İsrail nasıl savaşı kaybetti?

Sa, 25/05/2021 - 07:44

Siyonist rejim bugünden bir sonraki savaşı bekliyor ve Filistinlilerin de savaşı başlatan, yöneten ve sonuca vardıran taraf olabileceğini kabul etmiş bulunuyor. Uykularını kaçıran da budur.

Welayet News  - Filistinlilerin son savaştaki zaferi öngörülebiliniyordu, zira Siyonist rejim geçen 16 yılda hiçbir savaşı kazanmadı, ne Lübnan ile ne de Gazze ile girdiği savaşta bir kazanım elde etmemiştir. Diğer yandan Filistin direnişi için bu rejimin foyası tümüyle ortaya çıkmıştı. İsrail sadece Gazze kentini hedef alabiliyordu ve belli bir düzeyde insani kayıplara yol açabiliyordu ki bu da kendi başına kendisi için bir zaaf notası sayılıyordu, çünkü bu rejimin hunhar eylemlerini savunma imkanını onun hamilerinden alıyordu. Bu hususla ilgili birkaç nokta bulunuyor:

1. Siyonist rejim prensipte, Filistinli tarafa saldırmaksızın o taraftan saldırıya uğrayacağını beklemiyordu ve bu nedenle savaşı İsrail'in bir gümdem maddesi olarak görüyordu. Aslında son iki yılda Filistinlilerin aşamalı olarak kendisine yönelik yaptığı saldırı hazırlığını fark edemedi. O yüzden, Pazartesi günü Gazze füzelerinin “paralı yerleşimcilerin bölgeleri”ne doğru ateşlenmesiyle savaşın başlamasından hemen sonra Siyonist mahfillerden ve hatta ordunun içinden, İsrail askeri istihbarat servisine itirazlar gelmeye başladı. Bu öngörüsüzlük aslında İsrail’in bu savaştaki ilk yenilgisi sayılıyor.

2. İkinci nokta, Siyonist rejimin bu savaşta yaşadığı mutlak infialdir. Füzelerin Gazze’den Kudüs’teki Yahudi yerleşim birimlerine ateşlenmesinden hemen sonra işgalci rejim bu savaşın başlamasına yol açan üç nedeni direnişin lehine sonlandırdı; yani yargının Şeyh Cerrah mahallesi aleyhindeki kararın uygulanmasını durdurdu, Mescid-i Aksa'nın avlusunda bulunan askerleri oradan çıkardı ve yerleşim birimlerindeki Yahudilerin Kudüs’te oturan Müslümanlara zarar versine mani olacağını söyledi. İşgalci rejim, bu aceleci girişimle Kudüs ve Batı Şeria'daki ortamın sakinleşeceğini ve krizin dineceğini umuyordu, ancak bu gerçekleşmedi ve Kudüs ile Batı Şeria sakinleri rejimin askeri güçleri ile çeşitli yerlerde çatışmaya girdi ve her şey geniş kapsamlı bir intifadaya işaret ediyordu. Bundan sonraydı ki işgalci rejim altı saat gecikmeyle Gazze’ye yönelik bir dizi saldırılar gerçekleştirdi. Ancak aynı zamanda erken saatlerde can kaybına neden olmayacak şekilde hareket etmeye çalıştı. Çünkü şehitlerin, özellikle kadın ve çocuk şehitlerin sayısı ne kadar az olursa, savaşı yönetmesinin kendisi için o kadar kolay olacağını tecrübeyle anlamıştı. Ancak savaş başlamıştı ve ordunun başkomutanının resmi tutumları, rejimin hızlı bir zafer elde etmeye dair kararlılığına işaret ediyordu. İşgalci ordu komutanı, Gazze'ye kara saldırısı yapılması gerektiğinden bile söz ediyordu. Oysa İsrail rejimi gerçekte ne savaşı genişletme peşindeydi ne de kara saldırısı hakkında genel bir sonuca varmıştı. Bu arada Gazze’de 250 hedefin vurulmasının gündemde olduğunu açıklayan  Siyonist ordunun komutanı, birkaç saat içinde bu hedefleri vurarak hem direniş tugaylarını devre dışı bırakabileceğini hem de savaşı bitirebileceğini düşünüyordu. Fakat işgalci ordunun tutum ve eyleminin doğru bilgi ve kararlara dayanmadığı açıktı. Çünkü, doğal olarak, direniş tugayları operasyon başlattığında, direniş kendi imkanlarının ve güçlerinin yerini değiştirmek için ne yapacağını önceden düşünmüştü. Burada İsrail, Hizbullah'la 33 günlük savaşta karşılaştığı aynı durumla karşı karşıya geldi; orada da Hizbullah, savaş başlamadan önce imkanlarının ve kuvvetlerinin yerini değiştirdi ve bu nedenle, düzenlenen bombalama saldırıları onun kabiliyetine zarar veremedi.

3. İsrail, savaşın başlamasından iki saat sonra 250 hedefi vurdu, ancak çeşitli bölgelere ateşlenen füzelerin sayısı azalmadı, bu nedenle İsrail, ateşkes çağrısı yapmak için ilk günden Mısırlı ve Katarlı yetkililerle temasa geçti. İşgalci ordu burada da yanlış hesaplarla ve geçmişteki çerçeveden hareketle Mısırlılarla bir araya geldi ancak Filistinli tarafın taleplerinin çıtası yükselmiş ve bu rejimden imtiyaz alma peşindeydi. İsrail ateşkes talebiyle Kahire'ye girdi ve Filistin tarafının yeni talepleriyle karşılaştıktan sonra Kahire’yi eli boş olarak terk etti.

Savaş, zamanlama açısından "uygun zamanda" gerçekleşti ve bu da Filistin tarafının zekasını ve İsrail tarafının şaşkınlığını gösteriyor. Siyonist rejim iki yılda dördüncü parlamento seçimlerinin yapılmasına rağmen yeni bir kabine kurma konusunda bir başarıya ulaşamadı ve çeşitli partilerle kurumları arasındaki anlaşmazlıklar tırmandı. Böyle bir durumun ardından savaşla karşı karşıya geldi ve ortam seçim ortamı olduğu için onları tek bir pozisyona götüremezdi. Nitekim bu kez savaş başladığında, savaşı başlatan taraf Hamas ve İslami Cihad olduğu halde İsraillilerin hamleleri Filistinli direniş hareketlerinin aleyhine olmaktan ziyade Netanyahu ve işgalci ordu aleyhineydi. Diğer bir nokta, bu savaşın, Siyonist rejimi destekleyen Arap tarafların zayif bir pozisyonda bulunduğu ve uzlaşı sürecinin çıkmaza girdiği bir zamanda başlamış olmasıdır. Savaş çöken uzlaşı sürecinin alternatif bir çözüm yolu olarak bu zamanda  parladı. Dolayısıyla, savaşta “uygun zaman”ın seçilmesi hem İsrail’in iç krizini derinleştirdi hem de uzlaşmacı Arap akımını Filistin dosyasında rol almaktan alıkoydu. Tüm incelemelerden çıkan sonuç şu: İsrail rejimi ve askeri yetkilileri bir savaşın çıkmasıyla, o da bu zaman diliminde, karşı karşıya geleceklerini asla düşünmüyordu.

4. Bu savaş Filistinli taraf için yeni bir “güç gösterme sahesi” idi ve etkili de oldu. İşgalci rejimin Filistin direnişinin şartlarını kabul etmesi, Filistinli tarafın güç gösterme siyasetinin etkili olmasından kaynaklanıydı. Bundan öncesine kadar savaş Siyonist rejimin güç gösterme sahnesiydi, bu nedenle Filistinli tarafın bu savaşlardaki maksimum talebi, ateşkesin sağlanmasıydı. Ancak burada denklem tersine döndü. Filistinli taraf savaşı başlattı. Değişik menzilli çelitli silahları ve kendisine ait gizli savaş silahlarını sahaya çıkardı. İşgalci rejimin bütün coğrafyasını 12 yün boyunca ateş topuna tuttu ve 5 milyon Yahudi’yi sığınaklara gönderdi. İşgalci rejim ise en fazla iki milyon kişiyi kabul etme hazırlığını yapmıştı. Filistin direnişi ateş denklemini kurabildi. Buna karşın, İsrail ordusunun saldırıları sadece Gazze’ye, o da Gazze Şeridi’nin tümüne değil, Gazze kentine yönelikti ve sadece kenti hedef alıyordu. Filistinli taraf bu savaşta musecim ve uyumlu hareket etti hem – Hamas'a, İslami Cihad’a ve Fetih Hareketi’ne bağlı –direniş  tugaylarının birlik içinde hareket etmesi açısında hem de Gazze, Batı Şeria, Kudüs ve 1948 toprakları ile Filistinli kamplarda yaşayan Filistinlilerin kararlı desteği açısından. Buna karşın, İsrailli taraf ise tamamen bölük pürçüktü, Netanyahu karşıtı gösteriler ve Müslümanlar ile 1948 Yahudileri arasındaki çatışma savaş sırasında devam etti.

5. Diğer önemli bir nokta ise şudur: Siyonist rejim bugünden itibaren bir sonraki savaşı beklemeye başlamıştır ve bundan böyle Filistinlilerin de savaşı başlatan, yöneten ve sonuca götüren taraf olabileceğini kabul etmiştir. Bu, İsrail ordusunun uykusunu kaçıran bir konu. Siyonist askeri yetkililer bundan öncesine kadar kendileri için İran'ı birinci tehdit ve Hizbullah’ı ikinci tehdit olarak tanımlıyorlardı ki doğrudur da, ancak bu savaş hayati tehdidin düşündüklerinden çok daha yakın olduğunu gösterdi. Bu tehdit evvela, Filistin toprakları içinde olup ev sahiplerinden geliyor. Bu elbette ki işgalci rejimin İran ve Hizbullah’tan duyduğu endişenin kalkması anlamına gelmiyor, bizzat Filistin'in İsrail için birinci tehdit haline gelmesi anlamına geliyor ve bu yeni bir konu. Şu noktaya dikkat etmek gerek; eğer İran veya Hizbullah işgalci rejime karşı bir girişimde bulunmak isterse kabul edilebilir bir gerekçeleri olması gerekir. Ancak Filistinli tarafın savaşı başlatmak için şu anda bile yüzlerce delili ve gerekçesi vardır. Onun için her an savaş çıkabilir ve bu, işgalci rejimin politikasını derinden sarsıyor. Her an savaşın çıkmasını ve kuzeyden güneye kadar tüm şehirlerinin füzelerle hedef alınmasını bekleyen bir devlet, kendi geleceği için nasıl planlama yapacak ve uygulamasından ümitvar olacak? Dolayısıyla, konuyu özetleyecek olursak diyebiliriz ki, Siyonist rejimin artık istikrarı yoktur, sinirleri sakin değildir, geleceği yoktur ve bundan böyle “çöküş” sözcüğü, onun literatüründeki en yaygın sözcüktür.

Sadullah Zarii - mashreghnews

Çev.: Mehmet Gönül - Welayet News 



Yeni yorum ekle