Sizde ona selavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." 33/56

Allah'ın salatı Nebisini rahmetine mazhar etmesi, onun şanını yüceltmesidir. "Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere çokça salavat getirirler" ifadesi, özelde mü'minlere genelde tüm insanlığa Peygamberin yaratılmışlar arasındaki yüce değerini, şahsiyet ve kimliğini beyan ederek, yüzleri ona çevirerek onun Allah’ın yanındaki makamını seyretmelerini istemektedir. Meleklerin selavatı ise, Allah katında bu kadar aziz olan bir peygamberden ümmeti için şafaat etmesini dilemektir. Müminlerin salat ve selamı ise; Hz. Peygamber'in sunmuş olduğu ilahi emir ve yasakların tamamına gönülden inanıp tam bir teslimiyet içinde teslim olup Ona olan biatim yenilemek manasına gelmektedir. Evet, her selavat bir tecdid-i biattir. Evet, her selavat gönüllere akan bir nurdur. Evet, her selavat Peygamberle irtibatın sağlanmasında en büyük vesiledir. Evet, selavatla Peygamber, insan hayatında yaşayan bir hakikattir. Onun insan hayatında olması insanın kemalette olmasının işaretidir.

İnce noktalar:

  1. Salavat salatın çoğuludur. Allah'a nisbet edildiğinde rahmeti gönderen manasındadır. Meleklere ve müminlere nisbet edildiğinde rahmeti istemek manasındadır.
  2. "Yusallurı" muzari filidir. İstimrar ve devamlılık manasına gelmektedir.Yani sürekli yapılması istenilmektedir.
  3. "Sallu" ve "Sellimu" Arasında ne fark vardır? "Sallu" rahmeti isteme emri manasındadır. "Sellimu" Peygamberin emirlerine teslim olma emri manasındadır. Zira yüce Allah Nisa suresinin 65. Ayetinde şöyle buyuruyor. "Hayır' hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olamazlar."

Hz. Muhammed'i (s.a.a) Allah'ın resulü kabul etmenin manası, onun tebliğ ve tatbik ettiği inanç, düşünce ve yaşayış tarzını kabul etmek, bu hususlarda onu örnek almaktır. Ve onun emirlerine içten gelen bir teslimiyetle teslim olmaktır. Yoksa Allah onu, insanlar sadece onun Peygamberliğine inansınlar ama başkalarına tabi olsunlar diye göndermemiştir. Zira müminin kimliğinde teslim olmak ve itaat etmek yazılıdır. Çünkü hergün beş vakit namazında Rabb'inin emri üzerine Resulü ile biatim tazelemektedir.

İmam Sadık (a.s)' dan şöyle rivayet edilmiştir: "Ebu Basir" İmam sadık (a.s)' dan sorar ya imam! salatın manasını anladık acaba teslimin manası nedir? İmam buyurdu: Tüm işlerde onun emirlerine teslim olmaktır. Yüce Allah haşir suresinin yedinci ayetinde şöyle buyurur: "Peygamber size neyi getirdi ise onu alın ve sizi neden men etti'ise ondan uzaklaşın". Bu ayeti celile Peygamber ile insanlar arasındaki ilişkinin devamlılığını beyan etmektedir. Mü'min bir kimsenin Peygamber ile hayatını şekillendirebilmesi için onunla devamlı irtibat içinde olması ve devamlı hatırlaması gerekir. Bu irtibatın anahtarının salat ve selam olduğunun haberi verilmektedir. Nedense geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı mürekkep yalamış azizlerimiz kendilerini Peygambere hemtay görerek ahzab suresinin ellialtıncı ayetinin Peygambere ait olmadığını savunmaktalar. Veya namazda Peygambere salavat getirilmesine gönlüne oturmadığını söylemekteler. Veya ilmi bir gururla televizyon ekranlarından gerile gerile "Kur'an bize yeter" söylemlerini kendileri için bir iftihar addetmekteler. Bu zavallı bilginlerimiz bilmiyorlar ki Peygamberin kendisi bizzatihi Kur'an'dır. Zira Kur'an onun mübarek dilinden ve onun yaşamından bize aktarılmıştır. Hala İslam düşmanı olan misyonerlerin sözlerini söylüyorlar. Aslında bunları söylerlerken de yüzlerine bakıldığında hayasızlıktan başka bir şey görülmemekte.

  1. Selavatın getirilmesi hakkındaki görüşler.

Peygambere salavat getirmenin keyfiyeti hakkında İslam muhaddisleri sarihen şunu ifade etmekteler: Peygambere selavatı- aliyle- beraber getirilmesini rivayet etmişlerdir.

"Durr-ul Mensur" Sahihi Buhari den , Sahihi Müslim, Ebu Davud, Tırmizi, Nesa- i, İbn-i Mace ve diğer hadis kitapları şöyle rivayet etmişlerdir: Salavat ayeti nazil olunca sahabeden biri Peygamberden sorar: Ya Resulallah sana selam getirmeyi biliyoruz ama salavatı nasıl getirelim? Peygamber buyurdu söyle: "AUahumme sallı ala Muhammedin ve ala ali Muhammed kema salleyte ala ibrahime ve ala ali ibrahime inneke hemidün mecid, Allahumme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahim innek hemidün mecid"

Yukardaki muhaddisler bu hadise ilaveten onsekkiz hadis daha, Peygambere salavat getirildiğinde Ehl-i Beyt'inede selavat getirilmesi hakkında rivayet etmiştir. Genel olarak muhaddisler Peygambere salavatın keyfiyetini Peygamberden şöyle nakl etmişlerdir: "Allahumme salli ala Muhammed ve ali Muhammed" veya Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed".

"İbni Hacer savaikinde" Peygamberden şöyle rivayet etmiştir: "Bana kısa salavat getirmeyin" sahabeler kısa salavattan murad nedir ya Resulellah diye sorarlar? Buyurdular ki: "Allahumme salli ala Muhammed" demeniz kısa ve kesik selavattır. Öyle ise kısa kesmeyin, şöyle deyin "Allahumme salli ala Muhammed ve ali Muhammed" deyin.

Kaynakça: a-Buhari c- 6 -s-151 b-Müslim c- 1 - s- 305 c-Savaik s 144

  1. Salavatın hükmü nedir? Bu soruya fakihler şöyle cevap vermişlerdir.

Ehl-i Beyt mektebinin Fukahasının tamamı namazın birinci ve ikinci teşehüddünde Muhammed ve aline salavatı getirmeyi vacib kabul etmişlerdir. Okunmadığı taktirde namazı batıl İmam-ı Şafii Muhammed bini İdris ise namazın birinci ve ikinci teşehüdünde Muhammed ve alinin üzerine salavat getirmeyi vacib kabul etmiştir.Kişi Okumadığı taktirde namazı batıl olur. Ahmet bin Hanbel'den nakledilen iki rivayette ve diğer İslam fukahası teşehütte Salavatı getirmeyi vacib kabul etmişlerdir. Ancak Ebu hanife salavatı okumayı sünnet kabul etmiştir. Genel olarak fukahanın büyük ekseriyeti namazın teşehüttlerinde Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirmeyi vacib kabul etmişlerdir. Şafi-i imamı bir şiirinde Ehli-i Beyt'i Resulü şöyle dile getirmiştir.

Ey Allah'ın Resulünün Ehl-i Beyti! sizin sevginizi Allah, Kur'an'ın inzaliyle farz kılmıştır.

Size bu büyük ve azim fazilet kafidir. Kim size selavat getirmezse namazı batıldır. Şerhul mevahib "zerkani" c- 7- s 7

Fakihler namazların teşehüddünde salavatın okunması vacip olduğu hakkında vermiş oldukları hüküm ayetteki (Sallu aleyhi ve sellimu teslima) emri esas alınmaktadır. Dikkat edilecek olunursa ayeti celile müminlere hitaben "Ey iman edenler sizde onun üzerine tam bir teslimiyetle salavat getirin" emri yer almaktadır. Bunun içindir ki fakihler ibadetlerin en hayırlısı olan namazda okunmasının hükmünü vacip bilmişlerdir.

  1. Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine selavatın getirilmesinin hükmü: Yukarda İslam fukahasnın görüşlerini beyan ettiğimizde namazların teşehüdlerinde salavatın getirilmesinin vacip olduğunu söylerken hanifi fukahasinın dışındaki tüm fakihler "Allahumme salli ala Muhammed ve ali Muhammed" demeyi vacip bilmişlerdir. İmam şafi kim "Allahumme salli ala muhammed" der ’Ve ali Muhammed" demezse namazı batıl olur. Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: "Benim üzerime kesik selavat getirmeyin" Sormuşlar ya Resulallah kesik selavatın ne olduğunu bize tarif eder misin? Resul-i Ekrem buyurdu ki "Allahumme salli ala Muhammed" deyipte "Ve ala'ali Muhammed" denilmezse kesik selavat olur ve kabul olmaz. Zira Resul-i Ekrem hidayet nurudur bu nurun devamı ise oniki imamdır.Bunları birbirinden ayırdığınızda iki nur arasında kesiklik meydana gelir. Peygamberin nurundan nurani varlıklar olan Ehl-i Beyt imamları ilahi kelamın taşıyıcıları ve konuşanları olarak kıyamete kadar devam edecektir. Bu nedenle Peygamber bunları kurtuluş gemisi olarak beyan etmiştir. "Benim Ehl- i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir,ona binen kurtulur"
  2. Peygamber, müminlere öz canlarından daha evla ve yakındır (Önceliklidir).”Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır." 33/6

Bu evleviyet hakikatta meşiyeti ilahinin kısımlarından olan ilahi bir evleviyettir. Zira bizler her neye sahip isek bizi yaratan Rabbimizdendir. İmanın ilahi aşka dönüşmeside Allah ve elçisine olan aşkın neticesidir. İnsaniyet mektebinde kemalete kavuşmak için Hz. Muhammed, (s.a.a) o insanın hayatında olması gerekir. Ayetteki, Peygamberin insanın kendi nefsinden daha üstün ve yakın olması insanın takip ettiği kemalet ve saadet yolunun öncü nuru olduğu içindir. Aynı zamanda o insanın kalbindeki imanın teminatı'dır. Bu nedenledir ki Peygamber müminlere canlarından daha evla ve yakındır. Çünkü insanın huzur, mutluluk ve saadetinin kaynağı ona olan aşkın ve muhabbetin sonucudur. Allah Celle Celaluhu müminlere Peygamber hakkında uyarı mahiyetinde şöyle bir mesaj verir. "(Resulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. 3/ 31

Allah'ı sevmek, insanın yaradılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslam'ın insanları kendisine doğru sevk ettiği en yüksek gayedir. Bu hedef ve gayeye ulaşabilmek için Habibullaha itaati ve sevmeyi şart koşmuştur.Bu itaat ve sevginin sıradan bir sevgi ve itaat olmadığını dikkate alarak ayeti celiledeki muhtevanın üzerinde düşünerek Allah'ın Habibi hakkında bize sunduğu mesajı algılamaya çalışalım!

1.Ayetin birinci bölümü "kul inkuntum tuhibbunallahe  fettebiuni" Fermanınca, Kalpteki ilahi aşkın ve muhabbetin aynası Hz.Muhammed'e(s.a.a) olan itaat'tır. Ayetin nuzul sebebi (necran) hristiyanları Medine'de Resul-i Ekrem'in huzuruna geldiklerinde konuşmalarında şöyle bir iddiada bulundular: Bizler mesih (a.s)'a fevkul'ade bir ihtiram gösteriyorsak bu Allah'a olan muhabbetimizdendir.Bu iddianın doğru olmadığını kanıtlamak için yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Peygamber bu ayeti okuyunca iddia ettikleri sözün yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Zira Peygambere itaat kalpteki imanın aynasıdır. Ve gerçek muhabbetle yalancı bir muhabbetin farkını ortaya koymaktadır.

Allah'a olan muhabbet ve sevginin doğruluğunun isbatı, ancak Resul-i Ekrem'e itaat edilmesi, şart koşulmuştur. Ben Allah'ı seviyorum diyen bir şahsın hayatında Peygamberi bir yaşantının olması gerekir. Bir toplum veya bir millet Allah'ı sevdiğini iddia ediyorsa o toplumun veya o milletin yönetim ve idaresinde Peygambere itaat esas alınmalıdır ve 

onun emirleri geçerli olmalıdır. Birileri veya bir toplum veya bir millet Allah'a inandığını ve Allah'ı sevdiğini iddia ediyorda ama onun elçisi Muhammedi (s.a.a) mihver almıyorsa ve onun emrettiklerile yaşamını şekillendirmiyorsa ve aynı zamanda gayr-i islami birilerini mihver alıyorsa ve onların yönetim ve idaresini benimsiyorsa ve onunla hayatını şekillendiriyor ve yönetimini onunla düzenliyorsa "Necran" hristiyanları gibi yalan söylüyordurlar.

Mesela! Günümüzde ben Türküm, müslümanım, laikım, Nato'nun üyesi Amerika'nın müttefikiyim; Batı kulübüne üye olma arafesinde laik bir idarenin sahibi olduğu iftiharı ile övünenler "Necran" hristiyanları gibi Allah'ı sevdikleri iddiasında yalancılardır. Zira Allah sevgisi Peygambere itaati emreder. Peygambere itaat ise emrettikleriyle hayatını şekillendirip onunla yaşamaktır. Türkiye'de gayri islami olan laik yönetimin altıyüz elli yedinci sayılı devlet memurları kanununa bağlı "diyanet işleri başkanlığı" tarafından hazırlanmış ve halka sunulmuş "kutlu doğum haftası merasimleri" acaba bunların Allah'ı ve onun Resulü Muhammed'i (s.a.v.a) sevdiklerine delil olur mu? Ne olur? kardeşim biraz düşün! ve nasıl kandırıldığını görü Eğer uyanmazsan daha çok sömürüleceksin ve dininden uzaklaştırılacaksın! Şimdiye kadar uzaklaştırıldığın gibi

2.Ayetin ikinci kısmında ise "Yuhbibkumullah" Allah kullarını sevmesini de yine Elçisi Muhammed'e(s.a.a) itaat etmesini şart koşmuştur. Öyle bir itaat isteniliyor ki Allah'ın kulunu sevmesine denk tutuluyor. Resul-i Ekrem'e itaat, Allah'ın kullarını sevmesine vesile kılınıyor. Ve ona itaatin ve sevginin sınırını belirliyerek canlarından daha çok sevmesini istemektedir. Allah,kuluna sevgi ve rahmetini indirmek için kulundan onun ençok sevdiği şeyi istemektedir; Mü'minden istenilen şey Resulü

Muhammed'i canından malından ve evladından daha çok sevip ona itaat etmesidir. Bir insan Resul-i Ekrem'i canından, malından ve evladından daha çok sevmedikçe imanı kemale ermemiştir. Bu konuda şu hadisi şerifi okuyalım! "Canım onun elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden hiç biriniz imanın hakikatma ulaşamaz, ta ki beni canlarından, mallarından ,evlatlarından ve diğer insanlardan daha çok sevmedikçe. Seyyid Kutup "Fiz'ilal tefsirinin." 3/31 ayetinin tefsirinde bu hadisi nakletmiştir.

Evet! Allah'ın sevgisinin kazanılmasının ve imanın hakikatma ulaşılabilinmesi için Peygamberi Ekremi sevip ona itaat etmekle mümkün olacağı istenilmektedir. Yukarıdaki hadisi şerif üzerinde her akıl sahibi düşünüp vicdani bir muhasebe yaparak kendisini sorgulaması lazım! Ben Peygamberimi ne kadar seviyorum ve ne kadar itaat edebiliyorum? Sorusuna vicdani olarak cevap versin ki yakini imanla arasındaki mesafeyi fark edebilsin!

3.Ayetin üçüncü kısmında ise "Ve yağfirlekum zunubekum" Allah, insanların yapmış oldukları günahların da bağışlanmasını, Nebisi Muhammed'e (s.a.a) İtaat edilmesine bağlamıştır. Bu ifade oldukça düşündürücü! Kim bu Muhammed ki (s.a.a)? Allah, kulunu bağışlaması için kulundan Muhammed'e (s.a.a) itaat etmesini istemiştir. Evet! Ona itaat Allah'a itaattir ayetinin hükmü burada tecelli etmiştir. Çünkü O, Allah'ın kelamı ve yeryüzünde ilahi nurun tecellisidir. Zira O, "Siracen munira" aydınlatıcı bir nur ve Allah'a davet eden ilahi elçidir. Çünkü O, hakikat aynası ve alemlere gönderilmiş rahmet Peygamberidir. Evet! O, beşeriyetin hayat kaynağıdır."Allah ve Resulü, size hayat verecek şeye davet ettiğinde onun davetine icabet edin" Evet O, ölmüş kalplerin hayat bulmasının teminatı kılınmıştır.        Zira O, "Rahmetenlilalemindir".

Ayrıca birbirini takip eden ayetler zihinlerde bir çok soru oluşturmakta ve kim bu? Sorusunu sormakta? Bukadar benimle yakın bir mesafede ve tüm yaşantımı kuşatmakta, mutluluğumun, saadetimin ve huzurumun yaşamımın teminatı O; düşüncemin, ilerlememin yükselmemin, üstün değerler elde edebilmemin, madden ve manen kemalete kavuşmamın yol göstericisi O; İlimde, irfanda, hakikat ve manen yükselmekte öncü nurum O; Çünkü "siracen ve munira" yolumu aytınlatan nurdur O; Çünkü O; "Verma yentiku anilheva in huve illa vahyun yuha" ayetile diğer insanlardan ayrı bir makama ayrı bir şahsiyet ve ayrı bir kimliğe sahiptir O; Zira her ne konuşuyorsa konuştuğu Allah'ın kelamıdır ve Allah tarafındandır. Hiç bir beşerin çalışmakla elde edemiyeceği bu ilahi makama sahip olan Resul-i Ekrem taşlar arasında elmas ve yakut misalındadır. Aslında böyle bir kıyasın yapılması dahi kalpteki imana yüktür. Sadece anlaşılması için böyle bir kıyas yapılmıştır. Çünkü Allah Resulünu ''Siracen munira" aydınlatıcı bir nur olarak tanıtmıştır. Nurun ne gölgesi nede benzeri olabilir. Ama "Ene beşerün mislukum" Bende sizin gibi beşerim demiştir. Evet! Beşerdir ama alemlere rahmettir. Evet! Beşerdir ama aydınlatıcı bir nurdur.

Evet! Beşerdir ama müjdeleyici ve uyarıcıdır. Evet! Beşerdir ama Allah ona habibim demiştir. Evet! Beşerdir ama tüm insanlığa Peygamber olarak gönderilmiştir. Evet beşerdir ama Allah, ismi ile beraber ismini yazmıştır."Eşheduen la ilahe illeallah ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve Resuluhu" İftiharını vermiştir ona!

Evet! Beşerdir ama mahşerde şahit olarak çağırılacaktır bizim amellerimize. Evet! Beşerdir ama Allah'ın kelamını konuşandır yer yüzünde, Evet! Beşerdir ama "Kim Resulüme itaat ederse bana itaat etmiş olur" demiştir mevla. Evet ! bu kutsiyeti bu değeri ve bu yüce makamı biz vermiyoruz ona; Ona bu değerleri veren Allah'tır bize sadece ona itaat etmek düşer !

Hakk'a karşı tarihi bir düşmanlık Hz. Ademle başlayan hak ve batıl mücadelesi   son Peygamber Hz.Muhammed'e (s.a.a) kadar ve o günden günümüze kadar devam etmiştir. Bu duruş insanlık tarihine acı hatıralar bırakmıştır. Tarihin bırakmış olduğu bu acı miras günümüzdede kan ve gözyaşıyla kanlı savaşları geleceğe miras bira kacaktır. Bozgunculuklarıyla tarihe kötü isim bırakmış olan yahudiler peygamberlerine yapmış oldukları hıyanetten dolayı lanetlenmişlerdir. Bu kara leke yüzünden insanlık yahudi kelimesini duyunca yüzünde nefret ifade eden hatların görüldüğü müşahede edilmektedir. Yeryüzünün fitnecisi kabul edilen bu topluluk, Rahmet Peygamberi olan son Peygambere karşıda kurmuş oldukları lobiler aracılığıyla tarihin her döneminde Peygamber hakkında zihinlerde şüpheler oluşturarak ümmet arasında tefrika ateşini yakmışlardır ve yakmaktalar. Günümüzde İslam ümmetinin içinde bulunduğu konum bunun en açık delilidir. İslam ümmetinin mihveri ve kalbi olan Peygamberi, "Kur'an bize yeter" diyerek gündem dışı bırakan zihniyet günümüzdede ciddi bir şekilde ümmet gündeminde tutulmaktadır.

Bu çirkin ve düşmanca hazırlanmış planın hedefi, insanların can damarı hükmünde olan peygamberi unutturmak isterler. En büyük hedefleri ise, Resul-i Ekrem'i ümmet gözünde küçültmek ve onun sadece bir postacı olduğunu lanse etmektir;Böylece peygamberi sıradan bir memur muş gibi göstermek isterler. En acı olanı ise, İslam ümmetinin önünde yer alan ilim adamlarının kalemi ve diliyle bu menfur cinayeti işletmekteler.

İslam ümmetinin kayıp ettiği değerlerin başlıca sebepleri:

  1. Resul-I Ekrem'i devre dışı bırakmak için sadece "Kur'an bize yeter" fikrinin yaygınlaştırılması.
  2. Resul-I Ekrem, ömrünün son günlerinin son anlarında yapmak istediği vasiyetine mudahele edilerek (Bu Nebi sayıklıyor Kur'an bize yeter) diyenin başkaldırısıyla İslam dininin; saltanatın emrine sunulması.
  3. Peygamberin vasiyetnamesi olan (Ben size iki ağır ve değerli emanet bırakıyorum! Benden sonra bu iki emanete sımsıkı sarılacak olursanız asla ve asla delalete düşmezsiniz. Birincisi Allah'ın kelamı olan Kur'an-i Kerim İkincisi ise benim Ehl-i Beyt'imdir.Çünkü bu ikisi birbirinden asla ve asla ayrılmayacaklardır ta kıyamette Havz-ı Kevser'in başında bana gelinceye kadar.) Sahih olan bu hadisi şerife zayıf hadis diyerek (Ehl-i Beyti) tamamen ümmetin gündeminden çıkararak unutturması.
  4. Ümmet arasında tefrika ateşini yaktılar ve mezheplerle birbirinden ayırdılar. Her mezhebi bir dinmiş gibi İslam ümmetine kabul ettirerek onlar arasında kıyasıya soğuk savaş meydana getirdiler ve bazende sıcak savaşa dönüştürdüler.
  5. Ümmetin imanında şüphe yaratmak için akidevi mezhepler oluşturdular. Bunlar arasında ciddi soğuk savaşlar meydana getirerek birbirini tekfir edercesine savaştılar. "Ümmetin ihtilafı rahmettir" diyerek savaş sahalarını genişlettiler. Hak ve adaletten yana olanları ya idam ettiler veya işkence altında hapishanelerde çürüttüler. Kur'an ve Ehl-i Beyt yanlılarına hayat hakkı tanımadılar; ya öldürdüler veya sürgüne göndererek toplumla olan irtibatlarını kestiler. Peygamberin varisleri olan imamları ya kılıç darbelerile şehit ettiler veya zehirleyerek onları şehid ettiler. Ümmetin onlara bağlanıp emrettikleri şekilde yaşamaları ilahi bir vecibe olduğunu unutturmak için Sünnilik adı altında bir çok mezhepler türeterek halkı onlara itaata zorladılar.
  6. İslamın manevi dayanağı olan irfan mektebini; tarikatlar adı altında bana dokunmayan bin yaşasın mantığıyla bölerek milleti islamı birbirine düşman ettiler.
  7. Alevilik adı altında birçok gruplar meydana getirerek Hakikat mektebi olan Ehl-i Beyt mektebinden uzaklaştırdılar.
  8. Irki ve kabilevi taasupları ön plana çıkararak ümmet arasındaki kardeşliği bozdular. Ve çoğrafi sınırlarla ümmeti birbirine düşman ettiler.
  9. Peygamberi bir hayatın içine laikliği enjekte ettiler ve İslam ümmetini Şeriatına düşman ettiler.
  10. Siyonist sömürgeciler, sömürülerini devam ettirmek için dindar görünümlü dine düşman yöneticileri ümmetin başına getirdiler ve İslam ulamasıyle onlara destek vererek zulümlerini devam ettirdiler.

Bu acı manzaralar tarihin mirası olarak günümüzde de modernize edilmiş bir şekilde devam etmektedir. Halbuki yüce Allah beşeriyetin ve tüm kainatın bir mihver ekseninde vahdetin sağlanması için peygamberini rahmet olarak göndermişti. Bilhassa insanların dünyanın karanlık ve oldukça tehlikeli vadileri arasında kayıp ettikleri saadet ve mutluluk yolunu bulmaları için Peygamberi aydınlatıcı bir nur bir yol gösterici ve hidayet öncüsü olarak göndermişti. Bu nurun zaman ve mekana sığmayan ilahi bir nur olduğunu bilen şer güçler her asır ve zamanda nurun merkezi olan Resul-i Ekrem'i hedef almışlardır. Bilhassa günümüzde müslümanların gafletinden istifade eden şer güçler, bu işin dozunu artırarak onun masumiyetine ve yüce şahsiyetine pervasızca dil uzatmaktalar. Evet! İnsanın dört tane düşmanı olduğunu bize haber veren Ali (a.s) bunlar karşısında uyanık olunmasinı ister.

  1. Kafir ve müşrikler: Bunlar açık düşmanlardır, mü'minlerle devamlı savaş halindedirler.
  2. İki yüzlü münafıklardır: İnsanlık tarihinin en tehlikeli varlıkları olan bu taife, insanlar arasında "fitne kazanı" olarak tanımlanmaları yapılmıştır. Bunlar ilk günden itibaren peygamber ve onun zatından yansıyan ilahi dine olan düşmanlıkları; aralıksız günümüzde de devam etmekte. Bazen yeşillere bürünür posta otururlar. Bazen ilim kisvesi altında peygambere saldırırlar. Bazen Kur'an-i Kerim'i okur tefsir ederler amma Kur'an'la mü'minleri kalbinden vururlar. Bazen annem ve babam sana fede olsun ya Resulellah!.derler amma onun sadece bir postacı olduğunu söyleyerek onu küçültmek isterler. Bazen muhabbetini peygambere izhar ederler amma namazda peygambere selavat getirmeyi içine sindiremediğini ilan ederler. Bazen televizyonlardan tefsir dersi yapar ve peygamberden hadis rivayet ederler amma "ahzab" süresinin 56. Ayetini peygambere selavat getirilmesi için nazil olmadığını iddia ederek peygamberle olan irtibatı kesmek isterler. Bu nedenle Emir- el-mü'min'in Ali (a.s) mü'minlerin bunlara karşı devamlı teyakkuz halinde olmalarını ister.
  3. Kıskanç mü'min:İslam ümmetinin vahdet ve birliğine zarar getiren ve bugün parça parça olmuş İslam ümmetinin hali kıskançlıktan ileri geldiğini unutmamalıyız. Acı bir hakikattir bunun inkari mümkün değildir. Bugün ümmet düşmanların hazırladığı ateş çukurunun içinde yaşıyorsa; bunun yegane sebebi kıskançlıktan doğan düşmanlıktandır. Bugün Afganistan'da, Irak'ta, Türkiye'de ve diğer İslam beldelerindeki düşman tarafından yakılmış ateş bir kıskançlığın meyvasıdır.
  4. Ahmak dosttur:İslam ümmetinin zarar gördüğü diğer bir sınıfta ahmaklardır. Bunları tarif etmek için başlıbaşına bir kitap yazmak gerekir. Ali (a.s) mın bir mübarek sözüyle ahmakın getirdiği zararı tarif etmek istiyorum! "Ahmak bir dostansa akıllı bir düşman daha hayırlıdır" Aziz okuyucu kardeşim, bu hadis üzerinde biraz düşün!. Düşmanını iyice tanımaya çalış, Cazip ve edebi sözlere aldanma dikkatli ol!. Karanlık ellerin hazırlamış oldukları planla seni dininden uzaklaştırmasınlar. İyice düşün şu televizyon ekranlarından konuşanları kim konuşturuyor; Ve kimin adına konuşuyorlar; eğer Allah adına ve peygamber adına konuşuyorlarsa neden gayri islami idarelere rıza gösteriyorlar? niçin? onların gayri islami olduğunu ilan etmiyorlar. Bırak onların gayri islami bir yönetimin yöneticilerini red etmeyi! Fiilen onları desteklediklerini ve gayri islami düzenin bekasını sağladıklarını göreceksin; Dikkat et! Hiç nizamı eleştirmiyorlar hep Resul-i ekrem hakkında gayri ahlaki sözler sarf ederek ümmetin zihnine soru işareti bırakıyorlar.

Dikkat edin!. Bu zatların hiçbiri bugün müslümanları yönetmekte olan batı kanunları ve onun kurucusu Atatürk hakkında kimse hiç bir eleştiri yapmıyor. Ama İslam dini ve onun hükümleri üzerinde herkes ahkam kesiyor ve billhassa İslam peygamberi ve Ehl-i Beyt'i hakkında bir mü'minin edebine sığmayan kelimeler kullanıyorlar. Allah'ın yeryüzündeki Nuru Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında ona postacı diyecek kadar alçalıyorlar; Veya ona namazda selavat getirmeyi içime sindiremiyorum diyecek kadar kendilerinde cesaret görebiliyorlar; Veya "ahzab" suresinin ayetinin peygamber hakkında nazil olmadığını ilim adına konuşuyorlar. Sen Muhammedi olursan konuşa bildikleri kadar konuşsunlar yeter ki sen uyanık ol ve Resulunu sahiplen, onun temiz Ehl-i Beyt'inin yolunda yürü! ve onları sahiplen ve uyanık ol!.etrafına iyice bak ve düşmanın çalışmalarını iman gözüyle takip et ve bak!.

Halen müminlerin kalbinde devam eden bu ilahi nur, Kafir ve münafıklara korkulu dakikalar yaşattığı için tüm güçlerini hain idareciler ve satılık alimlerin yardımıyle gönüllerden silmek istemekteler. Hergün bir uşağı televizyon aracılığıyle İslam toplumuna ilim adamı olarak tanıtır ve onu yüceler yücesine çıkarırlar.İslam toplumuna kabul ettirdikten sonra ilk görevleri edebi ve şeytani bir üslûpla peygamberi ümmetin hayatından uzaklaştırmalarını isterler. Bu zevatın ilk işi Peygamber-i Ekremi postacı olarak ümmet gündemine koymak isterler. Zira bu eylemleriyle rahmet peygamberini basit bir görevliymiş gibi ümmete lanse etmek isterler. Dikkati çekmemek içinde övgüyle peygamberi televizyon ekranlarından gerile gerile anlatırlar amma kendilerini de hemen hemen aynı terazide tutarlar. Evet! Peygamber de benim gibi bir beşerdir der; Evet beygamber de beşerdir ama senin gibi bir beşer değildir; İçinde hiç bir cevher bulunmayan karataşta taştır; yakutla elmas da taş cinsindendir; Eğer simsiyah ve hiç bir değeri olmayan karataş kendisini elmas görüyorsa, onun hakikaten kara bir taş olduğunun delilidir.

EvetIKime derdimizi anlatalım dinine horbakan benim, peygamberi küçülten benim, Ehl-i Beyt'i tanımayan benim, gaflet uykusunda yatan benim,Kıskançlık ateşi ile tefrika yaratan benim, müslüman kardeşini horgören benim ,onu ucuza satan benim, Müslümana karşı gururlu kibirli olan benim, zalimler karşısında elpence duran benim, zalimi memnun etmek için dinimi ona peşkeş çeken benim, modern bir çağda yaşıyoruz diyerek gayri islami zalim kesimi razı etmek için dini onlara göre yorumlayan benim, aydın din adamı olmak için dini onların isteğine göre yorumlayan benim,Evet!

Dökülen kan benim, gasp edilen mülk benim, ölen benim öldüren benim, sürülen benim, kovulan benim, hor görülen benim, ikinci sınıf sayılan benim, ezilen benim, sömürülen benim, dövülen benim, hapsedilen benim, aç kalan benim!.Yeter, yeter artık uyan! ayakların üzerinde dur; kendi arandaki kavgayı bitir; Muhammed'ine(s.a.v.a) dön ve Ehl-i Beyt'i nübüvvete bağlan; Kurtuluş gemisinde yerini al ve izzetle yaşamaya aday ol!. Evet! Tarih boyunca seni din adına aldatanları tanı ve köleliğe son ver! Dikkatle şu İslam ülkelerindeki yönetim şekillerine bak, müslümanlar kimlerin kanunlarıyla idare edilmekte; Şu İslam ülkelerindeki yönetici ve idarecilere bak, kimler bunlar ve bunlar ençok kiminle dostlar ve dostluk elini kime uzatıyorlar; Batıya yaranmak için ve batı kulübüne kayıt yaptırmak için tüm mukaddesatlarından nasıl taviz veriyorlar; Seni aldatmak içn hemen kelepurcuları devreye sokarlar; Ve seni Allah adına şöyle kandırmaya çalışırlar: Azizim mecburlar, böyle yapmasalar hedefe varamazlar biraz sabır edin ilerde göreceksiniz ve görmüyor musunuz?

İsrail'e nasıl çıkışlar yapıyorlar; Biraz sabır edin; Bu sözler tam 80 yıldır müslümanları uyutmak için söyleniliyor ve hala aynı söz söylenmekte, Ne gariptir ki hakikat tüm çıplaklığıyla ortada olmasına rağmen müslümanlar hala uyanmıyor ve uyanmakta istemiyor; uyanmak üzere olanlarada şiddetle karşı çıkarak huzurumuzu bozmayın eğer biraz ileri giderseniz sizi devlete şikayet ederiz; bu sözleri diyen zatlar camide ve önsafta namaz kılan veya kıldıran zatlardır.

Ümmetin görevi

İslam ümmeti evvel emirde kayıp ettikleri ve saptıkları munharif yoldan, hakikat ve "sıratal müstakim" olan "Kur'an ve Ehl-i Beyt" yoluna geri dönmeliler ve zalimlerin yönetimleri altında madden ve manen sömürülüp ezildiklerinin farkında olmalılar; Kimin kendisini sömürdüğünü ve ne adına sömürüldüğünü fark etmelidir; Başlarındaki yöneticinin kim olduğunu ve kime hizmet ettiğini bilmelidir; Neyle yönetildiğini kim, kimin adına kendilerini yönettiğini bilmeleri gerekir.Bütün İslam ülkelerini fiilen işgal edilmiş olduğunu görmelidir, Allah'a ve Resulüne resmen savaş açmış olan büyük şeytan Amerika'yı tanımalıdırlar; Amerika'yı birinci derecede dost ve müttefik ilan etmiş, aynı zamanda Nato'nun üyeliği ile övünen laik bir zihniyetin idarecilerini kendi nefislerinden daha iyi tanımalılar; Sakın ha koyun postundaki kurt seni aldatmasın onu iyice tanı; Düşmanlarına dostluk elini vererek düşmanla kucaklaşan ve camide korumalarla ön safta namaz kılanlara dikkat et! Tam elli yıldır bu şekilde müslümanları aldatarak kendilerine hizmetçi kılmışlardır.

Dikkatlı ol! Bir ton kömür, beş torba makarna, bir teneke vita yağı ve beş kilo şekerle seni aldatmasın; Zira bununla seni dilenci konumunda üçüncü sınıf insan görmekte; Ama kendi yakınlarına, dostlarına ve birinci sınıf kabul ettiklerine büyük imkanlar tanıyarak milyonları ve tirilyonları götürüyorlar; Dikkatle bak ve gözünü aç! Kızları ve oğulları için yapmış oldukları düğün masrafı bir bölge halkının fakirlerinin tamamına yapmış oldukları yardımın iki katına belki üç katına tekabül etmekte olduğunu göreceksin. Neden görmüyorsun? Senin çocuğun okula gitmek için simit satarak ayakabı alabilme mücadelesini verirken senin başında dindar görünümlü idareciler kızlarını ve oğullarını Amerikanın özel kolejlerinde okutmaktalar;

Birşeye daha dikkat et İslam ülkelerinde değil Amerika kolejlerinde okutuyorlar; Bunun üzerinde biraz düşün!.. Ayrıca İslam ülkelerinden alınmış diploma muadil olarak kabul edilmezken Amerika ve Avrupa'dan alınmış diplomaları öncelikle kabul edilmekte.Birazcık dikatle bak! Başında bulunan idarecilerin batılılara duydukları hayranlıkları ve onlara göstermiş oldukları ilgiyi ve sevgiyi bir müslüman ülkenin yönetim makamında olan zata gösterilmediğini çok açık bir şekilde göreceksin!. Enaçık ve bariz delili ile İngiltere kraliçesinin Türkiye'yi ziyareti sırasındaki gösterilen ilgidir.Şuna da dikkat et!. Seni yönetenler Allah ve Resulünün belirlemiş oldukları yol haritasına göre mi yürümek istiyorlar? yoksa Avrupa'lıların veya batılıların çizmiş oldukları yol haritasından mı yürümek istemekteler? Toplumdan bu soruya iki cevap gelir; biri mü'min ve muvvahidlerin sesidir bunlar zaten baştan beri onları rededenlerdir; ikinci ses ise cami cemaatından, Alim geçinenlerden ve tekkelerdan gelen sesdir ki, bunlar birden bire yapamazlar biraz sabr edin aceleci olmayın namazımızı kılıyoruz, orucumuzu da tutuyoruz hacc'ada gidiyoruz Allah'a şükredin diyerek müslümanları gayri islamı bir yönetimin bekçileri yapıyorlar; Ve uyuşturarak hizmet ettiriyorlar.

Şu ilim adamları, cami cemaatı ve tekkelerdeki şeyh efendiler Kur'an-i kerim'in 109. Süresi olan kafirun suresine kulak vererek iyice dinlesinler. Bu sure peygamberin ve ona inanan müslümanların çok sıkıntı yaşadıkları bir dönemde nazil olmuştur; Bu sıkıntılı ve hayati bir tehlikenin yüzdeyüz olduğu bir dönemde, oldukça calip bir teklif getiriyorlar müşrikler. Ya Muhammed (s.a.v.a) Bazen biz senin Rabinin emirlerini dinliyerek ona kulluk edelim, bazende sen bizim inandıklarımıza inan ve itaat et, müşriklerin bu isteği çok kritik bir dönemde yapılıyor ki müslümanlar işkenceler altında can veriyor. Böyle bir durum anlaşması gerekirken tam aksine imanın ve tevhidin sesinin yüksetilmesinin mesajı geliyor. "De ki: Ey kafirler! Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem" Diyerek teklif red ediliyor.

En ufak bir tavizin ve yumuşamanın fırsatı dahi beklenmeden kesin ve net bir tavır ortaya koyularak hakla batılı birbirinden ayırıyor. "Vela telbisülhakke bilbatıl". Hakkı batıla karıştırma! ferman ile iman küfrün her çeşidinden, tevhit şirkin bütününden ve hak batılın tamamından ayırt edilerek dinin sadece ve sadece Allah'a ait olduğunu ilan ederek hak cephesini teşkil ediyor. Din küfürden ve şirkten arındırılarak temizlenmedikçe kişi iman etmiş sayılamaz.

Neden? ayette müşrik yerine kafirler kelimesi kullanılmıştır? Sorusuna cevap ise, müşrikler den başka Hz. Peygamberin dinine inanmayan bütün gruplarıda kapsadığındandır. Kafirler "Hz. Muhammed'in elçiliğini inkar edenler ve getirdiği buyruklardan yüz çevirenler" demektir. Bırakın peygambere ve onun getirdiği ilahi dine yüzçevirenleri, bugün Hz. Peygambere hakaret edenleri görkemli bir şekilde karşılıyarak ağırlayanlar seni idare edenlerdir. En açık delili bugün Vatikan'ın başında olan "papa" dır.

Evet ayet devam ediyor "Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz" Böylece kafirlerinde yol haritasını belirliyor ve şöyle diyor sizlerde benim Rabbim olan Allah'ın emirlerini dinlemiyorsunuz;" Ben, sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim. Yani gelecekte de sizinle beraber olmayacağını ilan ederek ümmetine mesajını sunuyor, ve arkasından "Sizde benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz „ Fermanını okuyarak müminleri uyarıyor; Şunu bilin ki hiçbir zaman Hz. Peygamberin elçiliğini kabul etmeyenler sizlere dost olmayacaklar; öyle ise imanın size verdiği cesaretle şöyle haykırın "O halde sizin dininiz size benim dinim bana"

Hele vakti var biraz daha sabredin göreceksiniz diyenlere sorun? yıllar ve asırlardır sabredin diyorsunuz hergün bir yenisi eklenerek Hz. Peygamberin zatına ve getirdiğ dine hakaret edilmekte; İşte dostları olan amerika'da ve başbakanınızın bulunduğu bir dönemde Resul-i Ekrem'e basında hakaret edildiği gözler önüne serilmekte; Tabii basın özgürlüğü var diyecekler ama İsrail devleti hakkında en küçük bir eleştiride hemen devlet kurumlan ve bilhassa yargı hemen devreye girerek o şahsın hakkında soruşturma başlatır ve gereken cezayı vermekte geciktirme bile yapmazlar.

Aslında bir Amerikalı ile veya gayri islami olanlara çok görmemek gerekir; Çünkü bir millet kendi peygamberini küçültür dine hor bakarsa bir başkasının eleştirisine birşey söylemek hakkına sahip değildir. Zira müslümanım diyenler dinlerinin kendilerine emrettiklerini yapmamaktalar ve aynı zamanda ilahi şeriatın günümüzde uygulanmasını da istememektedirler. İlahi hükümlerin hiç bir hükmünü devlet yönetiminde veya ferdi hayatta göremezsin; Ancak adet olarak kılınan bir namaz, namazsız tutulan bir oruç, isim değiştirmek için rakabet edilen hacc ve umre, gayri islami olan yönetimin bekası için harıl harıl çalışan tekke ve camiler din adına dini vuran alimler var sahnede!

Her ne kadar müslümanların bazen hamasi duygularına basarak sokaklarda yürütülselerde neticede hakareti yapanın lehine sonuçlandığı görülmekte; örnek olarak Vatikan'ın başında bulunan papayı misal vere biliriz, peygambere hakaretten sonra Türkiye'ye gelen papa, devletin zirvesi tarafından büyük bir merasimle karşılandığını televizyonlar aracılığıyla tüm dünya insanına gösterdiler. Asıl derdimiz müslümanların, işlenen bu cinayeti görmeyişleridir. Dünyasının, midesinin ve zevkinin derdine düşmüş bir millete Allah merhamet etmez! Dünyevi çıkar ve menfaatları uğruna küfrün zilletinde kalmayı kendine şeref bilenleri kurtuluşa erdirmez! Allah, kendi dinlerine ve peygamberlerine yüz çevirenleri şöyle uyarır. "Kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır ve biz onu kıyamet gününde kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz." 20/124

Burada Kur'an-i Kerim çok geniş edebi bir tasvir yapıyor; Mahşeri bir sahada kurulmuş yüce divana her insan farklı sıfatlarla farklı görüntüler ile getirilmekte ifade masasına; Kör olarak getirilenlerin suçları okunur mahşeri sahrada; bunlar Allah'ı anmaktan gaflet edenler, ve Kelamullah olan Muhammed'ten ve onun tertemiz Ehl-i Beyt'inin yolundan ayrılanlardır diye suç duyurusu yapılacaktır o günde.

Öyle ise ümmet şuna dikkat etmelidir! İslam düşmanları, İslam ümmetini sömürebilmesi için önce onlara hayat veren ilahi kaynaktan onları uzaklaştırma plan ve projesini hazırlarlar. Ve onları hayat kaynağından ayırmak için onların can damarını din adına dindar görünümlü biriyle keserler. İşte ümmete hayat veren ilahi kaynaklardan biri olan ve Peygamberden sonra takip edilmesi emrolunan Ehl-i Beyt'le alakalı şu hadisi şerife zayıf hadis diyerek ümmeti can evinden vurmuşlar. Yarı canlı yaşamakta olan ümmet, köleleştirilmiş ve din adına dindar bir görünümle sömürülmektedir. Çünkü hırsızlar dinin kisvesine bürünmüş hırsızlığını gerçekleştirmekte; ümmetin görevi islamın kisvesi altındaki hırsızı tanımasıdır.

Ümmetin bugün kanayan yarasını tedavi edecek ve ona özgürlük ve saadet getirecek hadis-i şerif şudur: Resul-i Ekrem şöyle buyurur: "Ben size iki ağır emanet bırakıyorum, bu iki emanete sımsıkı sarılırsanız benden sonra asla dalalete (ayrılığa, esarete, ve zillete) düşmezsiniz; O ikisinden birincisi Allah'ın kelamı Kur'an-i Kerim ve İkincisi ise benim Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisi birbirinden asla ayrılmazlar ta kıyamette Havz-ı Kevser'in başında bana gelinceye kadar."

İslam ümmetinin ruhunun tağziyesi olan bu hadisi şerif, ümmete yabancılaşmış ve öyle yabancılaşmış ki ona Ehl-i Beyt'i nübüvvetten bahis edecek olursan! buda ne? bunu nerden çıkardınız? diyecek sana hayretle, ve tepki, gösterecektir; Bizler ecdadımızdan bu ana kadar böyle birşey duymadık diyecekler ve demekteler. Kendilerine hayat verecek olan Peygamberine ne kadar yabancılaştırılmışlar. Ve halen din sömürgecileri aynen tarihtekiler gibi dini dinle vurarak ümmeti gayri islami yönetimlere ve dine hıyanet eden zalim idarecilere hizmet ettirmekteler. Allah bu ümmete basiret ihsan etsin!. Ta din adına nasıl sömürüldüklerini ve zalim idarecilere din adına hizmet ettiklerini görebilsin!

 

Muhammed Avci



Yeni yorum ekle