İslam Ahlakı; İlkeler ve Gayeler (2)

Sa, 07/06/2022 - 20:49

Antropoloji

Welayet News  - Ahlaki terbiye, bir tür değişim ve dönüşüm yaratmak ve ahlaki bir insan yetiştirmek anlamına geldiğinden, bahislere girmeden önce ahlaki insanın simasının malum olması gerekir. Ahlaki bir insanın özelliklerini ve değerlerini bilmeden, ona doğru hareket etmeyi planlayamazsınız. Ahlaki kimlik ve kişilik, ahlaki rüşt sürecinde geliştirilmesi gereken çeşitli bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenlerin bir kombinasyonunun sonucudur.

İnsanın yapısı

1914 ve 1945 yılları arasında Avrupa merkezli iki büyük dünya savaşı yaşandı. Bu iki büyük felakette milyonlarca insan öldü. Bu vahşi yaşamın heyecanı, iki nükleer bombanın patlamasıyla –ki tek başına yaklaşık iki yüz bin kurbanın canına mal oldu –yatıştı. Kırk yıldan fazla süren endişe ve ızdırap hali dünyayı kasıp kavurmuştu. O dönemde insanın kan dökücü yüzü iyice açığa çıkmış, şaşkınlık ve soru işaretleri uyandırmıştı. Bunun neticesinde insan doğası üzerine tartışmalar yeni bir canlılık kazandı. O koşullar altında, insanı kötü tabiatlı ve şeytani bir doğaya sahip bir varlık olarak ileri süren teorinin inkarı  pek kolay değildi.

İnsan doğasına dair tartışmanın uzun bir geçmişi vardır ve antropolojinin en önemli konusu olarak kabul edilebilir. İnsan doğasının çeşitli tanımları yapılmış ve farklı tutumlar alınmıştır. Bazıları insan için tek bir tabiatın varlığını inkar ederken, bazıları ise insan tabiatını inkar etmeksizin, onu tanımlamanın imkansız olduğunu düşünmüştür. Fakat insan için tek bir tabiata inananlar, insanın özünde iyi siretli mi yoksa kötü siretli mi olduğu sorusuyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu sorunun, "ahlaki antropoloji" için özel bir önemi vardır. Ahlak, insanın müspet anlamda değişim ve dönüşümünü amaç edinir. İnsanı şeytani sirete sahip bir varlık olarak düşünürsek, onu ahlaki olarak eğitme motivasyonunu kaybederiz ya da en azından ahlaki eğitimi insanın doğasıyla bir tür çatışma olarak görürüz.

İslam'ın insana özel bir bakışı vardır. Evvela, İslam'ın antropolojik maarifinin en önemli dayanaklarından biri olan fıtrat teorisi, tarih boyunca insanın tek bir doğaya sahip olduğunu vurgular. Saniyen, İslam nasıl ki evrene –dünyada iyilik ve kötülük çatışmasında iyiliğin galip gelmesi anlamında) olumlu bakıyorsa, insan yapısını da idrak kapasitelerinin ve iyiye eğilimin etkisi altında ve dolayısıyla olumlu olarak değerlendirir.

 Hatırlayalım, bir zamanlar Alemlerin Rabbi Yüce Allah meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Melekler de O’na: "Orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın? (Eğer insanı yaratmaktan kasıt ibadet ise) Biz zaten Seni överek tesbih ve takdis ediyoruz” yanıtını vermişlerdi. Alemlerin Rabbi ise "Ben sizin (onun hakkında) bilmediğiniz hakikatleri biliyorum" buyurmuştu. (Bakara Süresi: 30)

 O ilahi mahfilde de insanın yapısı söz konusu olmuştu. Görünen o ki, melekler insanın mayasında sadece onun kanlı yüzünü görüyorlardı. İnsanın, Rabbinin nazarında ise bunu aşan, daha geniş boyutlar vardı. Allah, aslında, "insan yapısı"nın yüzeysel bakışla elde edilemeyeceğini söylemek istemiştir.  Allah, insanı halifesi olarak istemiş ve nitelendirmiştir.

İnsan varoluşunun aşkın yapısı

 Belki de her birimiz, gevşeklik veya tembellik nedeniyle hayatımızda birçok kez ahdimizi ve kararımızı bozmuşuzdur. Şüphesiz ondan sonra her defasında kendimizi suçlayıp kınamışızdır. Bu durumlarda karar alan da kararı ihlal eden de ve kendisini kınayan da kendimizden başka kimse değildir. Bu çelişkili durumu insan varoluşunda bir tür ikiliği kabul etmenin ışığında açıklamak dışında mümkün değildir. Biri bir eylemde bulunurken diğeri ondan iğrendiğini ifade ediyor.

Nefsin boyutları ve yetileri

İnsan ruhu, ihtiyaçlarını karşılamak için bedeni kullanan melekuti bir cevherdir. Kimi zaman insan için kullanılan “akıl”, “nefs” ve “kalp” gibi ifadelerin de tamamı farklı açılardan aynı ruha verilen adlardır.

İnsan nefsinin dört kapasitesi veya asli yetisi vardır: Melek sıfatlı olarak tanımladıkları aklani yeti; yırtıcı olarak tanımladıkları gadab (defetme) yetisi; hayvani güç olarak tanımladıkları şehvet (cezbetme) yetisi; şeytani güç olarak tanımladıkları vehim yetisi. İnsan doğal olarak büyümeye başladığından itibaren bu dört yetiye sahiptir.

Aklani yetinin –akli gücün – işlevi, şeylerin gerçeklerinin algılanması ve iyi ile kötünün ayırt edilmesidir. Aklın gücü, ruh diyarında itidalı meydana getirme ve herhangi bir gücün tuğyan etmesi ve sınırları aşmasına engel olmayı, gadap yetisini şehvet yetisine hakim kılmayı, onun hiddet ve azgınlığını dizginlemeyi ve şeytani tuzağı etkili basireti ve açık görüşlü nuraniyeti ile ortaya çıkarıp reddetmeyi amaçlar.

Vahime yetisi veya şeytani yeti ise, nefsin şehvet ve öfke yetilerinin arzularına ulaşması için pratik bir çözüm, çare ve hileyi sağlamaya çalışır. Yalan söylemek ve hilekarlık da bu yeti ve güç vasıtası ile insan için mümkün hale gelir.

Nefs-i behimi (hayvani nefs) dedikleri şehvet gücü veya şehevi yeti ise, isteklerin, faydaların ve haz verici şeylerin cezbedilmesinin mebdei ve kaynağıdır. Şehvet yetisinden, oburluk ve cinsel doyum gibi hayvansal faaliyetler dışında hiçbir şey çıkmaz. Şehvet yetisinin faydası, bireysel ve insan türünün hayatının muhafazası ve devam etmesindedir.

“Nefs-i sebui” veya “yırtıcı nefs” dedikleri öfke yetisi veya kuvve-i gadabiye ise, kin, düşmanlık ve azar’u eziyet gibi yırtıcı fiillerin ortaya çıkmasına neden olur. Elbette kuvve-i gadabiye, hayatın ve insanın gelişme yolundaki engelleri ve zararlı şeyleri def edip kaldırmanın yanı sıra, şehevi ve şeytani yetilerin aşırılığını da dizginleyebilir ve bu yetilerin azgınlık ve hilekarlıkta ısrar etmeye yeltenmesi durumunda onları kontrol altına alabilir. Zira bu iki yeti, kolayca akla boyun eğmezken öfke yetisine suhuletle boyun eğerler ve onun vesilesi ile edeplenerek hizaya gelirler.

Bu dört yeti, insanın yaşına göre bir takım değişimlere uğrarlar. İnsan doğal olarak büyüdükçe bu yetiler onda daha yetkin hale gelir. Hikmet ehli Müslüman bilgeler (hükema), insanın doğal rüşt sürecinde nasıl ki şehevi yetisi öfke yetisinden ve öfke yetisi de akıl yetisinden daha aktif oluyorsa, terbiye ve eğitim sürecinde de şehevi yetinin terbiyesini öfke yetisinin ve öfke yetisinin terbiyesini de aklı yetisinin önüne geçirmek gerektiğini söylemişlerdir.

Hükemaya göre, bütün insani faziletler şu dört fazilette toplanabilir: hikmet, cesaret, iffet ve adalet. Zira bu dört fazilet, mezkur dört yetiden her birinin ta’dil edilmesi veya itidallı duruma getirilmesi ve ifrat ile tefrit düzeyinden çıkarılması ile hasıl olur. Buna göre hikmet, teorik yetinin itidallı duruma gelmesi ve arınmışlığından; cesaret, öfke yetisinin itidalı ve arınmışlığından; ve iffet, şehevi yetinin itidalı ve arınmışlığından ibarettir. Yetilerden birinin itidal dairesinden çıkması, ifrat veya tefrit haline meyletmesi demektir. Bu nedenle, temel reziletler sekiz tanedir. İffet, iki aşırı uç olan açgözlülük (ifrat hali) ile sönüklük/donukluk (tefrit hali) arasında yer alır. Cesaret, tedbirsizlik ile korku arasındaki itidal sınırıdır. Hikmet, hilekarlık ile aptallık arasındaki vasat sınırdır. Zulmetme ve zulmü kabullenme arasındaki adalet ise, her üç yetinin yani akıl yetisi, öfke yetisi ve şehvet yetisi arasında itidalin hakim olmasıyla gerçekleşir.

Aslında vahime, şeheviye ve gadabiye yetilerinin itidal ve dengeye kavuşması, aklın onlara hakim olması demektir. Akıl eğer bu yetilere hakim olup onları yönetirse bu yetilerin her biri itidallı duruma kavuşur ve beden yurdunda adalet zuhur eder. İnsanın varoluşunda adaletin zuhuru, bütün faziletlerin zuhuruna eşittir. Ancak onlara galip gelmezse, bu durumda onlar akla galip gelir ve aklı hizmetine sokarlar. Böyle bir durumda insanın iç yüzü (batıni sureti) hayvana dönüşür.

İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Allah meleği sadece akıldan yarattı ve ona öfke ve şehvet vermedi. Hayvanlara öfke ve şehvet verdi ama akıl vermedi. İnsana ise tüm bunları vererek onurlandırdı. Bu durumda eğer insanın şehvet ve öfkesi aklına muti olursa meleklerden üstün olur. Zira arada engel olmasına rağmen bu mertebeye nail olmuştur. Oysa melekler için bir engel söz konusu değildir.”

Kuran ve hadislerde insan için üç tür nefsten söz edilmiştir: nefs-i mutmainne (huzurlu nefs), nefs-i levvame (kınayıcı nefs) ve nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefs). Adeta, her insan kendi iç dünyasında üç nefisten oluşmaktadır. Elbette bu üç vasıf, nefsin hallerinin farklılığına binaen ona ıtlak olunmuştur. Diğer bir deyişle, eğer akıl yetisi diğer üç yetiye karşı galip gelir ve onları kendine muti kılarsa, akli irade ve yetkin itidalin cari olmasıyla birlikte insani varoluşta sükunet ve huzur meydana gelir. Böyle bir durumda, insan nefsine, “mutmainne” denir. Eğer akıl yetisi galip gelmez ve keşmekeş ve savunma pozisyonunda olursa, bu durumda günahların işlenmesi nedeniyle akıl akim/başarısız kalırsa ve ardından melamet ve pişmanlık duygusu oluşursa, bu duyguyu yaşayan nefse, “levvame” adı verilir. Akıl yetisi savunmaksızın teslip olup mağlup olduğu durumda ise nefse, “emmare bissui/kötülüğü emreden/kötülüğü dikte eden” denir. Zira akıl yetisi yitirilip savunmaksızın şeytani yetilere boyun eğildiği zaman geride sadece şehvetperestlik ile yırcılığın kör ve dizginlenemez iradesi kalıyor.

Çeviri: Mehmet Gönül

Welayet News 

 

           

Tags: 


Yeni yorum ekle