Selefiliğin Teorik Eleştirisi

Pt, 20/02/2017 - 14:33

Selefiliğin Teorik Eleştirisi

Selefi hareketlerin yükselişi

Ortadoğu'da son yıllarda en etkili dini hareketlerden biri Selefi hareketidir.

Özelikle Selefiler Afganistan'ın Sovyetler'le savaşında çok geniş bir kitleyi  cihad (!) için örgütlendirmekle müslüman halklar arasında kök saldılar. Siyasi Selefiliğ'in en belirgin özeliklerinden biri bir ulusa ve ülkeye münhasır ve bağlı olmayışlarıdır. Afganistan ve Sovyetler savaşında da Afganistan halklarının meşru direnişinin yanında çok uluslu bir cephede Taliban adı altında Selefiler'den oluşmuştu. Hem müslüman devletlerden hem Amerika'dan maddi ve siyasi yardım alan Selefiler kısa bir zamanda güç ve ün kazandılar. Soveytler'in dağılması ve savaşın sona ermesiyle Taliban ile  Afganistan halkları arasında çatışmalar ve iç savaşlar başladı. Dış düşmana karşı beraberliklerini kabul eden yerli halklar Taliban'ın onlara egemen olmasını istemiyorlardı. Selefi hareketler kendilerini tanımlarken bir ana şiara başvururlar. Bu şiar onların sadece mücadelelerini değil baskılarınıda meşrulaştırır: "Şeriat'ı uyuglamak"

Dün Afganistan’da bugün Irak ve Suriye’de iktidara talip olan Selefiler hiç bir savaş hukuku tanımadan ilerlemektedirler. Selefi hareketleri kendi içlerinde farklı gruplara bölünürler ama onları birleştiren bir dini ilke vardır. Biz bu yazımızda bu dini ilkelerinin yanlışlığını değerlendireceğiz ve kısaca Selefiler'in farklı gruplarını üç ana konu üzerinden sınıflandıracağız.

Son zamanlarda meydan savaşında Selefi fırkalarından olan IŞİD’e karşı  Rojava'da onurlu ve haklı direniş veren Kürt halkına zafer diliyoruz. Ayrıca Suriye’de onları yenilgiye uğratan ve varlıklarını tehlikeye atan Hizbullah'ı ve Hizbullah lideri Hasan Nasrullah'ı selamlıyoruz.

Selefiler'in Dini Ölçütü

Selefilik din algısı, İslam dininin Sahabe döneminde anlaşıldığı ve uygulandığı  gibi anlaşılması ve yaşanılması gerektiğini söyler.

Dinin yolu zamanımızda ve her zamanda  Selef-i Salih'i her yönden taklid etmek ve tekrarlamaktır.

Bu ilkeyle din anlayışlarının şu özelikleri vardır:

1. Din yorumlanmaz / tefsir edilemez;

Çünkü her tefsir ve yorum zamanın ve mekanın şartlarına bağlıdır ve eğer din her çağın ve toplumun düşünsel yapısı ve kültür rengi içinde yorumlanır ve tefsir edilirse öz kaynağından çok farklı bir şeye dönüşür.

Dolayısıyla Sahabe dönemini esas almak doğrudur, çünkü ilk nesil müslümanlar  bir başka düşünce ve kültürden etkilenmemişti.

2. Dinin ve Kur’an metninin zahiri esas alınmalı, çünkü nesnel olarak sabit olan lafız ve zahirdir, batini ve felsefi tefsirler ve mana etmeler, Sahabe döneminde olmadığı gibi sabit bir ölçütü yoktur, dolayısıyla bu anlayışları Peygamber'in Sünneti'yle ve Sahabe'nin uygulamasıyla değerlendirmek sadece öznel ve izafidir.

Eleştiri:

a. Dini ilk çağlar gibi uygulamak için toplumsal yaşam şartları aynı kalması gerekir ki bu insan tarihinin tekamülü ve sürekli değişimine karşıdır. Her çağın Sahabe döneminde düşünülmesi mümkün olmayan yeni özellikleri ve sorunları vardır. Yeni ekonomik ve siyasal yaşama dini yanıtlar arayan, Sünnet'te ve Sahabe zamanında bulamaz. Ayrıca Sahabenin din anlayışı saf İslam olduğu söylenemez, çünkü başta Hicaz Arap kültürü içinde doğan İslam o çağın ve toplumun unsurlarını kaçınılmaz olarak sahiplenmiştir. Başta arapça dili olmayla, o toplumun giyimi, çalışma koşulları, aile yapısı vb. İslam dini tarafından içerilmiştir.

b. İslam dini hiç bir kültürü redd etmez ve yok saymaz ancak kültürleri ayıklar ve ilkelerle ıslah eder. Dolayısıyla nasıl Peygamber Efendimiz'in zamanında o zamanın toplumları İslam'ı kabul etmeyle kendi kültürlerini dinin ilkeleriyle ıslah etmeleri gerekiyorduysa bizim zamanımız içinde aynıdır. Her toplum her çağda İlahi ilkelerle kendi kültürünü ıslah etmeli. Sonucunda dinin formu ve rengi her toplumda değişir ama ilkelerde birlik olanaklıdır. Selefiler'in Sahabe'yi saf İslam bilmeleri yanlış olduğu gibi İslam'ın farklı kültür renklerinin almasınıda onaylamamaları yanlış ve olanaksızdır.

Kur’an sureleri ve ayetlerininde şeni nüzulü vardır yani toplumsal bir gerçekliğe tekabül ederler, ayetlerin evrenselliği ancak ayetlerin batini yani her zaman için geçerli olabilecek anlamını bulmakla mümkün olur.

Ek:

Bu ilke ve eleştirisinden yola çıkarak Selefiliğ'in İslam ülkelerinde hangi sınıflar ve toplum grupları tarafından kabul edildiği açıklanır. Toplumun gelişimi ve değişiminden uzak kalmış yada tard edilmişler bu fırkaya cezb edilmeleri ekonomik ve sosyal mahrumiyete dayanır. Selefilik anlayışı yaşamlarıyla zıt olmadığı gibi onları toplumları ve devletlerine karşı çıkmada haklı eder. Bizim eleştirimiz özellikle toplumun yeni zamanlarda kendine bir gerçeklik var edebilen taraf adına geçerlidir.

Sorularla Eleştiriler:

Selefi din anlayışı kendi içinde bir çok tezat taşır, bu tezat ve tutarsızlığı sorularla belirleyelim:

Selefiler diyorlar ki:

Sahabe ve Tabiin'in yolunu takip etmek gerekir. Zira onların fikir ve pratikleri hak ve batılın ölçüsüdür. Dolayısıyla bu yolun dışındaki bütün yollar Bid'at yoludur.

1. Selefiler'in "Bid'at Ehli" saydıkları bütün fırkalar, yine Sahabe ve Tabiin döneminde ortaya çıkmıştır; örneğin Havaric, Mürcie, Mutezile, Kaderiyye, Ehl-i Re'y vs... Peki kimdir Selef-i Salih?

2. Peygamberimiz'in mübarek naaşı henüz yerdeyken başlayan itikadi, siyasi ve fıkhi çekişmelerde, Sünnet ehliyle Bid'at ehlini hangi ölçüye göre birbirinden ayırabiliriz?

3. Selef-i Salih derken kimler kast ediliyor? Örneğin, Ebuzer (r.a) o zümreden midir? Madem öyle, onu sürgüne gönderenler hangi zümredendir? Ammar (r.a) o zümreden midir? Madem öyle, onu katledenler hangi zümredendir?

4. Müslümanlar arasındaki en büyük kavga ve savaşlar sahabe döneminde yaşanmıştır. Yani hem katil hem de maktul Sahabe'dendir. Örneğin, Üçüncü Halife ve onu katleden ve katline sebep olanlarla ilgili hüküm nedir? Hangisinin yoluna tabi olmak gerekir?

5. "Selef-i Salih" derken, aynı zamanda "Salih olmayan selefin" varlığını da kabul edilmiş olur. Peki, bu ""Salih olmayan selefi" de tanımamız gerekmiyor mu? Örneğin, Peygamberimiz'in Ehl-i Beyti'ne envaı zulmü reva gören ve kanlarını mübah bilen Muaviye ve avanı ve onları destekleyen, aklayan ve saygı duyan Sahabe, Muhaddisler, Fakihler ve taklitçileri hangi zümredendir?

6. Madem ilk asırlarda yaşayan herkes "Selef-i Salih" Peygamber'in Ehl-i Beyti'de bu zümreden sayılmalıdır. Peki, niçin onların bıraktıkları itikadi, ahlaki ve fıkhi mirası sahiplenilmiyor? Yada bu mirası inanç ve amellerinin kaynağı sayan Şia'ya düşmanlık nasıl açıklanır?   (İsmail Avci)

Tüm bu soruları yanıtlamak ancak akla başvurmayla mümkündür. Salih selefle salih olmayanı, sahih hadisle sahih olamayanı birbirinden ayrımak selefin tümüne  ve hadisin bütününe başvurmayla yapılması kendi içinde bir çıkmaz ve tezattır. Ama eğer akli ilkelere ve usule göre yapılırsa salih olan salih olmayandan ve sahih olan sahih olmayandan ayrılır.

Selefilik siyasi alanda açıkca Şia'yı ve Aleviliğ'i düşman ilan etsede Ehl-i Sünnet'le de örtüşmemektedir. Yukardaki eleştirimiz ve vurguladığımız usul ilkesini muasır Sünni alim merhum Ramazan Buti’den okuyalım:

Ramazan Buti Selefiye kitabında Selefi anlayışını kapsamlı bir şeklide incelemiş ve yanlışlamıştır. Selefiliğ'in Sünni usulüne de aykırı olduğunu beyan etmiştir. Alttaki satırlar Buti’nin "Selefiye" kitabından alıntıdır:

’’Onlara(Sahabe'ye) tabi olmamızı gerekli ve vacip kılan bu husus (Peygamber'in bu yönde hadisi), salt Allah’ın Kitabı ve Resulallah’ın (s.a.a.) Sünneti'ne tabi olmakla gerçekleşmez; Selef-i Salih'înin Kitab ve Sünnet'i anlamak için uyguladıkları metoda uymakla ancak gerçekleşir.

Selefe uymak, onların her konuştuklarına veya her yaptıklarına harfiyyen uymak değildir. Çünkü onlar kendileri de bunu yapmamışlar. Onlara uyma nasslara, getirdikleri yorum ilkelerine, içtihat esaslarına, genel hüküm ve prensiplere uymakla olur. 

Bu kural ve esaslara uymak, onlardan sonra gelen bütün Müslümanlar'a vaciptir.’’

Göründüğü gibi Buti ve bir çok alim nass ve Sünnet'e yaklaşımları yorum ilkelerine ve usule dayanır. Böylelikle Selefiliğ'in dini ölçütleri olan ayetin ve amelin zahirini birebir taklit etmeden ayrılırlar.

Usula hakim olan salih alimler her dönemde yaşanılan koşullara bağlı olarak dini hükümler ve kararlar alabilirler.Örneğin siyasi alanda Selefiler'e karşı her çağda Hilafet'in ihyası gerektiğini düşünmezler. Çağın ve toplumun kazanımları ve gelişmişliğini değerlendirerek dini ilkelerin yeni siyasi yapılarda korunmasını onaylarlar.

Şia’nın Selefilik Eleştirisi

Şia iki perspektifden Selefiliğ'i ret eder:

Hadisçiler/Ahbariler: Şia’da ki rivayet ehli (Ahbariler) metot olarak Selefiler'den farklı değillerdir. Her çağda ve toplumda sorunlara yanıt bulmanın yegane yolunun Masumlar'ın hadislerine başvurma olduğunu savunurlar. İçtihadı redd ederler. Aklın hüccet olduğunu kabul etmezler. Sünni mezhepler ve Selefiler'den ayrıştıkları nokta sahih kabul ettikleri hadis ve tarih kaynaklarına dayanır. Ehl-i Beyt'i kabul etmeyen hiç bir hadisçinin ve tarihçisinin rivayeti delil olmaz. Bunlarda Selefiler'in düştüğü bir hataya düşerler; Şia'nın kabul ettiği hadis kaynaklarında da sahih ve sahih olmayan hadisler var. Akıl hüccet alınmayınca bir ayrım yapmak mümkün olmuyor. İkinci benzerlik toplumun ve çağın yeniliklerine karşı koymaktır.

Bu ekole karşıŞia dünyasında ağırlığı teşkil eden usuli çizgi vardır:

Usuli çizgi Selefiliğ'in nassı ve sünneti donuk ve zahiri anlayışını redd eder ve usule göre dini tefsir etmenin ve her çağda ve toplumda yenilikleri ve gelişimleri dikkate alarak yeniden anlamlındırmayı savunur. Usuli çizgi, rivayeti akılla ölçer ve dini ilimler; örneğin ilm-i Rical, ilm-i Lüğat vb. yanında başta Mantık olmak üzere akli ilimleride usul ilminde kullanır.

Cihad, Tekfir, Kadın

Bu üç faktör mihverinde Selefiler'i sınıflandırıyoruz:

Cihad

Cihad kavramı Selefiler tarafından en çok kullanılan bir kavram ve değerdir. Üstte belirtiğimiz gibi Selefilik mana verme ve tefsir etmeyi onaylamadığı için cihadı sadece zahiri anlamda yani müslüman olmayanlarla veya kafirlerle olan müslümanlarla silahlı savaşma anlamında kullanır. Cihadın iman, çalışkanlık, yardımlaşma veya nefsi arındırma anlamlarını kabul etmez. Silahlı savaş vermenin farz olduğuna inan Selefiler iki gruba ayrılırlar:

Cihadi Selefiler: zamanımızda kafirlerin yönetiminde olan ülkelerde cihad etmek farzdır ve kaçınmak veya üstlenmemek dine aykırıdır.

Cihadi olmayan Selefiler: silahlı mücadeleye inanmakla birlikte şartların ve koşulların savaş için hazır olmadığını savunurlar.

Bu ayrımdan dolayı pratikte bir bölge ve ülkede cihad şartlarının olup olmadığı hususunda Selefiler ihtilaf yaşarlar.

Tekfir:

Cihadi Selefiler cihada ve onların açtıkları cepheye katılmayanları kafir ilan ederler. Bunun teorik gerekçesininde dinin emrine karşı gelmek dolaysıyla Allah’a karşı gelmek olduğu söylenir. Pratik yanı ise bilhassa gençleri seçime zorlamak ve katılmayanları cezalandırmayı doğrulamak içindir.

Cihadi olmayan Selefiler sadece kendilerinin doğru İslam'a sahip olduklarına inansalarda kendilerine katılmayanları tekfir etmezler. Tekfir etmenin pratik sakıncasınıda yeni nesillerin İslam'dan kaçmalarına sebep olacağını düşünürler.

Kadın:

Cihadi olmayan Selefiler kadına karşı daha baskıcı bir tutumları vardır. Kadının sosyal hayatta yeri olmadığını düşünür, kadının vazifesini kocasından itaat ve çocukları terbiye etmeden ibaret bilirler. Kadının batı tarzı eğitim görmesi, giyinmesi, diğer kadınlarla camiada faaliyet göstermesine şiddetle karşı çıkarlar.

Cihadi olanlar ise, kadının toplumda bulunmasında ve mücadeleye katılmasında  bir sakınca görmezler, hatta onlara görevler verilir. Cihadi olmayanların aksine kadını eve kitleme özelikleri yoktur. Bunun sebeplerinden biri kendilerinin kurulu bir hayatlarının olmaması ve ileri yönelik gerçekci bir hayat planlarının yapılmamasındandır.

Ama iki grubta da kadın mutlak şekilde erkeğin emri ve eğemenlği altındandır. Hiçbir karar alma sürecinde fikir hakkı yoktur. Bu örneğin IŞİD örgütünün onbirnici yasasında yalın bir şekilde beyan edilmiştir: Kadın sandalyede oturamaz. Bu yasa sembolik olarak erkeğin efendiliğine kadın hiçbir derecede ortak olamaz anlamındadır.

Selefi hareketinin dini dayanakları eleştirilmeli. Bunu düşünerek kapsamlı olmayan bu yazı hazırlandı, hedefimiz Selefiliğ'in yayıldığı bu zamanda onlarla mücadelenin teroik ve dini boyutunun gerekliliğini belirtmek olmuştur. Meydan savaşında zafer elde edilsede bu dini algı sistemi yanlışlanmayana kadar Selefilik akımı hep tehlikleli bir şekilde var olacaktır. Selefiliğ'in siyasi dayanağı yani kafirlere karşı cihad ilkesi de eleştirilmelidir ve özelikle cihadlarının Amerika’nın bölgeye ve İslam ülkelerine girme ve işgal etmesine hep zemin hazırladığı gerçeği kanıtlanmalıdır. İlk konu daha ayrıntlı ve ikinci konu gelecek yazıda ele alınacaktır.

Son olarak Meydan savaşında Selefi fırkalarına karşı direnen bütün bölge güçlerine tekrar zafer diliyoruz.

 

Salih Avci



Yeni yorum ekle