Oluşturulan Algının Arkasındaki Gerçeklik; Ankara-Tel Aviv İlişkileri

Sa, 14/12/2021 - 14:48

Siyonist rejim ile Türkiye ilişkilerini Mehr Haber Ajansı'na değerlendiren gazeteci-yazar Alptekin Dursunoğlu, siyonist rejim ile AK Parti ilişkilerinin hiçbir zaman düşük seviyede olmadığını söyledi.

Welayet News  - CHP ABD Temsilcisi Yurter Özcan geçen hafta sosyal medya Twitter hesabından paylaştığı bir mesajda Şubat 2022’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında bir heyetin işgal altındaki topraklara gideceğini açıkladı.

Ayrıca geçen hafta Katar dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, ülke gündeminin yanı sıra dış politikaya ilişkin de önemli açıklamalar yaptı.

Türkiye'nin Birleşik Arap Emirlikleri ile başlattığı yeni dönemin bir benzerinin İsrail rejimi ve Mısır'la da devam ettirilip ettirilmeyeceğiyle ilgili bir soruya Erdoğan şu yanıtı verdi:

"Abu Dabi yönetimiyle, böyle bir talep, teklif geldiği için tabi ki biz de bu işi memnuniyetle kabullendik ve görüşmeleri istihbaratımızı, Dışişleri Bakanımızı göndermek suretiyle kademe kademe yürüttük. Burada şimdi de yine Dışişleri Bakanımız, istihbarat, Abu Dabi ile ilgili ilişkilerde aktif rol oynayacaklar. Böyle bir süreç İsrail’le ilgili de niye olmasın?

Peki siyonist ‘İsrail’le ilişkilerde 'normalleşme' mesajı veren Erdoğan, Ankara-Tel Aviv ilişkilerini nasıl bir seviyeye çıkarmak isityor?

Mehr Haber Ajansı bu konu hakkında gazeteci-yazar Alptekin Dursunoğlu, ile bir röportaj gerçekleştirdi:

1- Türkiye yönetimi her zaman siyonist rejimin Filistin politikasına sert tepki göstererek, Gazze halkına manevi destek vermiştir. Fakat Erdoğan’ın son zamanlardaki konuşmalarına baktığımızda İsrail’le ilişkileri iyi bir seviyeye çıkarmak istediğini söyleyebiliriz. Ankara’nın Tel Aviv’e karşı tutumunun değişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Adalet ve Kalkınma Partisi öncesinde Ankara’nın İsrail ve Filistin sorunu konusunda bir tanımı, bu tanım doğrultusunda belirlediği bir politikası ve bu politikayla uyumlu bir de siyasi tavrı vardı.

Erdoğan yönetimi, tanımı ve politikayı aynen sürdürmekle birlikte siyasi tavrı ve söylemi çeşitlendirdi. 

Ankara’nın tanımına göre İsrail, Türkiye’nin başta Amerika olmak üzere Batı’yla yakınlaşmasını kolaylaştıran bir araçtı. Filistin ise Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerini etkileme potansiyeli bulunan; ancak sadece 1967 topraklarından ibaret bir yerdi.

Dolayısıyla Ankara, İsrail’le her düzeyde ilişkileri geliştirmek; Filistin’i ise Arap dünyasıyla münasebetler çerçevesinde ihmal etmemek şeklinde bir politika belirledi.

Filistin sorununun siyasi yollarla çözülmesi gerektiğini savunan Ankara, 1990’lı yılların ikinci yarısında Amerika’nın öncülük ettiği “Ortadoğu Barış süreci” ile Suudilerin 2002 yılındaki Arap zirvesinde sunduğu “Ortadoğu Barış Planı”nı destekledi.

 

Peki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından sonra Türkiye’nin İsrail ve Filistin’e dair tanımı, politikası ve çözüm önerisi değişti mi? Elbette hayır. İsrail’le ilişkiler ile Filistin’e yaklaşım konusunda sadece söylemde ve kullanım alanında değişiklikler oldu.

2002 yılından günümüze kadar genelde Türk dış politikasında ve özelde ise İsrail’le ilişkiler ve Filistin meselesi konusunda nelerin değiştiğini ve nelerin değişmediğini şöyle özetleyebiliriz. 2002’den, Ahmet Davutoğlu’nun ‘başbakan dış politika danışmanı’ olduğu 2003’e kadar tüm dış politika konularında önceki hükümetlerin politikası, tavrı, söylemi ve yöntemi aynen tekrar edildi.

Davutoğlu’nun 2003’te başbakan dış politika danışmanı, 2009’da dışişleri bakanı ve 2014’te de başbakan olarak dış politikada belirleyici olduğu dönemde hem Filistin hem de İsrail tarafıyla ilişkilerin kullanım alanı değişmeye başladı.

Türkiye, daha önce İsrail’le iyi ilişkilerini Amerika’ya, Filistin’e olan desteğini de Arap dünyasına satmaya çalışıyordu.

Ancak “komşularla sıfır sorun” sloganı ile 2005’ten itibaren bu satış pazarı genişletildi. Ankara artık Hamas’la kurduğu ilişkileri İsrail’e, İsrail’le iyi ilişkileri bölge ülkelerine ve bölge ülkeleriyle iyi ilişkilerini de Amerika ve Avrupa’ya satmaya çalıştı.

Örneğin Türkiye, 2006’da davet ettiği Hamas heyetini silah bırakmaya ikna etmeye çalıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ifadesiyle “İsrail’e çok yardım ettik” 2008’de Suriye ile İsrail arasındaki dolaylı görüşmelere ev sahipliği yaptı. 2010’da Brezilya ile birlikte İran’ı nükleer takas anlaşmasına ikna etmek için devreye girdi.

Hamas’la ilişkilerin İsrail’e ve dolaylı olarak da Amerika’ya satılması, sadece Davutoğlu dönemiyle sınırlı bir politika değildi. Nitekim halen Dışişleri Bakanı olan Mevlüt Çavuşoğlu da 2017’de “Türkiye – ABD stratejik ortaklığının geleceği” konulu bir konferansta “Hamas’a silah bırakması için baskı yaptık” dedi.

Adalet ve Kalkınma Partisi, Hamas’ı silah bırakmaya ikna etmeyi başaramadı; ancak Hamas’ı 2011’de Suriye’ye karşı kullanarak İsrail’e çok daha büyük bir “yardımda” bulundu.

Zira bir direniş örgütü olan Hamas’ın silah alabildiği tek Arap ülkesi olan Suriye’ye karşı savaştırılması, direniş cephesine darbe vururken şu an tanık olduğumuz “İsrail’le normalleşme” sürecinin de zeminini yarattı.

Filistin konusunda siyasi çözümü savunan, Hamas’ı silah bırakmaya ikna etmeye çalışan yahut Hamas’ı terör örgütü listesine alan bölge ülkelerini hatırlayalım: Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar.

 

Filistin direnişine tek bir kurşunu bile helal görmeyen buna karşın on binlerce militanı Suriye’ye “cihat” için seferber eden ülkelerin ya İsrail’le resmi ilişkisi olan veya normalleşme anlaşmaları imzalayan ülkeler olması tesadüf olabilir mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin ırkçı İsrail rejimine yönelik “sert eleştirileri”, Türkiye İsrail ilişkilerini ne ekonomik, ne de siyasi açıdan olumsuz etkilemiyor. Örneğin dönemin Başbakanı Erdoğan’ın İsviçre’nin Davos kentinde Şimon Perez’e sert sözler söylediği 2009 yılında, TÜİK verilerine göre Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 2.6 milyar dolardı.

Bir yıl sonra ırkçı İsrail rejiminin Gazze’ye insani yardım götüren mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırarak 10 Türk vatandaşını öldürmesi, ticareti azaltmadı. 2010 yılında Türkiye İsrail ticaret hacmi 3.44 milyar dolar oldu. 2020 yılının mayıs ayında ise 6.2 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı.

Gelelim siyasi ilişkilere, İsrail 2007’den beri üyelik müzakereleri yaptığı OECD’ye 2010 yılının mayıs ayında üye oldu. Türkiye veto etseydi üyelik gerçekleşmeyecekti; Filistin Özerk Yönetimi’nin mektup göndererek ricada bulunmasına rağmen Türkiye, ırkçı İsrail rejiminin üyeliğini veto etmedi.

Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin İsrail’e yönelik eleştirileri basında yer alırken, “İsrail dostu” imajı oluşturması için 2016 yılında Amerika’daki İsrail lobilerine 65 milyon dolar ödediğine ilişkin belgeler medyada gizlenince bir milletvekili tarafından meclis duvarına asıldı.

2016 yılının mayıs ayında da İsrail, NATO genel merkezinde daimi ofis açtı. İsrail rejiminin NATO’da böyle bir ayrıcalık kazanmasını sağlayan ülke Türkiye oldu. Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesini protesto etmek için 18 Mayıs 2018 yılında İstanbul Yenikapı’da bir miting yaptı. Türk halkı Yenikapı’da Filistin’e destek verdiklerini düşünürken bir gün sonra ise Ceyhan’dan İsrail’e 1 milyon varil gizli petrol sevkiyatı yapıldığını öğrendi.

Türkiye’nin Filistin dostu ve İsrail karşıtı olduğu imajı, Suriye krizinin başladığı 2011’den sonra sadece Türkiye’nin değil, Amerika ve müttefiklerinin de işine yaradı. Ancak Suriye savaşının yenilgiyle sonuçlanması üzerine artık bu imaj değerini kaybetti.

 

Suriye’nin en güçlü yanı Filistin davasına verdiği destekti bu yüzden de Suriye’nin yalnızlaştırılması için 2011’de tüm bölge ülkeleri Filistin yanlısı gözükme ihtiyacı duymuştu; ancak aynı ülkeler bugün İsrail rejimi ile normalleşme yarışına girmiş bulunuyor. Hamas’ın artık kullanım değeri yok; Erdoğan bu durumu 2 Ocak 2016’da kabullenmiş ve “İsrail, bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu, bölgenin bir gerçeği” demişti.

Türkiye, 2013’te Mısır’daki İhvancıları da desteklemiş ve onlara sığınak olmuştu. Ancak Mısır’la ilişkileri normalleştirme görüşmelerinin başladığı 2020 yılından sonra Türkiye İhvancılar için artık güvenli bir yer olmamaya başladı. Elbette şimdilik Hamas için Türkiye’de henüz şartlar İhvancılarınki kadar kötü değil. Zira Katar bile Suudilerle normalleşebilmek için İhvancıları feda etmek zorunda kalırken Hamas’a hala ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla Erdoğan yönetimi çok ağır sözler sarf ettiği Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’le ilişkilerini söylem düzeyinde de iyileştirmeye çalışsa da henüz Hamas’ı kurban etme ihtiyacı duymuyor.  

2- Türkiye halkının büyük bir kesimi Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert duruşunu her zaman desteklemiştir. Hatta Erdoğan'ın, 2009’da Davos'ta Siyonist İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı sert çıkışı halk tarafından sıcak karşılanmıştı. Türkiye yönetiminin İsrail ile normalleşmeye girmesi, 2023 seçimlerinde AK Parti’yi zora sokmaz mı?

Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri, “Biz Ay’a 4 şeritli yol yaptık desek buna inanacak bir seçmek kitlesine sahibiz” diye övünüyor. Bunda haklılar, çünkü medyanın yüzde 90’ından fazlasını ellerinde bulunduruyorlar.

Öte yandan halkın zihinde oluşturulan algı, gerçekliğin kendisinden daha belirleyici oluyor. Bunun en tipik örneği bahsettiğiniz olaydır. Erdoğan, 2009’daki Davos toplantısında o çıkışının ardından ilkin “Benim sözlerim Sayın Perez’e yönelik değildi. Ben oturumu yöneten moderatöre söyledim” demişti. Ancak olayın ardından halkın İstanbul’a dönen Erdoğan’ı karşılamak için havaalanına akın etmesi ve toplumdaki olağanüstü destek Erdoğan’ın “Perez’e değil moderatöre tepki gösterdim” açıklamasını unutturdu.

 

1949’dan beri İsrail’le diplomatik ilişkileri bulunan Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı, İsrail’le normalleşme anlaşması imzalayan Birleşik Arap Emirlikleri’ne tepki gösterip Filistin davasına ihanet etmek”le suçlamıştı. Erdoğan kısa bir süre önce Emirliklerin veliahdını ağırladı. Hiç kimse de “İsrail’le diplomatik ilişki bize helal de Emirliklere mi haram?” yahut “Madem bunlar Filistin davasına ihanet ettiler şimdi burada ne işleri var?” diye sormadı.

3- Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyonist rejimle ilişkileri iyileştirmek istese de zaman zaman Türkiye tarafından İsrailli casuslar ve ajanlara karşı operasyon yürütülüyor. Siz casus krizini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsrailli casuslar, hikayesi hükümet yanlısı medyanın şovundan ibaret. Birincisi İsrail hesabına casusluk yapmakla suçlanarak tutuklanan o şahıslar İsrailli değil, tamamı Arap. İkincisi kimi Suriyeli, kimi Filistinli olan bu şahıslar, Filistinli grupların faaliyetleriyle ilgili istihbarat toplamak için satın alınmış. Üçüncüsü bazıları para karşılığı İsrail rejimine casusluk yapmayı kabul ederken, bazıları ise Filistinlilere yardım etmek isteyen bir Avrupa kuruluşu için çalıştığını zannederek bu işin içine girmiş. Dördüncüsü ise bu kişiler Türkiye’deki Filistinlilerin yapılanları fark etmesi sayesinde yakalanıyor. Yani MİT, Türkiye aleyhine casusluk faaliyetlerinde bulunan Mossad ajanlarını yakalamış değil.

Mehr 



Yeni yorum ekle