İran; Deir Yasin değil

Sa, 15/12/2020 - 20:21

İsraillilerin düşünüp uyguladığı şey ile onların operasyon sahasında yaşanan şey arasında bir paradoks var.

Welayet News -  Karşı tarafın yeri boş bırakması için saldırıyorlar ama karşı taraf direniyor ve o saldırıyı boşa çıkarıyor. İsrail’in beklentisi, Deir Yasin’de yaşanan aynı hikayenin İran’da da yaşanmasıdır.

Deir Yasin olayı neydi?

Zarii: İsrail’in kuruluşundan önce meydana gelen bu olayda, Siyonistler Deir Yasin adında bir köyü kuşatırlar. Sonra köyün erkek ve kadınlarını bir meydanda toplayıp önce erkekleri kadınların gözü önünde katledip sonra da kadınları katlederler. Olayı başkalarına anlatsın diye o köyden bir kişiyi sağ bırakıp kaçmasına izin verirler. O da yaşananları diğer köylülere anlatır. Bu olay, köylüleri korkutmak için yapılmıştı. Deir Yasin katliamından sonra yüzlerce Filistin köyü boşaltıldı ve İsrailliler çatışmaksızın gelip bölgeleri ele geçiyordu.

İsrail, İran’da da böyle bir sahne ile karşılaşacağını sanıyor, yani bir hamle yaptığında İslam Cumhuriyeti’nin on tane meydanı boşaltacağını düşüyor ama yanlış düşüyor, zira biz Deir Yasin ehalisi değiliz, 1923 yılında yaşamıyoruz ve işgal koşullarında da değiliz ki İngilizler buraya hakim olsun. Biz zaaf koşullarında değil, çok güçlü bir konundayız ve birbirine kenetlenmiş, savaş görmüş bir millet, deneyimli liderler ve Batı Asya’da geniş bir bölgenin 40 yıllık deneyimi Deir Yasin ahalisinden çok farklıdır.

Bunlar konuları karıştırıyor. Yaptıkları bu suikast karşılığında öyle bir darbe yemeli ki hangi zaman ve mekanda eyleme geçtiklerini hatırlasınlar.

Emperyalizm ve bölgedeki uzantıları bize iki intikam veya karşılıklı darbe borçlu gibi görünüyor. Kanıtlar İranlıların genel olarak duygusallıkla karar almadığını ve derinlemesine düşünerek ilerlediğini göstermiştir ancak, teröristlere yönelik davranışımızın düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zarii: Birinci nokta şu ki, biz bir cephe ile tarafız. Yani karşımızda bir ülke veya bir devlet yok, bir cephe var.

Guadeloupe Konferansı; Amerika'nın İran karşıtı cephesi idi

İnkılabın başından, hatta inkılaptan önce de durum böyleydi, yani 1979’da Guadeloupe Konferansı’na katılanlar oturup İran İnkılabı’nın yok edilmesi ve zafere ulaşmaması gerektiğini söylediler.

Amerika bu konuyu, o dönemin Sovyetler Birliğini’nin de aralarında bulunduğu 8 sanayileşmiş ülkenin Guadeloupe Konferansı’nda onaylamıştı. Demek ki, inkılaptan önce de karşımızda bir cephe vardı ve şimdiye kadar da varlığını sürdürüyor. Amerika'nın bölgesel unsuru da var; Siyonist rejim, Suudi rejimi ve BAE rejimi Amerikan desteğini arkasına almış rejimlerdir. Bunlar beraber hareket ediyor. Biz bunlarla tarafız. Dolayısıyla bir köşede bir olay yaşandığında o olayda tüm bunların rolü vardır ve en azından hepsinin o olaydan haberi vardır.

Neden bu sözü söylüyoruz?

Zarii: Nedeni şudur; karşımızda bir cephe olduğunda ve bu cephenin içinden biri bir yere zarar verdiğinde doğal olarak, hedef alınan o birimin kendisine yönelik tepki vermesini bekler. Suudiler, Şehit Fahrizade suikastında bir rolümüz yoktur demek için neden el ayağa düşmüşler ve hatta kimi yerde üzüntülerini dile getiriyorlar? Çünkü bir cephedirler ve bir cephe içinde gerçekleşen bir işten diğerlerinin habersiz olması anlamsızdır.

Yani biz bir birey ile değil, bir cephe ile karşı karşıyayız?

Zarii: Evet, bir cephe ile yüz yüze olduğumuzu bilmeliyiz. Korgeneral Şehit Kasım Süleymani, 3 Ocak 2020’de Bağdat Havaalanı’nda şehit edildiğinde, görünürde bir insansız hava uçağı kalkıp bir füze fırlattığı ve bir otomobilin infilak ettiği ve bunun yapılması için bir cepheye ihtiyaç olmadığı doğrudur  ancak, bu füze o cephenin içinden fırlatılmıştır. O halde hepsinin bu suikastta payı vardır, rolü bulunmaktadır. 

Maalesef ülke içinde cephenin varlığı inkar ediliyor, ‘Arabistan ile ilişkilerimizi ne yapacağız?’ diyorlar, yani bu cephenin varlığını bile inkar ediyorlar.

İkincisi, içerde bazıları, Amerika’yı Trump Amerikası, Biden Amerikası ya da Obama Amerikası; demokrat Amerika, cumhuriyetçi Amerika, radikal Amerika, radikal olmayan Amerika, AIPAC güdümündeki Amerika ve Siyonist lobisinin dışındaki Amerika şeklinde iki gerçek olarak gösterme gayrentindeler, yalan üreterek bize iki Amerika’yı gösterme çalışıyorlar ve bu ikisinden biri kötü, diğeri iyidir, diyorlar. Ki burada bile hilekarlık yaparak, Trump döneminde de gidelim Trump ile görüşelim diye baskı yapıyorlardı! Bunu unuttuk mu?

Ülkede bu son yılın içinde bazıları müzakere yapalım diye habire baskı yaptılar, mektup yazdılar ve müzakerenin fazileti, faydaları hakkında habire konuştular. Şimdi de gelip diyorsunuz ki Trump olmadıysa Biden olsun, gidelim onunla müzakere edelim. Bunlar, Amerika’nın iki tane değil, bir tane Amerika olduğunu bilmelidir.

Ekonomi, refah ve sağlık gibi kendilerini ilgilendiren diğer konularda iki Amerika’nın olması mümkündür ancak İslam İnkılabı söz konusu olduğunda, Öz İslam ile mücadele söz konusu ise bir tane Amerika vardır ve burada cumhuriyetçi ve demokrat diye bir şey kalmıyor. Bunu, iki Amerika arasındaki bu ayrımın ne kadar idealist, hayali ve gerçek dışı olduğunu söylemek için dedim. Tabi bu beyler, realizm adına konuşuyorlar.

Şehit Fahrizade suikastına yanıtımız keskin ve acil olmalıdır

Yaşanan suikast hakkında kişisel inancımı belirteyim, bir analist olarak Fahrizade’nin şehadetine yönelik yatımızın iki özelliğinin olması gerektiği kanısındayım: Birincisi, bu yanıt acil olmalıdır, yani suikast ve intikam zamanı arasında fazla bir süre olmamalıdır, sürekli demeyelim kendi zamanında (yanıtımızı vereceğiz), kendi zamanı nedir? Eğer iki hafta veya bir ay içinde bir adım attınızsa attınız, yoksa daha sonra faydası olmayacaktır.

İkincisi, yanıtımız keskin ve caydırıcı olmalıdır. Ben bu konuda bir makale yazdım. Yabancı basında da hayli yankı uyandıran o makalede, “Şehit Süleymani’nin şehadetine yönelik tepkimizin, yani Aynu’l-Esad’a yaptığımız operasyonun caydırıcı olmadığını bilmeliyiz. Eğer caydırıcı olsaydı bugün Şehit Fahrizade’nin şehadetine tanık olmazdık. Esasen her türlü güvenlik ve askeri tehdidi onların masasının üstünden, altından ve gündemden tamamıyla silecek bir darbe vurmalıyız” diye yazmıştım. Güvenlik ve askeri tehditler gündemden çıkmamıştır. Onun için Şehit Fahrizade’ye suikast yapılmıştır. Aynu’l-Esad’a yönelik askeri operasyonumuz yeterli olmamıştır. Elbette o zaman da yeterli olmadığını söylemiştik. Önceden Irak’ı bilgilendirmemiz doğru değildi.

Nasıl bir pazıl içinde hareket etmeliyiz?

Zarii: Düşmanın vizyonuna göre değil, kendi vizyonumuza göre hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum. Düşman diyor eğer şahsı ortadan kaldırırsak çatı çöker. Eğer ABD Merkez Kuvvetler (Centcom) Komutanı’nı vurursak veya Netanyahu'yu hedef alırsak Amerika ve İsrail'in çatısı çöker mi? Bir şeyi unutmamamız gerekiyor, tepkimiz içimizi serinletmek için olmamalıdır, bir tane vuran bir tane yemelidir dememeliyiz. Biz bu topraklarda artık Fahrizadelerin suikasta uğramaması konusunda emin olmamız için vurmalıyız.

Bir kişiyi vurmakla bu hedefe ulaşamayız. Düşman için insani yıkım icat etmeliyiz. Bir Süleymani şehit düşünce en az 2000 Amerikalı’yı öldürmeliydik. En azından iki bin Amerikalıyı öldürmeliydik çünkü Süleymani’yi öldürürken kendilerinden de “Petraeus” gibi bir kişinin öldürülmesine kendilerini hazırlamışlardı. Onların gözünde bu kişinin bir değeri yoktur, kendilerini buna hazırlamışlardı. Ama kendileri için hegemonyaları değerliydi ve düşmandan yüksek sayıda kişiyi öldürebilmemizin caydırıcı etkisi vardır. Bu olay, korku icat eder. Biz macerayı sonlandıracak şekilde vurmalıyız. Kuran da, vuracağınız darbe düşmanın size karşı düşüncesini değiştirecek bir darbe olmalıdır diye bize yol göstermiştir: “Siz de onlara karşı gücünüz oranında kuvvet ve atlı birlik hazırlayıp, bu yolla hem Allah düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı, hem de bunlar dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği daha başkalarını yıldırıp caydırabilesiniz”. Bu nedenle, darbenin caydırıcı olması gerekiyor.

Darbe veya intikam vakti ne zamandır?

Zarii: Karşı darbe gecikmemesi gerekir diye düşünüyorum. Zaaf kokusunu veren –yeri ve zamanında intikam alacağız, Netanyahu’nun zemininde oynamayız türünden –kelimeleri bir yana bırakmalıyız.

Biz kendi darbemizi nispeten kısa bir süre içinde vurmalıyız. Yaşanan facia ile vuracağımız darbe arasına uzun bir zaman girmemelidir. Tepkimizin hacmi, İsrail’de bir kişinin öldürülmesi, bir yerin hedef alınması düzeyinde olmamalıdır. Bu suikast dosyasını tüm bölgede sonlandıracak düzeyde bir darbe vurmalıyız ve gerçekten bunu yapabiliriz.

Karşı darbe ne kadar muhtemeldir?

Zarii: Allah’ın izniyle kısa bir zamanda darbemizi vurmak için hazırlık içinde olduğumuzu düşünüyorum.

Bu suikastın bölgenin güvenliği ve ülkenin iç güvenliği üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Zarii: Öncelikle, güvenliğimiz hedef alınıyorsa, demek ortada bir güvenlik var ki İsrailliler onu hedef alıyor. Bunun anlamı şu: İsrailliler bu eylemde gelip var olan bir şeyi hedef aldılar ve o şey de güvenliktir.

Bana göre, bizim imtiyazımız ve üstün noktamız iç güvenliğimizdi ve hala da öyledir. İran’ın kaynayan ve sorunlarla dolu Batı Asya’da güvenli bir gemi olduğunu dünyaya diyebilirdik ve hala da diyebiliriz. O yüzden İsraillilerin almak istediği sonuç, İslam Cumhuriyeti'nde güvenliğin değerini düşürmekti. Güvenliğin değeri düşerse ne olur? Her şeyden önce İran’ın dış itibarı büyük ölçüde zarar görecektir. Lübnan'da İsrail karşısında göğsünü siper eden ve siyasi arena'da büyük bir coşku ile yer alan bir mücahid düşündüğü kadar sağlam bir dayanağa sahip olmadığı hissine kapılacaktır. Bu da onun ruhiyesini zayıflatırken muhaliflerini de kendisine karşı cesaretlendirecektir ve süreç bir dereceye kadar onun zararına değişime uğrayacaktır.

Ülke içinde de güvenliğin varlığından aldıkları şevkle pek çok zorluklara tahammül eden ve zorluklar içinde olsak da iyi bir güvenliğimiz var diyerek Allah’a şükreden halka, İsrail şunu diyecektir: Hayır! Güvenlik diye bir şey yoktur. Dolayısıyla, bu imtiyazı ve değerli mücevheri İslam Cumhuriyeti’nin elinden almak istiyor.

İsrail’in suikasta ilişkin analizinin perde arkasında sokak isyanları yatıyor

İçerde nizama karşı bir girişimde bulunmak isteyen ve nizamı zaaf pozisyonunda gören o kitle cesaretlendirilmiş olacak ve buna karşın, içerde gönül rahatlığı ile nizamı destekleyen halk ye’s ve zaaf içine düşüp nizamdan uzaklaşmış olacaktır. Kitlesel desteklerin yokluğunda ise nizama muhalif akım halka galip gelip iş bitmiş olacaktır.

İsrail’in suikasta dair analizinin perde arkasında sokak isyanları bulunuyor. Onlar bir suikastle bir kimseyi ve bir yeri hedef aldıklarını söylemiyor, belki bu suikastle İran’ın zayıfladığını, artık içerde nizama karşı harekete geçme zamanı gelmiştir işaretini veriyorlar.

Şimdi eğer elitlerin ve yetkililerin bu konu hakkındaki açıklamalarında ihtilaf olursa ve bu konuya yönelik tepkimizde tereddüt gösterirsek o zaman düşmanın sahasında oynuyoruz demektir. Vakti değil, zamanı geldiğinde tepki göstereceğiz dediklerinde bu, Netanyahu’nun tasarladığı sahada oyun oynuyoruz demektir. Eğer Netanyahu’nun sahasında oyun oynamak istemiyoruz dedikse bu tam da Netanyahu’nun sahasında oynadığımızı gösterir. Kendi sahamızda oyun oynamak, düşmanın hesabını etkileyebilmek için, toplumsal ortamı olumlu etkileyebilmek için acil ve güçlü eylem ortaya koyma noktasında gereken dikkati göstermek demektir. Eğer ihmalkarlık yaparsanız bir sonraki hadiseyi ve Fahrizadelerin şehadetini beklemelisiniz.

Eğer darbe vurmazsak hükümete yönelik toplumsal baskıyı beklemeliyiz. Eğer bu suikastler acil tepki ile karşılaşmazsa bu durum, hizbullahilerin nizamı eleştirmesine neden olacaktır. Zira onların duyguları yaralanmıştır ve bir şeyin yapılmasının beklentisi içindeler ama bir şey yapılmıyor. Öte yandan İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenleri nizama ve halka karşı yıkıcı eylemler yapmak için cesaretlendiriyorlar. Buna binaen, akla ve mantığa dayalı bir analizle düşmanı bulunduğu noktada durdurmamız gerekir ve Şehit Fahrizade suikastı düşmanın İran’da gerçekleştirdiği son suikast olayı olmalıdır.

Şehit Kasım Süleymani ve Şehit Fahrizade suikastına bakarak direnişin bölgedeki geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zarii: Korgeneral Süleymani’nin şehadetinden Şehit Fahrizade suikastına kadarki mesafede direniş cephesi önemli bir deneyimi geride bıraktı. Neydi o deneyim? Şuydu; Amerikalılar, İsrailliler, Suudiler ve Avrupalılar Irak ve Lübnan siyasi arenasını değiştirme yoluna düştüler. Suriye de bazı adımlar attılar ama özel bir şekilde Irak ve Lübnan’da çabalarını yoğunlaştırdılar. Bunlardan her birinin kendisine göre bir takım hassasiyetleri bulunuyor.

Irak, bir nevi Arap ve Batı’nın İran’a açılan kapısı olup İran’la bitişik olan tek Arap ülkesidir. Lübnan da Siyonist rejim için en çok kaygı nedeni olan bir ülke olarak hassas bir konuma sahiptir. Bunlar, General Süleymani’nin olmadığı bu bir yıllık sürede Lübnan’ı değiştirmek için geldiler. Elbette macera Süleymani’nin şehadetinden önce, Eylül ayının civarında başlamıştı ancak bu, sahnenin ilk başlangıç noktasıydı ve Korgeneral Süleymani’nin şehadeti üzerinden geçen bu bir yıl içinde devam etti.  

Peki şimdi sonuç ne? Daha dün Avrupalı bir gazeteci, Macron’un Lübnan planının çöktüğünü yazmıştı ve bunun nedenini şöyle izah etmişti: Fransızlar kibirlenerek orada asli kartları elinde bulunduran bir İran’ın da var olduğunu kabul etmek istemediler, zira Macron’un Lübnan hakkındaki projesinin çöktüğünü, hatta Lübnan’da elimizden bir şey gelmiyor dercesine ellerini yukarıya kaldırdıklarını görmek istemediler.

Irak’ta da plan şuydu: Sayın Abdülmehdi hükümetini dağıtarak Amerikalılar Irak'ta işin başına gelecekti ve siyasi kimlik bakımından Irak dönüştürülecekti. Şimdi bir yıldan sonra gündeme gelecek olan ve bir gazetenin de yazdığı şu sözdür: Bir çok Amerikalı diplomat Irak’tan ayrıldı. Son bir iki hafta içinde 500 Amerikan askeri Irak’ı terk etti ve bu bir yıllık süre zarfında Irak'tan ayrılan Amerikan askerlerinin sayısı 2500’e ulaştı.     

Irak ve Lübnan’ın gerçeği bu. Dolayısıyla direniş cephesi zayıflamış değildir. Bu bir yıllık sürede değişim için yaptıkları General Süleymani döneminde aynı amaçla yaptıklarından çok daha fazladır. Ne o zaman başarılı oldular ne de Şehit Süleymani’den sonra başarılı oldular.

General Süleymani çeşitli ülkelerin bölgedeki terörist elemanlarını, İŞİD’i ve Amerika’yı tek başınaki yenemezdi. O, bir cephe oluşturarak tün bu güçlere galip gelmeye yetecek kadar güç sağlamıştır. Bu yüzden, Korgeneral Süleymani’nin şehadeti nasıl İran milleti için çok acıklı olmuşsa Serdar Fahrizden’in şehadeti de İran milleti için acıklı olmuştur.

Serdar Fahrizade’nin şehadetinin açtığı yara İran halkı için belki de Serdar Süleymani’nin şehadeti ile açılan yaradan daha derindir. Çünkü Şehit Serdar Fahrizade suikastı Serdar Süleymani’nin şehadetini çağrıştırdı, akla getirdi ve yaraya serpilen tuz biber oldu. “Ah başka bir kederle tazelenen kederin elinden”.  

Serdar Fahrizade’nin şehadeti ile bir yara tazelendi. Bu, olayın acıklı bir boyuttur. Diğer bir boyutu, bireyden ibaret olmayan, harıl harıl çalışan dinamik bir hareketin İran’da ve bölgede bulunuyor olmasıdır. Şu anda Amerikalıları en çok edişelendiren şey, 2021 Haziran seçimlerinde Amerikan karşıtı hizbullahi güçlerin seçilmesidir.

Amerikalılar hem darbe vuruyor hem hizbullahi güçlerin iş başına gelmesinden endişe ediyor. Amerikalıların İran’ı tanımadığı açık. Bölgede bir ferd değil, bir akım, bir hareket vardır. Şimdi rahatsızlıklarını dile getirmelerinin manası da bununla bağlantılıdır. Birkaç litre suyun alınmasıyla bu kükreyen nehire bir zarar gelmez. Dolayısıyla Fahrizadelerin şehadeti acıklıdır ancak Fahrizadeleri yetiştiren bir millet için endişe verici değildir.

Fars Haber Ajansı

 

Çeviri: Mehmet Gönül

Welayet News

 

 



Yeni yorum ekle