BİRLEŞİK İSLAM CUMHURİYETLERİ VE MUSTAZAFLAR BİRLİĞİ

Ct, 30/05/2020 - 15:35

Günümüz ileri gelen düşünürlerinin birçoğu, maneviyat ve dine yönelişin günbegün artmaya başladığı çağımızı “İmam Humeyni Çağı” olarak adlandırmışlardır.

Welayet News - Günümüz ileri gelen düşünürlerinin birçoğu, maneviyat ve dine yönelişin günbegün artmaya başladığı çağımızı “İmam Humeyni Çağı” olarak adlandırmışlardır. Bu çağda, İmam Humeyni’nin önderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı’nın zaferiyle birlikte, tevhit bayrağının bütün dünya semalarında dalgalandırılacağı bir süreç başlamıştır.

Bu inkılabın İran’daki zaferinin tarihsel arka planı; sosyal-siyasal zemini ve akidevi temelleri birçok araştırmacı tarafından mütalaaya tabi tutulmuş, etraflıca incelenmiştir. Hiç kuşkusuz, bu araştırmaların alanını genişletmek ve daha derin çözümlemelerle konuyu ele almak, özellikle İslam dünyasının karanlık girdaplara giriftar olduğu, basiretlerin köreldiği günümüzde büyük öneme haizdir.

Bu doğrultuda atılacak adımlardan ilki, İslam İnkılabı’nın en  önemli rüknü olan önderliğinin tanınmasıdır. İmam Humeyni’nin ilmî kariyeri, irfani düşünce ve manevi kişiliğiyle İslam tarihinde ender rastlanan kişiliklerden biri olduğu, bu sahalarda söz sahibi olan hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Ancak tabii olarak,  adının tarihin tanık olduğu en büyük inkılaplarından biriyle anılıyor olması,  Onun “siyasi” kişiliğinin ön plana çıkmasına zemin hazırlamış, daha çok bu alandaki düşünce ve pratiğiyle dikkatleri celbetmiştir.

Biz bu çalışmada, İslam ümmetinin bugün için yüz yüze bulunduğu koşulları da göz önünde bulundurarak, İmam’ın siyasi düşüncesini ana hatlarıyla tanımaya çalışacak, önemine binaen “İslami Vahdet” ve “Müslümanların Birliği”  konusunun bu düşüncedeki yeri ve önemini inceleyeceğiz.

1.GİRİŞ

İmam’ın siyasi çizgisinin en belirgin yönü ve en çok vurguda bulunduğu nokta, “İslam Dünyası’nın Birliği İdeali”dir. Bu hedefe giden yolda ise ilk atılacak adım, İslami Vahdet’tir.  İmam, İnkılab’ın zaferinden yıllar önce  “İslam’da Devlet”  teorisini açıkladığı “Velayet-i Fakih” kitabında, İslami Vahdet’in ancak ve ancak bir İslam devletinin tesisiyle gerçekleşebileceğini belirtmiştir. İlahi-siyasi vasiyetnamesinde ise bir sonraki adımın “Birleşik İslam Cumhuriyetleri” hedefine yönelmek olduğunu bütün dünya Müslümanlarına hatırlatır. Bu doğrultuda  bir çağrıda daha bulunur: “Dünya Mustazaflar Örgütü”.

Çoğu konuşmasında bu ad altında bir örgütlenmenin gerekliliğinden bahseder. Bu çalışmamızda, İmam’ın konumuzla ilgili sözlerinden özet bir derleme sunmaya çalışacağız: İmam Humeyni’nin inanç ve amel dünyasının ana mihveri ve odak noktası, Allah için yaşamak ve ödev bilincidir. İmam, daha çok genç bir yaşta ve inkılabi kişiliğinin yeni yeni şekillenmeye başladığı yıllarda, inkılab tarihinin en eski belgesi diyebileceğimiz bir yazısında, bir insanın her iki dünya saadetinin “Sadece Allah İçin Yaşamak” ilkesine bağlılıktan geçtiğini ve dünya Müslümanlarının bütün problemlerinin bireysel çıkarlar ve nefsani arzuların tuzağına kapılmaktan kaynaklandığını dile getirir. İmam, İslam mektebinin en temel ögelerinden olan “Vahdet” kavramına sürekli vurguda bulunur: “İslam mektebini çok iyi öğrenmeliyiz.

İslam; bütün inananları, nerede olurlarsa olsunlar bütün müminleri kardeş bilir: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz!” der. Başka bir yerde de “Birbirinizle çekişmeyiniz, aksi takdirde dağılır, paramparça olursunuz!” diye buyurur. Müslümanlar ancak bu ilahi çağrıya kulak verdikleri zaman, süper güçlerin boyunduruğundan ve başlarındaki fasit yönetimlerin kıskacından kurtulabilirler. İmamın, “Müslümanların Birliği” ülküsünün tahakkuku için ortaya koyduğu bir projeden söz edebilir miyiz?  Evet. İmam, ‘Velayet-i Fakih’ kitabında bu konuyu aydınlatır. İlk önce dünya emperyalizminin İslam dünyasındaki planlarını deşifre eder ve Müslümanların başına musallat olmuş kukla yönetimlerin bozuk ve çarpık yapılarına değinir. Bu çıkmazın ancak güçlü bir siyasi donanım ve inkılabi bir çıkışla aşılabileceğini belirtir ve bütün İslam ülkelerinde gerçekleşecek bu inkılabın dünyanın bütün bölgelerine yaygınlaştırılması gerektiğini vurgular.

Bu doğrultuda Müslüman halkların, özellikle de İslam ulemasının üstlenecekleri misyonun önemine dikkat çeker. İmam’ın kendisi, bizzat bu doğrultuda hareket etmiştir. 1969 yılında Irak’ta vermiş olduğu fıkıh derslerinden derlenen söz konusu kitapta şöyle der: “Hem akıl hem de şeriat hükmeder ki İslam dünyasına musallat olmuş İslam dışı ve İslam karşıtı yönetimlerin, işi bu şekilde devam ettirmeleri karşısında sessiz kalmamalıyız. Bu sözümüzün apaçık gerekçeleri vardır: En başta İslam dışı siyasi düzenlerin iş başında olmaları, İslam’ın siyasi programının işlevsiz kalması demektir. Dahası, bu düzenler şirk düzenleridir. Bu, tağutların hâkimiyeti demektir ve bizler Müslümanlığımızın bir gereği olarak hayatımızdaki bütün şirk unsurlarını temizlemek ve ortadan kaldırmakla yükümlüyüz.

Bu, fert fert bütün Müslümanların yerine getirmeleri gereken bir vazife ve İslam’ın siyasi bir inkılapla yeniden hâkimiyeti yolunda atılması gereken bir ilk adımdır.” Konunun devamında İslam yurdunun sömürgeciler eliyle diktatör yöneticiler ve satılık siyasetçilerin desteğiyle özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra bölünüp parçalandığı ve küçük küçük devletçiklerin yaratıldığı bir süreçten sonra, sömürgeciler tarafından atanmış memurlar ve uşakların yönetimine devredildiği gerçeğini dile getirir. Sözlerine devamla: “Bütün İslam ümmetinin vahdetini sağlamak ve sömürgecilerin ve yerli uşaklarının işgali altındaki İslam yurdunu özgürleştirmenin tek yolu, bir İslam devletinin teşkilidir. Çünkü Müslüman halkların vahdeti ve özgürlüklerine kavuşabilmeleri, ancak ve ancak zalim ve kukla yönetimlerin alaşağı edilmeleri ve adil bir İslam devletinin  hâkimiyeti ile mümkündür.

Bir İslam devletinin varlığı, Müslümanların düzen ve birliklerinin korunması açısından zorunludur. Hz. Fatma’nın bir hutbesinde buyurdukları gibi “İmamet, düzen ve dirliğin muhafazası ve Müslümanlar arasındaki ayrılıkların birliğe dönüşebilmesi için gereklidir...”

2. DÜNYA MUSTAZAFLAR BİRLİĞİ / İSLAMİ VAHDET / BİRLEŞİK İSLAM CUMHURİYETLERİ

İmam, inkılabi çıkışının başlarında ulemadan bir grupla birlikte kaleme aldığı bir mektubunda şöyle der: “Biz, İslam’ın belirlemiş olduğu program doğrultusunda, İslam ümmetinin birlik ve beraberliğini hedeflemiş bulunuyoruz. Amacımız, İslam yurdunun birliğidir. Bu çerçevede yeryüzündeki her mezhepten bütün Müslümanları kardeş biliriz...” Bu görüşlerin gündeme getirildiği dönemlerde birçok kesim, bu cümleden olarak kimi dindar kesim, İmam’a karşı çıkar ve  “Biz, İslam’ı ve adaleti bütün yeryüzünde hâkim kılabilecek bir güce sahip değiliz.

Bu sorumluluk bizi aşar, haliyle kimse; bizi sorumlu tutamaz!” der. İmam, bu tür sözlere şöyle karşılık verir: “ İslam’ın belirlemiş olduğu hedeflere doğru yürürken karşılaşacağımız sorunlar, ertelemeler ve gecikmeler bizi temel ilkelerimizden vazgeçirmemeli. Bizler hepimiz- görevlerimizi yerine getirmekle yükümlüyüz; sonuca/zafere ulaşmakla değil! Peygamberler ya da Masum İmamlar, sadece yaşadıkları zaman ve mekânlarda sonuca ulaşmakla yükümlü olsalardı, hiçbir şekilde kendi pratik olanaklarını aşan alanlara açılmaz ve bu sahada konuşmazlardı. Dünyevi hayatlarında tahakkuk ettiremeyecekleri genel ve uzun vadeli hedeflerden bahsetmezlerdi...” İmam, İslam İnkılabı’nın zaferinden sonrada takip ettiği hedef gereği, inkılabın İran sınırlarının dışına taşırılması ve Müslüman halkların uyanışı için büyük çabalar sarf etti.

Bu doğrultuda şöyle der: “Ben açıkça ilan ediyorum ki İran İslam Cumhuriyeti var gücüyle yeryüzündeki tüm Müslümanların İslami kimliklerinin yeniden ihyası için yatırımda bulunacaktır. Dünya Müslümanlarının bütün yeryüzünde iktidar olabilme yolunda takip edecekleri temel ilkelerden vazgeçmelerini ve güç sahiplerinin, makam ve para sevdalılarının entrikaları önünde eğilmelerini gerektirecek hiçbir neden göremiyorum...”  İslam inkılabının zaferinden yaklaşık bir yıl sonra bir konuşmasında, İslami mahiyeti olan bir inkılabın, bir ülke sınırları içerisine hapsedilemeyeceğini dile getirir: “İslam adına gerçekleşen bir hareket sınırlanamaz, değil sadece bir ülke hatta İslam dünyasıyla bile sınırlı tutulamaz. İslami hareket, Peygamberlerin öncülüğünü yaptıkları evrensel bir hareketin  idamesidir. Peygamberlerin davaları bölgesel değildi. İslam Peygamberi Hicazlı idi ancak çağrısı, Hicaz’la sınırlı, oraya has değildi. Bütün dünyaya seslenen bir çağrıydı...”   İnkılab’ın 1. Zafer Yıl Dönümü’nde şöyle der: “Biz, inkılabımızı bütün dünyaya ihraç edeceğiz. Çünkü İnkılabımız İslami’dir. La İlahe İllallah Muhammed-un Rasulullah şiarı, bütün dünyada yankılanıncaya kadar bu mücadele devam edecektir.

Dünyanın herhangi bir yerinde, dünya istikbarına karşı mücadele var oldukça biz de var olacağız...” İmam, her zaman İnkılab’ın tüm yeryüzünde yaygınlaştırılması ve müstekbirler karşısında tüm dünya mustazaflarının desteklenmesi hususuna vurguda bulunur: “Eğer biz, eli kolu bağlı oturacak olursak kesinlikle yok oluruz. Süper güçler ve bütün güç odaklarıyla hesaplaşmamızı açıktan açığa yapmalı ve bir an önce sonuca ulaşmalıyız. Onlara, bütün sıkıntılarımıza rağmen mektebi ve ilkeli bir duruşa sahip olduğumuzu göstermeliyiz...” İmam’ın uzun vadede göz önünde bulundurduğu hedef, bütün Müslümanları çatısı altında birleştirecek bir İslam Devleti’nin teşkilidir. Bu doğrultuda en büyük sorumluluğu Müslüman milletlerin alması gerektiğini savunur.  İmam, İnkılab’ın ilk aylarında Müslüman halklara şöyle seslenir: “Ben, ecnebilerin propaganda ve büyük çalışmaları sonucu birbirlerinden ayrılmış ve karşı karşıya konuşlandırılmış Müslüman milletler kendilerine gelir, el ele verir, büyük bir İslami devlet, La ilahe illallah bayrağı altında birleşik bir güç meydana getirirler ve bu güç, tüm dünyaya galip gelir ümidini taşıyorum...” İlahi-siyasi vasiyetnamesinde, bütün dünya Müslümanlarına ve mustazaf halklara hitaben kıyama kalkışmalarını, inkılabi bir çıkış yapmalarını ve açıktan açığa özgür ve bağımsız cumhuriyetlerden müteşekkil bir İslam Devleti’nin kurulması hedefine doğru hareket etmelerini ister: “Benim bütün Müslüman ve mustazaf halklara vasiyetim şudur ki yerinizde oturarak ülkelerinizdeki iktidar sahiplerinin veya yabancı güçlerin, kendiliklerinden sizlere bağımsızlık ve özgürlüğünüzü takdim edecekleri algısına kapılmayınız.

Çağımızın gerçeği ortadadır. Hem kendi gözlemlerimiz hem de muteber tarihî kaynaklar bir kez daha göstermiştir ki İslam ülkelerine ve diğer bazı küçük ülkelere büyük sömürgeci güçlerin ne kendileri ne de kukla yönetimleri; bağımsızlık, özgürlük ve refah adına hiçbir şey götürmemiştir. Bundan sonra da götürmeyeceklerdir.  Siz ey dünya mustazafları, ey Müslüman ülkeler! Ayaklanınız, haklarınızı diş ve tırnaklarınızla söküp alınız! Süper güçlerin ve onların yardakçılarının yaptıkları kuru gürültü propagandalardan korkmayınız! Emek ve alın terinizi düşmanlarınıza ve İslam düşmanlarına peşkeş çeken cinayet sürüsü yöneticilerinizi ülkelerinizden kovunuz.  Ülke için emek vermiş sınıflar olarak yönetimi ele geçiriniz...

Özgür ve bağımsız cumhuriyetlerden müteşekkil bir İslam Devleti’ne doğru hareket ediniz. Bu devletin teşkiliyle bütün dünya müstekbirlerine diz çöktürür, bütün mustazafları yeryüzünün öncüleri  ve varisleri kılarsınız! Allah’ın vaadi olan o günlere erişmek ümidiyle!...” İmam, bu hedefe doğru somut adımlar atabilmek için birçok kez “Mustazaflar Örgütü/Partisi” adı altında evrensel düzeyde bir teşkilatlanmanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. 1979’da “Kudüs Günü” münasebetiyle -dünya Müslümanlarının Kudüs işgalcisi siyonist rejime karşı dayanışma günü olarak tanımladığı bu günde- şöyle der: “Kudüs Günü, İslami bir gündür.

Müslümanların yekpare bir hareket sergileyecekleri özel bir gündür. Bu günün, dünya çapında “Mustazaflar Örgütü” adı altında bir teşkilatlanma girişimi için bir ilk adım olmasını ümit ediyorum... Ben, bütün dünya mustazaflarının el ele verecekleri böyle bir oluşumla mazlum halkların düçar oldukları bütün sorunların hallolunacağına inanıyorum... Biz defalardır tekrarlar dururuz ki İsrail -şu fitne kazanı- Kudüs’le yetinmeyecektir. Fırsat verilecek olsa bütün İslam âlemi tehlikenin kucağına düşecektir.

Geçmiş hatalar telafi edilmeli, Müslüman halklar el ele vermeli, bir birlik oluşturmalı; cani Amerika ve onun beslemesi, fesat yuvası İsrail’in başını çektiği dünya istikbarına  karşı “Mustazaflar Örgütü” adı altında teşkilatlanmalıdır. İmam, İslam ülkelerindeki yönetimlerin kendilerine gelmeleri, özlerine dönerek İslam’ın çağrısına kulak vermeleri ve kendi aralarında bir güç oluşturmaları doğrultusunda büyük çabalar sarf etmiş ne yazık ki O da Seyyid Cemalettin gibi elle tutulur bir sonuç alamamıştır.

Bu yüzden, daima halkları muhatap almıştır: “Müslümanların bütün sıkıntılarının kaynağı şu ihtilaflar ve ayrılıklardır. Biz, yirmi yıla yakın bir zamandır hep tavsiyelerde bulunduk, konuştuk, yazdık, çağrıda bulunduk. İslam ülkelerinin başlarını birlik ve beraberliğe çağırdık. Ama ne yazık ki bugüne kadar kimseden olumlu bir cevap alamadık...”  Mısırlı meşhur yazar M. Hasaneyn Heykel’le yapmış olduğu bir röportajda şöyle demiştir: “Bizim en büyük arzumuz diğer milletlerinde bu yolda bize katılmalarıdır. İslam’ın buyurduğu üzere Müslümanlar kardeştirler. Ne var ki benim artık devletlerden bir  beklentim yok... Halklara gelince… Ben ümitliyim...” İmam, İslam İnkılabı’yla birlikte Müslümanların siyasi boyutta bir birlik oluşturabilmeleri için bir model oluşturmaya çalışmıştır.

Aynı zamanda mezhepler arası özellikle de Şia ve Ehl-i Sünnet arasında bir yakınlaşmanın gerekliliğine sürekli vurguda bulunmuş ve bu iki mezhep arasındaki ihtilafların, milletler arasındaki ayrılıklardan daha az tehlikeli sayılamayacağına inandığını dile getirmiştir. İmam, “Milliyetçilikten daha tehlikeli olan, Ehli Sünnet Ve-l Cemaat ve Şia arasında ihtilaf yaratmak, kışkırtıcı ve Müslüman kardeşler arasında düşmanlık zemini yaratacak propagandalar yapmaktır...”  Ehl-i Sünnet’e mensup bir topluluğa hitaben yapmış olduğu bir konuşmasında, “Benim özellikle belirtmek istediğim mesele şudur ki Sünni kardeşlerimiz, bizimle kendileri arasına bir fark koymanın İslam’la bağdaşacağını zannetmesinler.

Nasıl ki sizde dört mezhep varsa ve nasıl ki şu ya da bu mezhep iki ayrı mezhep sayılmalarına rağmen kardeş sayılıyorlarsa Şia da beşinci mezhep sayılsın! Arada düşmanlık yok, hepsi kardeş, hepsi Müslüman, hepsi Ehl-i Kur’an ve Resul-i Ekrem’in takipçisi!..”

3. SONUÇ

 İmam, büyük bir İslam Devleti’nin gerekliliğine sağlam bir inanç ve İslam dünyasının birliğine yönelik ciddi bir duyarlılık taşıyordu. Bu inanç ve duyarlılıkla mevcut ülkelerin ulusal ve jeopolitik şartlarını da göz önünde bulundurarak birkaç aşamalı bir süreç öngörür ve kendine özgü realist bir yaklaşımla çok boyutlu bir proje ortaya koyar. İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın harcını ilk yoğuranlardan biri de İmam Humeyni’dir.

Bu Anayasası’nın 11. Maddesinde bu husus şöyle tescil olunur : “Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz (Enbiya 92).” ayeti celilesinde beyan olunduğu üzere, bütün Müslümanlar tek bir ümmetin bireyleridir. İslam Cumhuriyeti Devleti, temel siyasi stratejilerini Müslüman halkların birlik ve beraberliklerini temel alarak belirlemeli, İslam Dünyası’nın siyasi, ekonomik ve kültürel tüm alanlarda vahdet içinde olması hedefine yönelik adım atmalıdır.” İslam Cumhuriyeti’nde, İmam’ın hedeflediği idealler doğrultusunda ne kadar yol alındığı ve hangi adımların atıldığı konusuna gelince…

Bu, başlı başına bir araştırma konusu olabilir. Ancak, bu çerçevede özetle şu hususlara değinebiliriz:

• Tüm Müslümanların, Filistin meselesine sahip çıkmaları ve bu gayeyle bir araya gelmeleri için Ramazan ayının son cumasının “Kudüs Günü” olarak belirlenmesi

• Vahdet Haftası etkinlikleri

•  Hacc’ın siyasi boyutunun ön plana çıkarılması

• Siyasi-Kültürel faaliyetler

• Uluslararası Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği’nin tesisi (1989).

İslam’ın ruhundan özümsenen bu yüce idealler; dünya istikbarının yanı sıra, iç cephede de büyük engellerle karşı karşıyadır. Bu yüzden İslam Devleti, üzerine düşen sorumlulukların bilincinde olarak hareket etmeli, dünya Müslümanları da bu konuda her zamankindan daha çok uyanık ve duyarlı olmalıdır.  

KAYNAKÇA

İmam Humeyni, Velayet-i Fakih, Tahran, (buraya yıl yazılacak) -------, Sahife-i Nur, Tahran, (buraya yıl yazılacak) -------, İlahi-Siyasi Vasiyetname, Tahran, (buraya yıl yazılacak) Mir Ahmet Rıza Haceti, Asr-e İmam Humeyni, Tahran, (buraya yıl yazılacak) Zehra Rahneverd, İmam Humeyni ve Kıraet-i Nevin ez İslam, Tahran, (buraya yıl yazılacak) Seyyit Cevat Vara’i, İmam Humeyni ve İhya-e tefekkür-e İslami, Tahran, (buraya yıl yazılacak) Vahdet ez Didgah-e İmam  (Tebyan 15) (yayın yeri, yılı, yazarı eklenecek) Sudur-e İnkkılab ez Didgah-e İmam (Tebyan 6) (yayın yeri, yılı, yazarı eklenecek) Cihan-e İslam  ez Didgah-e İmam     (Tebyan 19) (yayın yeri, yılı, yazarı eklenecek

İsmail SEYYAD



Yeni yorum ekle