İslam Ahlakı; İlkeler ve Gayeler (4)

Sa, 21/06/2022 - 21:05

Fıtri ve çevresel değerlendirme sistemi

Welayet News  -  Bir tahta parçasını tornalayarak çok güzel ve pahalı eşya üretirler. Şüphesiz hiç kimse bu sanata karşı hayranlığını gizleyemez.

 Ama eğer o tahta parçasının pozisyonunda oturursak, durumdan memnun olabilir miyiz? Olmayız, çünkü ahşap canlı bir şeydi ve büyümesini ve gelişmesini sürdürecek olsaydı, geleceği bu olmazdı. Burada bir zorlukla karşı karşıyayız; o ahşab gerçekten ilerleme kaydetmiştir ancak aynı zamanda elde ettiği şeyin ahşabın ömrünün devamı olduğu söylenemez. O halde şimdi bu olayı "değerli" mi yoksa "değersiz" olarak mı değerlendireceğiz?

Bahçıvanın da fidanların hayatında bir dahli vardır. Onun maksadına ulaşması için her bitkinin gereksinimlerini, ihtiyaçlarını, yeteneklerini ve koşullarını göz önünde bulundurması gerekir. Biri çok ışık ister, diğeri biraz ister, biri çok su ister, diğeri az ister, biri serin hava ister, diğeri sıcak hava ister, biri açık ortam ister, diğeri istemez...Aslında bahçıvan her bir çiçeğin sohbetini dinlemek için kulak kabartır ve  "Ne istiyorsun?" diye kendisine sorar.

Tornacının işi "endüstri" iken, bahçıvanın işi ise "eğitim"dir. İkisi arasında birçok fark var. Endüstride istediğimizi yapmak söz konusudur. Fidanı öldürüp üzerinde istediğimiz kesişleri yaparız, doğasıyla uyuşmayan maddeleri ona süreriz vs... İstediğimiz bir şey olsun diye. Tabii ki, aynı zamanda güzeldir de. Ama "eğitim" söz konusu olduğunda, tamamen farklı bir konumumuz var. Bahçıvanın da işi için bir amacı vardır, ancak bahçıvanın amacı çiçeğin amacı ile aynıdır. Bahçıvan çiçeklerin açmasını ister. Bu nahif fidanın kalbinde bir dizi yetenekler vardır. Eğer fırsat ve yardım bulursa onları gösterip yüz çeşit harikalar yaratacaktır. Zanaatkarın yaratıcı düşüncesinin çıkış noktası o fidanın yapısının dışındadır, o noktadan başlar ve ahşaba ulaşır, sahip olduğu zevk ve düşünce gücü ile onun için başka bir durum ve şekil beğenir ve hünerli elleri ile ona o şekli verir. Ancak bahçıvan, fidanın doğasının merkezinden, yetenek ve kabiliyetlerinin kalbinden başlar ve doğasının tanımladığı ideal bir noktaya doğru adım atar ve asıl arzusu fidanın gelişmesi ve varoluşsal genleşmesidir. Marangoz ve zanaatkar, sanatını ahşabın yüzeyine dökerken, bahçıvan ahşapta yatan hüneri açığa çıkarır. Tornacı veya marangoz yaratırken, bahçıvan yetiştirir. Marangoz kendi sözünü söyler ama bahçıvan gülün sözünü bize ulaştırır. Bu ikisinden hangisi "değerli" veya "daha değerli"dir?

Değer vermek, bir şeyin fiyatını belirlemek ve iyi ya da kötü olup olmadığını belirlemek anlamına gelir. Herhangi bir şeyin değerini ölçmek kriterler gerektirdiğinden değerleme sisteminden bahsedebiliriz. Bu sistematik kriterlerin nereden elde edilmesi gerektiği sorulabilir. Sunulan örnekle ilgili olarak soruyoruz: Marangoz ile bahçıvanın işi hakkında değersel bir yargılamada bulunmak için nerede durmalı ve hangi sisteme göre bir yargılamada bulunalım? Fidanın kalbinin içinden mi yoksa dışından mı hareket edelim?

Dışarıdan bakarsak fidanı çubuk veya tahta olarak görürüz ve yetenekleriyle hiç alakamız yoktur. Arzu edilen geleceği, zanaatkarın yaratıcı zihni ve yetenekli elleri tarafından belirlenir. O ahşabın kalbinden bir şahsın heykelini çıkarmamız gerektiğini varsayalım, bu durumda o fidanın boy atması ve büyümesi, bahçıvan için başarılı ve olağanüstü olsa bile bize çekici gelmeyecektir. Ama içeriden bakarsak sadece fidanın ne kadar büyüyüp yaprak ve meyve verebileceğini göstermesi değerlidir. Bu iki bakış arasındaki fark bize iki değer sistemi verir. Biri çevresel değerlendirme sistemi, diğeri ise organizmal veya fıtri değerlendirme sistemi olarak adlandırılabilir.

İnsan hayatında da böyledir. İnsan dünyaya gözlerini açtıktan sonra yavaş yavaş kendisini çevreleyen değerler sistemiyle tanışır; etrafındakiler arasında bazı şeyler iyi, bazı şeyler de kötü olarak kabul edilir. İnsan, dili öğrendiği gibi bu değerler sistemini de öğrenir ve çevre ile etkileşimde kullanır.

Çocuğun doğası gereği kendine göre bir takım beğenileri ve seçimleri vardır, ki kendi başına bir değer sistemini teşkil eder ve çoğu zaman çevrenin değersel sistemi ile de uyuşmayabilir. Örneğin, bir çocuk için olumlu organizmal değeri olan davranışlardan biri çamurla oynamaktır. Çocuk toprakla oynadığında fiiliyatı ve anlamı hisseder. Ancak anne davranışına katılmayabilir ve onu suçlayabilir.

Çocuk, doğal bir aktivite olarak deneyimlediği çamurla oynamanın, annenin değerleriyle ciddi şekilde çelişen ve anne sevgisini ve olumlu ilgisini kaybetmesine neden olan bir şey olduğunu öğrenir. Çoğu durumda, çoçuk toprakla oynamayı terk eder, organizmal değeri bırakır ve annenin ilgisini seçer. 

Kuşkusuz her toplumun kendine özgü bir değerler sistemi vardır. Hatta her aile kendisi için bir değerler sistemini oluşturur. Ki bu değerler sistemi bazen toplumun değerler sistemi ile uyuşmaz ve çocuğu toplumla çatışmaya sokar; çocuk bir yandan doğal sisteminden uzaklaşmış, diğer yandan çelişkili bir çevre sistemine davet edilmiştir.

Doğalcı ve kültürelci eğitim

    Bu değerler sisteminin arındırılmış olmayan bir toplumdan gelmesi dikkat çekicidir. İnsanlar, genellikle cehaletler, kompleksler ve kindarlıklar ile karışmış olan küçük ve bazen yanlış olan arzularını ve beğenilerini bir takım ideal şeyler kalıbında düzenleyip kültüre dönüştürmüştür. Bu dağınık ortama zenginlerin ve güçlülerin arzularını da eklersek, zorluk daha da artar. Mal ve mülk, toplumda değerin kaynağı haline gelir.

Bu nedenle, antik çağlardan beri insan eğitiminde iki eğilim öne sürülmüştür. Biri natüralist/doğalcı eğitim, diğeri ise kültürelci eğitimdir. Natüralist eğitimin takipçileri, bir kişinin hayatında ve vicdanında olması gereken değişiklikleri değerlendirmenin ve belirlemenin kaynağını, onun doğal tercihleri olarak görürken, kültürelci eğitimin takipçileri, kendi antropolojik ilkeleri nedeniyle böyle bir değer sistemine inanmamış ve kültürü eğitim kararlarının ana kaynağını olarak biliyorlardı. Kültürelci yaklaşımı savunanlara göre, çocuk eğitiminde onun vatandaşlık yönüne vurgu yapılmalı ve uyumlu bir vatandaş olarak yetiştirilmesi gerekir. Böyle bir insan kendisine ve topluma faydalı olacaktır.

Psikoloji okulları arasında hümanistler, naturalist eğitimin ciddi savunucuları olarak kabul edilmelidir. Bilimsel psikolojinin üçüncü dalgası olarak hümanizmin yaklaşımı, psikanaliz ve davranışçılığın iki yaklaşımından ciddi şekilde farklıydı ve insana bakış açısında ciddi değişikliklere neden oldu. Bu okulda, insanın bilimsel öngörü ve kontrolü yerine, empati, anlayış ve özgürlük getirilerek, onun dünyasının farkındalığını artırmada daha başarılı olması, daha iyi seçimler yapması ve hayatı şekillendirmesi sağlanır. Temel amaç, insanın kendini gerçekleştirmesi ve özünün çiçek açmasıdır. Bu nedenle hümanist psikoloji, organizmal değer sisteminin sıkı bir takipçisidir ve bu değer sisteminin yeniden canlandırılmasına özel önem verir.

Hümanist psikologlara göre, ne istediğimizi ve ne istemediğimizi, bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiğimiz bir halde hayata başlarız. Diğer bir deyişle, bebeklerde organizmik değerlendirme süreci çok verimli ve doğru bir temele dayalıdır. Bebeğin değerleri çok net, istedikleri ve istemedikleri de çok nettir. "Organizmanın çiçeklenmesi"nin korunmasına ve gelişmesine katkıda bulunan deneyimlere öncelik verilir ve organizmanın gelişmesine katkıda bulunmayan deneyimler reddedilir. Değerlendirme ölçütü de organizmanın ve "benliğin" gelişmesinden başka bir şey değildir.

Birçoğumuz buluğ çağına girmekle birlikte organizmal değerlendirme süreci ile temasımızı kayberiz. Değerlerimiz konusunda katı, onlara karşı güvensiz ve memnuniyetsiz hale gelir ve hayatı çoğu zaman verimsiz, endişeli ve savunmacı bir şekilde yaşarız. Kısacası, başkalarının değerlerini içselleştirmek, bizi kendimize ait organizmal değerlendirme sürecine karşı yabancılaştırır. 

İslami öğretiler de insanın yapısına olumlu bakarak natüralist eğitimden yanadır. Tabii ki, insan doğasını derinden anlayarak, bu kabiliyetli yapının çiçek açması için uygun yöntemler kullanarak. Ki diğer teorilerden göz kamaştırıcı farklılıkları vardır.  

Karar verme ve tercihler sistemi

    Tüm insanlar düşünürdür; yani, düşünürler ve bir şeye varırlar, ancak mantıklı, disiplinli, metodik ve belirli ilkelere dayalı olarak düşünen çok az insan bulunabilir. Mantıksal düşünme becerileri de dahil olmak üzere tüm beceriler, bir tür zihinsel veya psiko-fiziksel güç olarak kabul edilir ve bu nedenle eğitim ve temrine ihtiyaç duyar.

Tüm insanlar hayatlarında davranış anlamına gelen "seyr"e sahiptir, ancak hepsi üslup, olgu, model ve müşahhas yöntem anlamına gelen "sire"ye sahip değildir. Kararları daha ziyade zevk ve duygulara dayanır. Kendilerini de şaşkın ve gergin hissederler ve sabit ve müşahhas bir şahsiyetin hayalini kurabilirler. Hayat siresi (tarzı), karar verme mantığının dakik bir yansımasıdır. Belirli bir sireye sahip olan bir kişinin, hayatının çeşitli ve sayısız konularında karar verme konusunda kesinlikle özel bir mantığı vardır.

İnsanın kararlarının, çevresel değerlerden güçlü bir şekilde etkilenen, çok dalgalı duygulara ve ruh hallerine tabi olması hiç de arzu edilen bir şey değildir. Sağlam ve savunulabilir bir sistem aramamız gerekiyor.

Vabisa ibn Ma'bad adında bir adam, Resûl-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna geldi ve "Bir sorum var" dedi. Peygamber (s.a.a), "Cevabını duymak ister misin?" dedi. Evet dedi. Peygamber (s.a.a), “İyiliğin, günahın ve çirkinliğin manasını sormak için mi bana geldin?” dedi. Cevap verdi: Evet, bu benim sorum. Peygamber elini göğsüne koydu ve şöyle buyurdu:

Ey Vabisa! İyilik, ruhuna ve kalbine itminan, huzur ve güven verendir. Günah ise içini kemiren ve kalbinde şüphe uyandıran şeydir. (Gerçekçi görüşü kalbine sor) başkaları aksi yönde nice fetvalar sana verse bile.

Ruhunuzun daralmasına, perişanlığına ve tutulmasına neden bir düşünce kalbinize girerse, bilin ki o şeytani ve zararlıdır. İçinizden bir şey geçerse ve kalbinizde bir tür ferahlık, açılım ve rahatlama meydana getirirse, bilin ki o ilahidir ve gelişmenize sebep olur. İnsan doğası ve fıtratı iyi olma eğilimindedir. Ne kirliliğe ve çirkinliğe meyyaldır ne de kayıtsızdır. Dolayısıyla selim bir kalp, her zaman insanın fetvalarının kaynağıdır ve bu mesned üzerinde oturduğu sürece mutluluğa giden yolu gösterir. Ancak bu seviyeden al aşağı edilip hava ve hevesin esaretine girerse sapıklık yaratır. İnsanın bir tabiatı, bir de fıtratı vardır. İnsan tabiatı tenperver ve hedonisttir ve fıtratı ise hakperest ve adaletten yanadır. Kim kendi fıtratını tabiatına galip kılar ve nefsin arzularına karşı mücadele ederse, kendi nefsinin maliki olur, yoksa nefsine yenik düşer ve karanlık tabiatının tutsağı olur. İmam Ali'nin (a.s) buyurduğu gibi, nice akıllar hava ve hevesin esiri olmuştur.

Temiz fıtrat ve selim kalp, zehirli bir gıda ile ilk karşılaşmasında onu doğal olarak reddeden ve geri püskürten sağlıklı bir sindirim sistemine benzetilebilir. İnsan çocuğu da ilk defa yalan söylerse salim fıtratının tepkisiyle karşılaşır. Kızarma, kekemelik ve terleme fıtrata ters olan bu çirkinliği gösterir.

Bu değer sistemine duru bir kalple erişilebilir. Deruni ve içsel arınmaya önem vererek iyiyi ve kötüyü, çirkini ve güzeli keşfetmek mümkündür. “Ey inananlar, Allah'tan çekinirseniz hayırla şerri ayırt etme kabiliyetini verir size” (Enfal/29)

Son olarak şu noktayı belirtmek gerekir ki, bu karar verme ve tercih etme yöntemi, bilinen hiçbir ölçütün ve açık kriterlerin olmadığı yerde geçerlidir, ama eğer kesin olan şer’i veya akli bir ölçü varsa ona göre amel edilmelidir.  

 

Çeviri: Mehmet Gönül 

Welayetnews

 



Yeni yorum ekle