Korkakların tarihi yorumlama hakkı da yoktur!

Pt, 19/10/2020 - 21:23

Her bireyde cesaret sıfatının eksikliği bir ayıptır ama bir ülkeyi yönetenler için katbekat daha büyük bir ayıptır ve tabi ki o ülkenin halkı için de daha zararlıdır.

Welayet News  - Yiğitlik ve atılganlık anlamına gelen ve ahlaki faziletlerden biri olan cesaret, kişinin zor işlere girişmekten korkmaması, düşman karşısında ve zorlukları göğüslemekte kalp kuvvetine sahip olmasını sağlayan insani bir hale tekabül eder.

Cesaret, öfke gücünün (kuvve-i gadabiye) istikametli ve itidalli kılınması olarak da tanımlanmıştır. Dolayısıyla tehevvür, cesarette ifrata düşmenin sonucu olmadığı gibi korkaklık ve ürkeklik de tefrite düşmenin sonucu değildir.

Cesur insan, ruhi güç ve kalbi kuvvete sahip olduğu halde öfkesini aklın gücü ile dizginleyen kimsedir.

Ahlak alimlerinin ayet ve hadislerden hareketle cesaret erdemini dört üstün fazilet  –hikmet, adalet, cesaret ve iffet –sıralamasına yerleştirmesi dahi bu faziletin ehemmiyeti ve konumunun gösterilmesi için yeterlidir.

Her bireyde cesaret sıfatının eksikliği bir ayıptır ama bir ülkeyi yönetenler için katbekat daha büyük bir ayıptır ve tabi ki o ülkenin halkı için de daha zararlıdır.

Kuranı Kerim’de, cesaret ve Allah'tan başka kimseden korkmamak Allah'ın risaletini üstlenen kişilerin özelliklerinden sayılmıştır. “Daha önce gelip geçen o peygamberler, Allah'ın vahiylerini tebliğ eden, Allah'tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah, hesap görücü olarak yeter” (Ahzab: 39)

Değerli cesaret vasfı, sadece bireyin amellerini, teşebbüslerini etkilemiyor, onun konularla ilgili yorumlarını ve çıkarsamalarını da etkiliyor.

Gerekli ilimlere sahip olma zarureti dışında, cesaret vasfı da Kuran’ın, hadislerin, tarihin ve diğer meselelerin yorumlanmasında etkilidir ve cesur bireyin yorumu, fakihliği, nakilleri ve tarihi rivayetleri cesur olmayankinden farklıdır!

Korkaklar, düşmana karşı Allah yolunda cihad etme ayetlerini görmüyorlar ve okumasından da ürküyorlar.

Bu tip kişiler, şanı yüce İslam Peygamberi’nin yüzlerce gazve ve seriyyesini unutup Hudeybiye Barışı’nın tahrif olunmuş bir rivayetine sarılıyorlar ve bu barış antlaşmasının kazanımlarını Peygamber’in gazvelerinden daha önemli bulmakta ve “Ali’nin Hendek Muharebesi günü vurduğu bir kılıç darbesi, tüm ins ve cinnin ibadetinden üstündür” hadisini görmezden gelmekteler.

Bu kişiler farkında değiller, eğer o mücahedeler, mücadeleler olmasaydı Hudeybiye Barışı’na sıra gelmezdi ve İslam hicretten önce, daha Mekke’de iken ya da Bedir savaşı sırasında bitme noktasına gelirdi.

Bu fertler, Eimme-i Ethar’ın (a) baştan başa mücadele ve cihad ile dolu tarihinden de sadece İmam Hasan’ın (a) barışını, o da tahrif edilmiş bir şekilde öne çıkarırken, tüm Aşura destanından ise sadece Ömer bin Sa’d ile yapılan müzakereyi, o da tahrif edilmiş suretiyle öne çıkarmaktadır!

Bunlara diyeceğimiz son söz, şu ayeti kerimedir: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez” (Tevbe: 24).

 

Çeviri:Mehmet Gönül

Welayet News 



Yeni yorum ekle