Batı ve Biz

Pt, 20/02/2017 - 13:39

Kuşkusuz, bugün tarihimizin en hassas ve en sorunlu dönemlerinden birinde yaşıyoruz. Geri kalmışlık, yoksulluk ve cehalet dönemimiz, tam da rakiplerimizin uygarlık, güç ve zenginlik dönemlerine rastlamış durumda.

ALİ ŞERİATİ

Kuşkusuz, bugün tarihimizin en hassas ve en sorunlu dönemlerinden birinde yaşıyoruz. Geri kalmışlık, yoksulluk ve cehalet dönemimiz, tam da rakiplerimizin uygarlık, güç ve zenginlik dönemlerine rastlamış durumda. Batı; şu kurnaz ve acımasız rakip ekonomik ve askeri sultasını, doğunun omuzları üzerine kurmuş, doğulu halkları esaret zincirlerine vurmuş ve bu zincirleri günbegün güçlendirmek için elinden gelen bütün çabayı göstermektedir. 

Hiç şüphesiz bu eşitlikten uzak ve tek yanlı ilişki biçimi ve sömürgeci-çapulcu-yağmacı sulta, batılının ilk elde ikame etmek istediği en öncelikli hedef idi. Ne var ki; bu kurnaz rakip, ekonomik sömürü çarkı ve askeri sultanın kültürel sömürü olmaksızın işlemeyeceğini, sürekli ve yeterli derecede güvenceli olamayağını da bilebilecek kadar akıllıydı. İşte bu bilinçle batı, doğuluyu gerçek kültürel bağlarından koparmak için yoğun bir çaba içerisine girmiş, işi doğunun topyekün insani hüviyetini inkar düzeyine bile çıkarmıştır. Sömürgeciler, bu doğrultuda propagandıcıları ve şakşakçıları eliyle, hep şu düşünceyi beyinlere işlemeye çalışmışlardır: Neymiş, "Doğu asla adam olamazmış, yöneticilik ve üstünlük ta ezelden beri sadece ve sadece batılının endamına göre biçilmiş de, doğulu değişmez bir alınyazısı olarak batının eli altında kalmaya ve onun artıklarıyla beslenmeye mahkummuş! "

Bu süregiden propagandalarla birlikte batı, doğulunun hafızasını topyekün dumura uğratmak ve doğulu kişiliğin bütün izlerini hafızalardan silip atmak gayesiyle oluşturmuş olduğu "sömürge kültür kanallarını" doğuya çevirir. Değil mi ya, gidenin yerine başka bir şey gelmeli ve boşluğu doldurmalıydı! İşte bu sömürge kültürü ve uygarlığı seller misali akmaya başlar ve doğulu kimlik ve asaletin son Kalıntılarını da silip süpürür ve unutulup yok olma karanlıklarının uçurumlarına doğru sürükler.Şimdi artık Doğu, köksüz bir varlıktır; sessiz, suskun ve boynu bükük! Artık rahatlıkla hem sağılabilir, hem de uysal uysal sırtına binilmesine boyun eğer!

Bir doğulu için artık bütün övünç kaynağı, batılı efendisine daha çok benzemek onu en güzel şekilde taklit edebilmektir. F.Fanon un tabiriyle "Bulantı verici ve maymunvari bir taklit! " Doğulu, herşeyini hatta kişiliğini bile bir gece baskınında değil, bir savaş meydanında yitirmişti. Kendi geri kalmışlığını ve yoksulluğunu batının ilerleme ve zenginlik düzeyiyle kıyasladıkça da, batılıların ve yerli yardakçılarının buyurdukları bütün ayetlere(!) sorgusuz sualsiz iman getirebilecek bir konuma gelmişti. Artık o, çok rahat bir şekilde "batılı üstündür" diyebiliyor ve inanıyordu ki, "onun aklı bizim aklımızdan daha işlek, onun zevki bizim zevkimizden daha ince, kısacası; onun herşeyi bizim herşeyimizden daha üstün ve daha iyidir! " Peki, sonuç ?! "Öyleyse batının peşisıra gitmek ve her adımda onun düşüncesini, onun pratiğini, onun her hal ve hareketini taklit etmek gerek!

Evet taklit, sadece taklit: İşte kurtuluşun yegane yolu! " Ne var ki, doğunun o parlak geçmişi ve bütün övünç kaynakları öyle bir çırpıda yokolup gidecek ve hatıralardan silinebilecek gibi değildi; arada bir o uzak anılar canlanabiliyor doğulunun karmakarışık zihninde yeniden yer edebiliyor ve kafaları karıştırabiliyordu. Evet, işte bu potansiyel bir tehlike sayılabilirdi. Uyanık batılılar da bu durumu fark etmişlerdi tabii ki ! Bu tehlikeyi ve yan etkilerini nasıl yok edebileceklerinin yolunu da bulmuşlardı:Nihayet kabul ettilerki, evet doğuda da, bazı yerlerde ama çok çok eski zamanlardan kalma bir takım kalıntılar var ve oldukça parlak bir uygarlığın varolduğunu göstermekteler .Ama bu uygarlık yitip gitmiş ve ne yazık ki artık yok, yerle bir olmuş ve efsanelere karışmış!  Hiçbir canlılık belirtisi taşımıyor! Bu uygarlıktan kalakala birtakım saray kalıntıları, duvarlara ve kitabelere işlenmiş karman çorman motifler ve yazılar ve bir kaç kırık dökük kap kacak, testi mesti gibi şeyler kalmış! Dahası, bunları da yine batılı arkeologlar, merakla ve biz doğulular için(!) yürekleri çarpa çarpa, binbir zahmete katlanarak yerin dibinden çıkarmış ve yine bizim hatırımız için(!) büyük büyük müzelerde korumaktadırlar !

Nihayet, biz şarklıların asaletini tescil eden belgeler de, yine batılının eliyle düzenlenmiş oluyordu. Eh, bu durumda bir doğulunun bir kölenin efendisine karşı duyduğu hayranlık ve kadirşinaslık duygularıyla şöyle söylemesi doğal değil mi:"Görmüyor musunuz, eğer şu batılılar olmasalardı, kim kalkıp şu harabeleri, şu kırık dökük kap kacağı ortaya çıkarır ve taşımış oldukları değeri anlayabilirdi?! "Tabii ki, kurnaz ve hesapçı batılı, bu konuda bile alabildiğine ince eleyip sık dokuyordu; Şu, sözümona asalet belgelerini sergilerken de, doğulunun bugünüyle bağ kuramayacağı hususları ön plana çıkarıyordu. Batılı, bu belgeleri sergilerken, görünüşte bize ne kadar ilgi duyduğunu göstermek istiyordu. Ama aslında perde arkasında başka hesapları vardı: Örneğin, doğulu bu sahte kimliğe kavuşmakla aptalca bir tatmin ve güven duygusuna kapılacak, dahası batılının bu ilgi ve lütfu karşısında kendisini borçlu ve minnettar hissedecekti.

Aynı zamanda bu kimlik, doğulunun kendi özbenliğini ve gerçek kimliğini araştırmaya yönelik vesveselere kapılmasının önünü alacak ve böyle bir yola yönelmekten alıkoyacaktı. Sonuçta, batılının kendisine kazandırmış olduğu bu yeni kimliği özümseyecek, bu kimliğin arkasına saklanacak boş, kof ve anlamsız bir çehreyi kendi gerçek yüzü yerine benimseyecekti. Bu hesaplar içerisinde en önemlisi ise, milli ve yerel birtakım efsaneleri ve mitolojik kültür öğelerini alabildiğine ön plana çıkararak, hatta bazen yeniden yaratarak ve uydurarak, veyahut asıl içeriğini boşaltarak sahte ve çok sığ anlamda bir "ulusalcılığın" temellerini atmaktı. Böylece bir birlik oluşturmaları halinde batı sömürgeciliğinin belini kırabilecek doğulu halklar, birbirilerinden ayrılacak ve biribirilerine yabancılaşacaklardı. Dahası, birçok ortak paydaları olan halklar, bugün için unutulmuş ama batılılar eliyle yeniden tutuşturulacak çok eskilere ait kin ve nefret ateşiyle birbirilerine düşecek ve yerel kavga ve savaşlar için zemin hazırlanacaktı. Doğal olarak da, asıl düşman yani çapulcu ve sömürgeci güçler, birbirilerine kıyasıya düşman ve sürekli çekişip duran bu halkların bütün zenginliklerini çok rahat bir şekilde yağmalayabileceklerdi.

İşte, batılının bütün doğulu halklar için tasarlamış olduğu plan! Kendi ülkemiz de dünyanın bu bölgesinde yeraldığından, kaçınılmaz olarak bu uğursuz planın uygulanma sahalarından biri olmak durumundaydı. Burada da bütün çaba ve gayretler, gerçek kimliğimizi elimizden almak, bizi bizden ve özbenliğimizden uzaklaştırarak, asaletimizin bütün hatıra ve izlerini zihinlerimizden kazımak doğrultusundaydı. Gerçek kimliğimizin ve özbenliğimizin en belirgin ve en belirleyici bir öğesi olarak İslam, yalnızca bu ülkede değil, doğunun büyük bir bölümünde hala iftihar dolu tarihimizin en canlı parçası ve şarkın hayat emaresidir. Bu yüzden, batıdan seller misali akan kültür emperyalizminin önünde engel teşkil edebilirdi. Haliyle İslam, batının en azılı düşmanlıklarının ve batı sömürgeciliğinin en azgın saldırılarının hedef tahtası durumundadır. Batı, var gücüyle doğunun bu direnişçi yüzüne kara çalmak ve ve bu yüzü müslüman halkların gönüllerinden kazımak için, bütün çabasını ortaya koymuş, elinden geleni ardına koymamıştır. Bu doğrultuda emperyalistler, yerli uşakları ve yardakçıları eliyle şu propagandayı hep yaptılar: "İslam, bütün geri kalmışlıkların ve bütün çöküşlerin yegane sebebidir!" Bu arada da İslam ve müslümanlık kokan ne varsa eskilik, gerilik, dogmatizm ve yobazlık olarak yaftalanıyor, bir kenara atılıyordu.

Ancak bugün, doğu, silkinip kendine gelmekte; bütün doğulu halklar biri diğerinin ardı sıra esaret ve kölelik zincirlerini kırmaktadırlar. İşte bugün, gerçek kimliğimizi tanımak, özbenliğimize dönmek ve asil kişiliğimizi yeniden ihya etmek günüdür. Bu, bugün için en öncelikli vazifemizdir. Artık biliyoruz ki, bu kimlik ve kişilik hayat dolu bir kültür, gelişkin ve yetkin bir gelenek ve sağlıklı temellere oturmuş bir insani ilişkiler dizgesinde aranmalıdır.

Doğal olarak Müslümanlar, bu arayış neticesinde hiç zorlanmadan kişiliklerinin gerçek çehresi olarak İslam’ı bulacaklardır. Ne var ki, bu durum bir çok yeni sorunu da beraberinde getirecektir; en önemlisi, İslam’ı gerçek yüzüyle tanımak pek kolay olmayacaktır. Zira, yıllar yılı emperyalizmin hedef tahtası olan İslam, gerçek özünden boşaltılmaya çalışılmış ve tüm asil İslami değerler asıl içeriğinden saptırılmak istenmiştir. Bu çerçevede yine hep karşılaşacağımız bir başka sorun daha gündeme gelecektir: Özbenliklerine kavuşmak ve gerçek kimliklerini bulmak üzere yola çıkan insanlar, acaba geçmişlerine ait diye önlerine her geleni sahiplenmeli ve ataların yadigarı diye her geleneği yaşatmalı mı, ya da ellerine ulaşan bütün bu mirası yeniden değerlendirmeli ve içinde yaşadığımız çağda işimize yarayanları ayıklayıp, geri kalanını bir kenara mı atmalılar? Kuşkusuz her akl-ı selim, ikinci yolu; yani seçme ve ayıklama yolunu benimseyecektir.

Aynı şekilde, batı uygarlığının kazanımları da sözkonusu olduğunda, topyekün redci bir tavır takınılmamalı, bağnaz ve dar kafalı bir tutumla, batı büsbütün inkar edilmemelidir. Bu konuda da, seçme ve ayıklama sözkonusu olmalıdır. Her ne kadar, üzerimize üzerimize yürüyen batı bize bu fırsatı tanımayacak olsa da ! Batı uygarlığının işimize yarayabilecek ve yerli geleneklerimiz, değerlerimiz ve milli karakterimizle uyum sağlayabilecek yapısal öğelerini ve kültürel değerlerini de iyi bir ayıklamaya tabi tutmamız gerekir. İşte bu oldukça zarif ve hassas görev; yani batı kültür ve uygarlığının tomurcuklarını, şarkın yaşlı uygarlık ağacının gövdesine aşılama görevi, ancak ve ancak bu her iki uygarlığı ve ayrıcalıklı yönlerini çok yakından tanıyan ve bu işe vakıf insanların görevidir.

************************************************************************

* Bu yazı, A. Şeriati’nin "İslam ve İnsan" kitabının önsözünün tercümesidir.



Yeni yorum ekle