Karikatür Krizi, Papa nın Sözleri ve Medeniyetler Çatışması

Pt, 30/01/2017 - 14:17

Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’un 1993’te ortaya attığı medeniyetler çatışması teorisi bir hayli tartışma yaratmış ve bir hayli tenkit de almıştı. Ama hakikatte böyle bir çatışma vardı ve bütün hızıyla sürmekteydi. 

Karikatür Krizi, Papa nın Sözleri ve Medeniyetler Çatışması

Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’un 1993’te ortaya attığı medeniyetler çatışması teorisi bir hayli tartışma yaratmış ve bir hayli tenkit de almıştı. Ama hakikatte böyle bir çatışma vardı ve bütün hızıyla sürmekteydi. Bu çatışmanın batı ve islam medeniyetleri arasındaki boyutu 1993’ten önce bu kadar açık bir şekilde ve şiddetle gündeme gelmemiş olması Sovyetler Birliğinin mevcudiyeti, yani dünyanın doğu-batı şeklinde iki bloka bölünmesi yüzündendi.

Samuel P. Huntington’un "Medeniyetler Çatısması mı?" makalesinin 1993 yazında yayınlanmasından çok önce, Princeton Universitesi tarih profesörü Bernard Lewis medeniyetler çatışmasından söz etmişti;

"Şurasi muhakkak ki biz (Bati), geleneksel uluslararası konuları-politikaları ve devletleri aşan bir hareket ve ruh haleti ile karşı karşıyayız. Bu gelişme bir medeniyetler çatişması olarak değerlendirilebilir ki bu kadim rakibimizin (İslam) Musevi-Hristiyan mirasımıza, seküler sistemimize ve bunların dünya genelinde genişlemesine karşı belki irrasyonel fakat tarihi bir tepkisinin sonucudur. Şurası hayati öneme haizdir ki biz (İslam’ın) tarihi olduğu kadar irrasyonel tepkisine karşı tahrik olmamalıyız.[1]

1990 Eylül’ünde yayınlanan Atlantic Monthly dergisinde Bernard Lewis’in kaleme aldığı makalede yer alan bu açıklamalardan üç yıl sonra, Huntington "çatışma"dan söz ediyordu. "Medeniyetler Çatışması mı?" makalesinin ilk sayfasında "medeniyetler çatışması paradigması"nı sunmaktaydı;

Benim varsayımım şu ki (soguk savas sonrası) dünyada çatışmaların temel sebebi ne ideolojik ne de ekonomik kaynaklı olacak. Dünya toplumları arasındaki büyük bölünmelerin ve çatışmanın başlıca sebebi kültürel kökenli olacak. Ulus devletler uluslararası siyasette temel aktörler olarak kalmaya devam edecekler, fakat küresel siyasetin başlıca çatışmaları farklı medeniyetlere ait milletler ve gruplar arasında meydana gelecek. Küresel siyasete medeniyetler çatışması hükmedecek.[2]

Huntington’un çatışma tezi, ilk olarak soğuk savaş sonrası dünya siyasetini anlamaya yönelik yeni bir paradigma sunuyordu. Bu sebeple tez, uluslararası ilişkiler teorisiyle bire bir bağlantılıydı. Devlet merkezli realist ve sistem merkezli neorealist uluslararası ilişkiler teorilerine karşın Huntington’un tezi, kültür, din ve medeniyet unsurları üzerine yoğunlaşmaktaydı. Soğuk savaş sonrası dünyayı anlamak için yeni bir paradigmanın gerektiğini belirten Huntington, medeniyetler çatışması paradigmasının bu dönemde ortaya çıkan diğer modellerden üstün olduğunu iddia etmekteydi. Zira, medeniyetler arası konular-sorunlar soğuk savaş döneminde hakim olan, süper güçler arası ilişkilere endeksli gündemin yerini almaktaydı.[3]

Huntington’a göre, farklı kültürel ve dini değerlere dayalı medeniyetler arası farklılıklar, soğuk savaş sonrası bölgesel ve küresel çatışmaların temel sebebini oluşturur. Medeniyetler çatışması şiddet içermeyebilir ama bu kaçınılmazdır. Medeniyetler arasındaki kırılma noktaları medeniyetlerin sahibi olduğu farklı sosyal ve siyasi değerlerden kaynaklanmaktadır. Huntington’a göre medeniyetler, tanrı/insan, birey/grup, vatandaş/devlet, çocuklar/anne-baba, karı/koca ilişkilerine ait farklı değerlere sahiptir. Aynı zamanda medeniyetler, haklar/sorumluluklar, özgürlük/otorite, eşitlik/hiyerarşi olgularına farklı önem atfetmektedirler.[4] Dünyadaki belli başlı yedi veya sekiz medeniyettten, özellikle İslam ile Batı medeniyetleri arasında bir çatışma gerçekleşecektir; zira bu medeniyetler arasında sadece İslam evrensel misyonu olan bir medeniyettir ki, bu bağlamda Batı medeniyeti karşısında bir tehdit oluşturmaktadır. Diğer taraftan Huntington, Batı karşısında olası bir İslam-Konfüçyüs (medeniyeti) ittifakından bahsetmektedir. Konu ile bağlantılı olarak da Huntington’un Batı ülkelerine tavsiyesi, İslam-Konfüçyüs medeniyetlerine ait devletlerin askeri ve ekonomik olarak güçlenmelerine engel olmak ve bu iki medeniyet arasındaki farklılıklardan faydalanmaktır.

Huntington’un Batılı olmayan ülke elitlerinin yerlileşmesi (indigenization), Batılılaşma karşısında tavır alması ve bu ülkelerde son zamanlarda ivme kazanan Batı-dışı modernleşme olgusu karşısında da oldukça endişeli olduğu görülmektedir. O’na göre, bu gelişmeler karşısında Batı ve özellikle ABD çok dikkatli olmalıdır. Öte yandan, Huntington’a göre Batı ülkeleri, medeniyetsel türdeşliği korumak ve güçlendirmek için Batı’ya göçü sınırlandırmalı, göçmenleri asimile etmelidir. Öte yandan, Batı medeniyetini oluşturan ülkeler güçlerini arttırmak için birlik ve dayanışmalarını genişletmelidirler. Bu bağlamda Huntington, ABD ile Avrupa ülkeleri arasındaki Atlantik işbirliğinin güçlendirilmesini tavsiye etmektedir.[5] Batı’nın medeniyetsel türdeşliğini gerçekleştirmek için Huntington, NATO’ya "medeniyetsel bir misyon" yükleyip Batı’nın medeniyetsel uyumu için Yunanistan ve Türkiye’nin NATO’dan çıkartılmasını önermektedir.[6]

Huntington’a göre, Batı haricindeki medeniyetlere ait ülkelerin bir anlamda Batı’yı kopye etmesi mümkün değildir çünkü Batı medeniyeti evrensel değil bilakis eşsiz-yeganedir (unique). Bu sebeple, Batı evrensel bir misyon hedeflememelidir. Aksi halde, böylesine bir çaba Batı-dışı dünyada emperyalizm olarak algılanacak ve tepki görecektir.[7] Huntington’ın ifadesiyle;

Batı evrenselciliği dünya açısından büyük bir tehlike arzetmektedir. Zira böylesi bir çaba medeniyetler arası büyük bir savaşa neden olabilir... Çok kültürcülük Amerika ve Batı içerisinde tehlike arzederken, Batı-dışı dünyaya karşı izlenecek evrenselci bir misyon ise hem Batı hem de dünya için tehlikelidir, zira her ikisi (çok kültürcülük ve evrenselcilik) de Batı kültürünün yegane-eşsiz olduğu gerçeğini inkar etmektedir.[8]

Bununla bağlantılı olarak Huntington, Amerikanlaşma projesini savunurken çok kültürcülüğü Amerika için bir tehlike olarak görmektedir. Amerika’daki çok kültürcü eğilimleri eleştirmekte zira çok kültürcülük, "Amerikan inanç-öğretisi"ni güçsüzleştirmektedir.[9] "Çok medeniyetli bir Amerika, ABD olmaktan ziyade BM olacaktır".[10] Huntington’un öngördüğü çok kültürcü karşıtı yaklaşımı hiç şüphesiz müslümanlar da dahil olmak üzere Amerika’daki azınlık gruplar açısından önemli sonuçları olacaktır.

Son olarak, Huntington’un çatışma tezinin en ilginç ve önemli yönlerinden biri de bir çok siyasi tavsiyeler içermesidir. Bu tavsiyeler Amerikan iç ve dış politikasına yöneliktir. Bir kısmına yukarıda değindiğimiz bu tavsiyelerden başlıcaları;

İç Politika Konusunda Tavsiyeler

Medeniyetsel türdeşliği artırmak için Amerika’ya göç zorlaştırılmalı, var olan göçmenler ise asimile edilmelidir.

Çok kültürcülük yerine Amerikanlaşma politikası yürütülmelidir.

Amerikan Dış Politikasıyla İlgili Tavsiyeler

Batı’nın diğer medeniyetler karşısındaki askeri ve teknolojik üstünlüğü korunmalıdır.

ABD, Avrupa ülkeleri ile Atlantik işbirliğini güçlendirerek Batı’nın birliğini güçlendirmelidir.

İslam ve Konfüçyüs medeniyetlerine ait devletlerin askeri ve ekonomik olarak güçlenmesi engellenmeli, bu iki medeniyet arasındaki farklılıklardan faydalanılmalıdır.

Batı evrensel değil yegane-eşsiz olması sebebiyle evrenselci bir misyon üstlenmemeli, diğer medeniyetler karşısında Batı’nın değerleri empoze edilmemelidir.

Medeniyetler çatışmasından kaynaklanacak olası bir üçüncü dünya savaşı esnasında ABD, İslam-Konfüçyüs ülkeleri karşısında, Japonya, Latin Amerika ülkeleri ve Rusya ile ittifak kurmalıdır.[11]

Huntington’un açıkladığı oldukça ilginç ve kimine göre tahrik edici bu siyasi tavsiyeler, hem ABD/Batı’da hem de dünyanın diğer bölgelerinde büyük yankı uyandırdı ve çeşitli eleştirilere neden oldu. Huntington’un yaptığı tavsiyelere ve "kışkırtıcı"  medeniyetler çatışması tezi, tahmin edildiği gibi ABD/Batı’da pratiğe geçmek için değişik yollara başvuruldu. Bu yazıda İslam’a karşı başlatılmış olan bu saldırıların iki önemli boyutuna değinmenin yerinde olacağını düşünüyorum.

10 Eylül 2005 günü Danimarka’nın Jyllands posten gazetesinde peygamberimiz Hazreti Muhammed i (s.a.a) terörist olarak gösteren bir karikatür yayınlandı. Bazı İslam ülkeleri bunu protesto etti. Ama Danimarka bu tepkilere karşı geri adım atmamıştı.

Çünkü, Danimarka AB üyesiydi. Yani arkasında 500 milyonluk siyasi ve iktisadi AB gücü vardı.

Bu küstahlık sonucu, peygamber efendimize yönelik tahkir edici karikatörler, Norveç ve İsveç basınında da yayınlandı. Danimarka hükümetiyle Avrupa Birliği, islam peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.a) yapılan bu ihanet ve tahkiri ifade özgürlüğü bahanesiyle geçiştirmeye çalıştı. Halbuki, Avrupa’da yaşayan müslümanlar, terörizmle mücadele bahanesiyle Avrupalı devletlerin saldırısına maruz kalmış, bireysel, sosyal ve kültürel haklarıyla inancını ifade hürriyeti günden güne kısıtlanmaktadır.

Danimarka, Norveç ve İsveç gazetelerinin islam peygamberine yaptıkları çirkin saldırılar ve islamın Avrupa’da yayılmasına karşı yapılan kısıtlamalar islam düşmanlığı sayılıyor. Avrupalı yöneticiler, islama ve islamın mukaddesatına karşı karalama kampanyasını sürdürerek, islamı terörizm ve şiddetle eş değerde tutmaya çalışarak, islamı Avrupa için bir düşman olarak lanse etmeye özen gösteriyorlar. Avrupalı medya grupları da yöneticilerinin istekleri doğrultusunda hareket edip, islam düşmanlığını körüklüyorlar. Avrupa basın-yayın kuruluşlarının islam peygamberine karşı çirkin saldırılar yapması, sıradan bir şey değildi. Planlı ve kasıtlı bir girişim idi. Fakat 1.5 milyar islam ümmetinin bu düşmanlığa karşı gösterdiği tepki ve itiraz, Danimarka’yla diğer Avrupalı ülkelerin ne kadar zayıf olduklarını gözler önüne serdi. Çünkü batılı devletlerin, ifade özgürlüğü adı altında sürdürdükleri islam düşmanlığını müslüman milletlerin kabul etmeyecekleri sinsi ve saldırgan bir politikadır.

Irkçı ve faşist İsrail’i resmen tanımama, sözde yahudi soykırımını reddetme, Avrupa’nın Asya ve Afrikalı milletleri katliam etmeye yapılan itiraz ifade özgürlüğü değil de, islama ve insanlığa aydınlık ve hürriyet getiren alemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.a) karşı tahkir ve çirkin saldırı mı ifade özgürlüğü sayılmaktadır!

İslam dünyası ve dünya kamuoyu, batılı güçlerin ifade özgürlüğü adı altında islam ve müslümanlara karşı saldırı, tahkir ve düşmanlık yönelttiklerinin artık bilincine varmıştır.

4 şubat 2006 Danimarka Başbakanı Rasmussen, 76 ülkenin büyük elçisiyle görüştü. Ama bu kadar resmi, gayri resmi, görüşmeye, olaya, ekonomik vs. tepkiye rağmen, Danimarka yine özür dilemedi. Oysa sıradan bir özür dileme, krizi bitirmeye yetecekti. Ama anlaşılan o ki, özür dilemek Danimarkanın (batının) bir nevi yenilgisi olarak kabul edilmekteydi.

AB Komisyonu başkanı da birliğin Danimarkanın yanında olduğunu açıkladı.

Bakan seviyesinde politikacılar Peygamber Efendimiz (s.a.a)’in tahkir edildiği karikatür basılı tişörtler giyip "Haçlı savaşı çağrıları" yaptılar.

Müslümanlar terörist midir? Yani müslümanın vatanını işgal edip, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek demeden öldürerek, insanları soyundurarak diz çöktürüp, sonra da şöyle diyeceksin: "Sakın sesini çıkarma, yoksa sana terörist der ve terörist muamelesi yaparım."

Böyle bir muameleye kimse tepkisiz kalmaz. Müslüman da öyle veya böyle bir şey yapınca peygamberini terörist ilan edeceksin. Peki müslümanlar bu soruna karşı nasıl bir çözüm bulmalıdır? Bu mesele ancak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmakla çözülür. Yani bilimde ilerlemekle, keşifler yapıp teknoloji üreterek, nükleer enerji santralları kurmakla olur. Ancak o zaman saldırganlara karşı durabiliriz. Japonya ya bir göz atın kimse bir şey diyebiliyor mu?

ABD ve İngiltere nin ortaya attığı ve neredeyse tüm Batı dünyasının kayıtsız şartsız kabul ettiği sav şu: Terör az gelişmiş İslam ülkelerinden besleniyor... Sonuçta; İslamcı ile terörist tanımları birlikte anılır oldu. Danimarka basınında yer alan peygamber karikatürleri, bu anlayışın, bu sapkın inancın zirvesidir.

Olayı iki açıdan değerlendirmek gerekir. Konuya, birincisi, Batı nın İslamcı-terörist saplantısı, ikincisi de medya ve özgürlükler açısından bakmalıyız.

ABD ve destekçisi İngiltere nin başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarını kendi kontröllerinde tutmaya çalıştıkları islam ülkelerine saldırı için, "terör korkusu"nu meşru bir gerekçe olarak gösterme gayretindedir. ABD nin Afganistan a ve Irak a yönelik işgal girişiminin ve bu ülkelerde soykırıma varan saldırganlığının altındaki nedenin bölgeye hakimiyet ve petrol olduğunu bilmeyen yoktur. İslamcı-terörist propagandası, öyle bir şekilde zihinlerde yer edindi ki, İslam dünyasının en kutsal değerleri de bu saldırıdan payını almaya başladı. Peygamber karikatürleri ve Papa nın sözleri bu gelişmenin son uzantısıdır

Medya açısından bakacak olursak; Tarihin akışını değiştiren en önemli gelişmelerden biri de basının ortaya çıkışı olmuştur. İnsanların çevrelerinden haberdar olmaları gibi basit ama hayati önem taşıyan faktörün yanısıra, insanların düşüncelerini özgürce ifade etmelerine, iktidar erkini kontrol edip kullanmaya ve kültürel değerlerin hızlı dönüşümüne kadar pek çok alanda belirleyici olan basın, rasyonel kullanıldığında aydınlanma sürecinin en önemli araçlarından olurken, peygamber karikatürleri örneğinde olduğu gibi kaosa da kaynaklık edebilmektedir.

Danimarka basınında yer alan Hz. Muhammed karikatürleri, özgürlük-sorumluluk eksenini dünyanın gündemine yeniden getirdi. Medya, her şeye kadir midir? İstediğini yazıp, istediğini çizebilir mi? Kuşkusuz ki, hayır.

Bireylerin, toplumların veya kurumların duygu ve düşüncelerine, inançlarına, doğrularına yönelik "hakaret" içeren, "sövgü" içeren ve hatta doğruluğu kanıtlanmamış bilgi içeren yayınların yapılması, medya etiğine aykırıdır.

Birilerine hakaret etmek, düşünce özgürlüğü kalıpları içinde değerlendirilemez. Bunu sadece biz müslümanlar söylemiyoruz. Batı nın demokrasi ve insan haklarını düzenleyen hemen tüm metinlerin, bildirilerin baş köşelerinde yer alan özgürlük tanımlamalarının hiçbirisi Danimarka basınında yeralan karikatürleri mazur gösterecek genişlikte değildir.

Batı dünyası ve özellikle Danimarka nın, peygamber karikatürlerini, düşünceyi ifade etme özgürlüğü içinde savunmaya kalkmaları, her şeyden önce çok övündükleri o Batı demokrasisine zarar verecek türden bir girişimdir.

Başta Danimarka olmak üzere, karikatürleri yayımlayan gazete ve ülkelerin kamu oyları, bunları fikir özgürlüğüne dayandırdı. Peki, acaba bu ülkelerde İsrail e karşı bir şeyler yazma özgürlüğü varmıdır? Cevap doğal olarak hayır olacaktır; zira yazdığınızda yahudi düşmanı damgasını yiyip sorguya çekilirsiniz.  Doğru, fikirler özgür olmalı ama neyin nerede bittiği de bilinmeli. Örneğin, siz birisine saygısızca laf edip, küfür edip sonra da “bu fikir özgürlüğüdür diyebilir misiniz?” Sanırız diyemezsiniz. O halde sizin kutsal değerleriniz yok diye başkasının mukaddesatına hakaret edemezsiniz. Fikir özgürlüğüyle övünenler Afganistan dan Iraka, Filistin e Lübnan a kadar binlerce insanın ölümünden sorumludur. Ancak bu sorumluluğu fark etmek için biraz vicdan lazımdır. Vicdan ise sosyal Darvincilik kanununa, yani tabiat kanunlarına göre yaşayanlarda bulunmaz.

Son on, on beş yıldır bir "dinler arası diyalog" masalı uydurulmuş, gidiyordu. İslamiyetın sanki diyaloğa ihtiyacı varmış gibi sürekli bu konu vurgulanıyordu. İslam zaten bütün dinlere müsamaha ve hoşgörü ile bakan bir dindir. Bütün peygamberleri tanır ve semavi dinleri Ehl-i Kitap diye beşeri dinlere nisbetle ayrı ve yüksek bir kategoride tanımlar. Bu masalı ortaya atanlar kendilerinin Tanrı tarafından görevlendirilen şahıslar olduğunu iddia ederek ülkeler işgal ediyor, sonra da kamuoylarını yanıltmak için yaldızlı ifadeler kullanarak dostluk, barış, medeniyet nutukları atıyorlar.

Huntington un "medeniyetler çatışması" tezini haklı çıkarmak için 11 Eylül olayından bu yana sergilenen "akıl dışı" çabalara Papa 16. Benedictus da, İslam dünyasını ayağa kaldıran "Hz Muhammed söylemi" ile katıldı.

Papa 16. Benedict in 12 Eylül tarihinde Almanya nın Regensburg Üniversitesi ndeki konferansı sırasında sarfettiği sözler İslam dünyasında geniş çaplı toplumsal infiallere yol açtı. Doğrusu bu sözler üzerine, İslam dünyasından başka bir tepki de beklenemezdi. Türkiye de her konuda Batıcılık yapan gazeteler ve televizyonlar bile bu öfkeye hak vermek zorunda kaldılar.

Önce Papa nın ne dediğine bir göz atalım. Büyük bir bölümü Tanrı kavramı ile, din-şiddet ilişkisine hasredilmiş olan bu konferansın giriş bölümünde Müslümanların Tanrı (Allah) yı nasıl anladıkları ve nasıl tanımladıkları üzerinde duran Papa, konuşmasının sonraki bölümlerinde Hristiyanlığın tanrı anlayışının doğru olduğunu gerekçelendirmek için Bizans İmparatoru 1391 de Ankara civarında Manuel II. Paleologus ve İranlı bir şahıs arasında geçen konuşmadan alıntılar yapıyor.

Bu konuşmada, sonradan Bizans tahtına oturacak olan; ama o sırada iyice küçülmüş durumdaki imparatorluğu babasıyla adeta birlikte yöneten Manuel II. Paleologus İran lı muhatabına şöyle der: "Bana Muhammed in getirdiği yeni bir şey göster; orada (yani Müslümanlıkta), va z ettiği dini kılıç zoruyla yayma emri gibi pek çok kötülük ve insanlık dışı şeyler bulacaksın." Papa konuşmasının devamında, imparatorun, dini, kılıç zoruyla yaymaya çalışmanın neden Tanrı nın isteği olamayacağını anlattığı ayrıntılara değiniyor. Sonra da başka örneklerle konuşmasını sürdürüyor ve şöyle diyor:

"İslamda Tanrı ile akıl arasında ayrılmaz bir bağ yok. İslami cihat akla ve Tanrı ya karşı."

Papa nın sözleri, -doğal olarak- İslam dünyasında büyük tepkilere yol açtı.

Danimarka nın neden olduğu, "Hz Muhammed karikatürleri" krizinin izleri henüz silinmeden, "Hizbullah ile savaşta" çoluk çocuk binden fazla sivilin İsrail bombardımanı altında can verdiği Güney Lübnan trajedisinin yaraları kapanmadan, Papa nın Ortaçağ dan alıntılarla "dinler çatışmasını" körüklemesi planlı bir girişimdir.

Vatikan, Papa 16. Benedictus un sözlerini düzeltmeye çalışıyor. Ancak, İslam dünyasında "Haçlı zihniyeti" hatırlatması şimdiden başladı.

Kilise, İslamı kendine hep rakip olarak gördüğü için Hz.Muhammed i (s.a.a) ve sürekli İslamı karalama kampanyasına yöneldi. Bu çarpık anlayışın kökeni eskilere dayanıyor. Hıristiyan teologlar geçmişte hep "kutsal savaş" özentisiyle yaşadılar.

Semavi kitapların hiç birinde Kur an da olduğu kadar akıl ve düşünceye davet edilme yoktur.

Kilise, Hristiyanlık inancında aklı devre dışı bırakıp, eleştiriyi yasaklayıp, kendisini de adeta insanların zihinlerinde Tanrı adına tahakküm kurduğu için Batı da "aydınlanma dönemi" yaşandı.

Bush un 11 Eylül dan sonra "Haçlı seferi"nden söz ederek insanlığın başına açtığı bu kadar musibetten sonar Papa nın da bu sözleri, müslümanlar açısından gerçekten düşündürücü olmalıdır.

İslam dünyasında yükselen tepkiler karşısında Papa, ben sadece alıntı yaptım; söylediklerim benim görüşlerim değildi demeye getirmektedir. Ancak konuşmanın tam metni incelendiğinde bunun öyle olmadığı kolaylıkla anlaşılabilir. Örneğin Kur an da yer alan "dinde zorlama yoktur" hükmünün Peygamber Efendimizin ilk zamanlarında inen bir ayet olduğunu; Peygamberimizin zor günlerinde bu hükmü kullandığını ve buna ihtiyaç duyduğunu; ama sonraki dönemlerde şiddet içeren yorumların yine Peygamberimiz tarafından geliştirildiğini ifade ediyor. Ayrıca yukarıdaki sözleri söyleyen Manuel II. Paleologus için "büyük alim" sıfatını kullanması da dikkat çeken başka bir konudur.

İlgili konuşmadaki görüşler, bir Papa dan beklenmeyecek kadar dar görüşlülüğü ifade etmektedir; çünkü bu konuşmada ortaya konulan görüşler -ilahiyat fakülteleri olan ve dini geçmişi oldukça güçlü bir üniversitede yapılıyor- oldukça tutarsız. İslam ilahiyatına yeteri kadar vakıf olmadığı metnin her bölümünde açıkça görülmketedir. Papa bir alıntı ile İslam daki Allah kavramının akıl ve mantık dışı olduğu ispatlanmaya çalışılıyor - dinimizin şiddeti teşvik ettiği anlatılıyor. Bu görüşler, sıradan bir Ortaçağ Papa sının Haçlı Seferleri öncesi yaptığı bir konuşmaya benziyor.

Papa, Avrupalı insanların, İslamiyetı "şiddetin dini" olarak algıladığını biliyor. Papa, işte bu yanlış algılamayı kasıtlı bir şekilde körükleyerek, Hıristiyanlık adına medet umuyor. Yoksa, gerçekten bilge olsaydı, "dini kılıçla yaymayı" kimin başlattığını bu kadar kolay unutmazdı.

Örneğin, "kutsal toprakların Müslümanlardan kurtarılması için" Hıristiyanlık adına oluk oluk kanın akıtıldığı Haçlı Seferleri ni, 1095 te "seleflerinden" Papa II. Urbanus un başlattığını hatırlatırdı.

Papalık onayıyla katliam yapıldı. Din adına terörizmi uygulayan ilk kişinin, "Haçlı Seferi kahramanı", Fransız şövalyesi Reynaud de Chatillionun olduğunu söylerdi.

Ayrıca, "İspanyol Fatihi" Hernando Cortez in, papalığın onayıyla, 16.yüzyılda Güney Amerika kıtasındaki "paganları" nasıl barbarca kılıçtan geçirdiğinden söz ederdi.[12]

 Papa, sözleriyle medeniyetler çatışmasının önünü açıyor.

Burada dikkat edilecek nokta: Batı, karikatürler ve Papa nın sözleri üzerinden kendi içinde bir bütünleşmeye gidiyor, tabi bu arada İslam dünyasına yönelik büyük bir saldırının psikolojik zemini hazırlanıyor.

Bundan dolayı, islam âlemi ve müslüman halklar da şia-sünni ihtilafını bir kenara bırakıp batılı ülkelerin tahkir edici söylem ve eylem içerikli saldırılarına karşı kendi aralarında bir vahdet ve birlik oluşturmanın gerekliliğini anlamış olmalıdırlar.

 

İbrahim Çakar

cakar_ibrahim@yahoo.de

[1] Bernard Lewis, “The Roots of Muslim Rage: Why So Many Muslims Deeply Resent the West, and Why Their Bitterness Will Not Be Easily Mollified”, The Atlantic Monthly, Cilt. 266, No.3 (Eylul 1990), s. 47-58

[2] Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?” Foreign Affairs, Cilt. 72, No. 3, (Yaz 1993), s. 22

[3] Samuel P. Huntington, “If Not Civilizations, What?: Paradigms of the Post-Cold War World”, Foreign Affairs (Kasim/Aralik 1993), s. 187-189

[4] Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?”, s. 25

[5] M.E Ahrari, “The Clash of Civilizations: An Old Story or New Truth?”, New Perspectives Quarterly, Cilt.14, No.2 (Ilkbahar 1997), s.56-61

[6] Samuel P. Huntington, “The West Unique, Not Universal”, Foreign Affairs, Kasim/Aralik 1996, s.45

[7] Samuel P. Huntington, “The West, Civilizations, and Civilization”

[8] Samuel P. Huntington, “The West, Civilizations, and Civilization

[9]James Kurth, “The Real Clash”, The National Interest, No. 37 (Sonbahar 1994), s. 3-15.

[10] Samuel P. Huntington, “The West, Civilizations, and Civilization”

[11] Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?”, “The West, Civilizations, and Civilization” ve “If Not Civilizations, What?: Paradigms of the Post-Cold War World”

[12] www.milliyet.com.tr



Yeni yorum ekle