İçtihadın Oluş Felsefesi Müstahdese Hadiselerle Tekit Edilmektedir

Sa, 21/02/2017 - 15:05

Mukaddime

İnsan Allah'a, peygambere ve O'nun getirmiş olduğu şeriata iman ettikten sonra, bir kul olarak kendisinin bu şer'i hükümlerden sorumlu olduğu kanaatine varır. Hayatı boyunca kendi yaşam şeklini bu kurallara göre tayin eder. Bundan dolayı mükellef kimse bu kuralları bilmek zorundadır. Karşılaşacağı hadiseler esnasında uygun olana tabi olur.

Eğer karşılaşılan bütün olay ve hadiselerde, şer'i hükümler açık ve net olsalardı, bütün müslümanlar onlara tabi olur ve üzerlerine düşeni üşenmeden yerine getirirlerdi. Lâkin asr-ı sadet ve teşri zamanın üstünden asırlar geçtiğinden, şer'i hükümlerde belirsizlik meydana gelmiş bulunmaktadır. Bu sebepten dolayı şer'i hükümlerde mevcut belirsizliği giderecek bir ilim, kaideler ve usullere ihtiyaç vardır. Bundan dolayı fıkıh ilmi bu müphemliği bertaraf etme görevini üstlenmiştir. Fıkıh, kapsamış olduğu genel kaide ve usûllere dayanarak şeri hükmü istinbat etme yoluna gider.

Müctehid, başka bir deyimle fakih karşılaştığı olay ve hadiselerin hükmünü tayin ederken iki yol izler,

1-Karşılaşmış olduğu hadise hakkında eğer nas ve şeri bir hüküm varsa -ki ibadetlerin ve muamelelerin büyük bir kısmı İslam'da hükümleri bellidir-, o delile binaen hüküm eder,

2-Eğer hükmünü, bir şer'i delile dayandıramıyorsa üzerine düşen, o olayın hükmünü Kur'an, sünnet, icma, ve usul ulemasının beyan etmiş olduğu mebnalara dayandırarak hadisenin hükmünü beyan etmektir,

3-Günümüzde birçok siyasi, istimal ve iktisadi meselelerin hükümlerini beyan edecek nadir müctehidler vardır. Örneğin, islami olmayan bir yerde veya İslam şeriatıyla idare edilmeyen bir beldede, oranın kanunlarına tabi olmak, devlet dairelerinde çalışma, hükümetine destek vermek, bankaların hükmü ve benzerî meselelerde şer'i hükümleri beyan edecek birilerine ihtiyaç vardır. Bu olaylardan kaçınma imkânı yoktur. Gün geçtikçe başka meselelerde eklenmektedir. İslam, kamil dindir. İnsanın saadetini temin eden ilahi kurallar ve yasalardır. İslam'da hükmü tayin edilemeyecek bir mesele oiamaz. Çünkü bu imkânsızlık ve zaaf, İslam'ın Kıyamete kadar daim ve kâmil olma sıfatlarıyla uyuşmamaktadır.

İslam ümmetinin bu kadar buhranlara düçar olmuş olduğu bir dönemde halen üçüncü asra münhasir olmuş fetvalara dayanarak hüküm verme zamanının geçtiği kanaatindeyim. Bu sözümüzde Allah'ın rahmetine kavuşmuş büyük fakihlere verilecek bir nareva nisbet çıkarılmasın. Çünkü onlar üzerlerine düşeni en iyi şekilde ifa ettiler. Onların rey ve görüşleri bizler için gerekli ehmiyete haizdirler, istifade edildiği müddetçe kabulumuzdur. Lakın kendi deyimleriyle "Bizim fetvamızdan daha iyi bir fetva bulduysanız bizimkini terk edin" diyerek bizlere istinbat ve içtihad yolunun açık olduğunu göstermişlerdir. Abbasiler döneminde fıkıh mezheblerinin dört mektebe münhasır kılınmasının altında siyasi nedenler yatmaktadır. Hâkim sultanın yaratmış olduğu boğucu, siyasi ve korkutucu hava nedense zamanla bu dört mezhepten başka mezhep olamaz intihasını yaratmıştır. Daha sonraları mezhep imamlarına tabi kimselerin imamları gibi bir tutum sergileyemediğinden dolayı, Abbasiier kendi menfaatlerini gözetmek amacıyla meşhur dört mezhebi baki bırakıp diğerlerini ya bitirmişler veya bitirme derecesine getirmişlerdir. Nitekim Emevilerde de aynı tutumu görmekteyiz. Emeviler kendi dönemlerinde kendilerinin bekası için bazı fikir akımlarına destek olmuş ve terviçleri için ehmiyet göstermişlerdir,

Örneğin "Mücriye" ekolünü ki en büyük şiarları " Taat ve ibadetin küfre faydası olmadığı gibi masiyet ve günah işlemekte imana zarar vermez"(1) olan bu fasıd grubunu desteklemiş ve bu sayede kendi fısklarina delil bularak kendilerini topluma kabullendirme yoluna gitmişlerdir. Eğer emeviler, abbasiier gibi uzun bir süre saltanat etmiş olsalardı herhalde bugün bu fasıd fikir ekoiin etkisini daha da çok müşahede etmiş olacaktık. Bunun yanında cahiliyete dönüş arzusu içinde oian "Hecmiye, Mücessemiye ve Keramiye" ekollerine de revaç bulmaları için imkân vermişlerdir. Dikkatlerinizi bir noktaya celbederîm ki yapmış oduğumuz kıyasta iki istibdad yönetimin amelerini kıyaslamış bulunuyoruz. Yoksa dört mezhep ile emevilerin destek vermiş olduğu ekolleri kıyaslamak abes ve akıldan uzaktır. Malesef bu olayları tarih kitaplarında bulmak pek kolaydır.

Araştımacı kimseler tarihi irdelediklerinde bu dört mezhepten önce Hicaz'da başka mezheplerin olduğunu bulabilirler. Daha doğrusu bunlar büyük fakihler etrafında toplanmış gruplar idi. Çünkü sahabe ve tabiinler ümmet arasında büyük bir imtiyaza sahiptiler. Kendilerine çok değer verilir ve millet onlara tabi olurlardı. Bu sebebtendir ki onların vermiş oldukları fetvalara büyük ehmiyet verirlerdi. Zaman geçtikçe bunların etrafında taplanan insanlar çoğaldı ve bir meşreb, mezhep kisvesine bürünüp lanse edildiler. Dolayısıyla hak mezhep bu dört mezhepten ibarettir algısı yanlıştır. Kur'an ve sünnete dayalı olduktan sonra her mezhep islamidir ve hükümleri mensupları için şer'i hükümler konumundadır. Eğer mezhepler akli ve şer‘i delillere dayandırılarak bu dört mezhebe münhasır kılınmıyorsa ki öyledir neden karşılaşılan hadiseler karısında başka mezheplere başvurulmasın veya şer'i delillere dayanılarak günün iktizasına uygun içtihadı hüküm verilmesin? Bu cihan-i şumui olan bir dinin en tabi hakkıdır. Karşılaşılan yeni olaylar karşısında, insanın izzet ve şerefine en layık hükümleri belirtmek, mübin dinin şanındandır.

içtihadın mezhepler arasında tarihî seyri:

Peygamber zamanında olduğu gibi, daha sonrada Medine ilim merkezî idi. Zira ehli beyt, sahabe ve tabiin medinede ikametgâh etmektediler. Müslümanlar şer'i meselelerin cevaplarını bu merkeze rücu ederek kesbetmekte idiler. Medine'nin ilgi merkezi, olması emevilerin huzurunu kaçırıyordu. Daha sonraları emevilerin pervasız tutum ve davranışlarından dolayı Medine uleması ve ahalisi Abdullah b. Hanzale‘zin liderliğinde emevilere karşı kıyam ettiler. Medine valisi olan Mervan b. Hakem'i ve emevi sulalesini Medine'den sürgün ettiler. Daha sonra emeviler, saltanatları elden gidecek korkusuyla Medine'nin üzerine bir ordu gönderdi, Abdullah b. Hanzala'yi ve beraberindekileri şehit ettiler. Medine ahalisini katliam  ettiler. Bu olayın acısını ve etkisini duymuş olacaklar ki bu olaydan sonra medine ulemasını kontrol altında tuttular. Hatta saltanatlarının hakimiyet merkezi olan Şam'da kendi istedikleri bir İslam anlayışı aşılamaya başladılar. Tarih kitapları bu olayı "Herre" hadisesi diye işlemişlerdir. İsteyen okuyucular mezkûr hadiseyi Tarih-ul Bağdadi, Muruc-u Zeheb El Bidaye ve El Nihaye. Gibi kaynaklada bula bilirler.

Emevilerden sonra Abbasiier İslam ümetini ve peygamberin sünnetini ihya etme iddiasıyla müsiümanları kendi etrafında topladılar, Emeviler devrildikten sonra kısa bir dönem için olsada müsiümanlar rahat nefes aldılar. Din ve ahkâm tekrar anlatılmaya başlandı. Medine'de önceden olduğu gibi tekrar ders halakları kuruldu özellikle imam Sadık b. Muhammed bütün ulemanın tek mercisi durumuna geldi. İlim Medine'den bütün islami beldelere neşrolmaya başladı. Bu kısa dönemde 4000 ilim adamını yetiştiği rivayet edilmektedir. Örneğin Ebu Hanife iki sene süresince bizzat İmam Sadık'tan ders almıştır.

Abbasi halifesi Mensur'un saltanata gelmesiyle, ilim merkezinin, Medine olması Abbasileri rahatsız eden bir durum olduğundan, saltanatlarının bekası için siyasi planlar içine girmeye başladılar. Medine ulemasını dağıttı. Mensur'un aracığıyla ulema arasında "Hadis ehli ve Rey ehli" diye bir sürtüşme konusu gündeme getirildi. Irak uleması dinde kıyasın taraftaları olduğundan Mansur onları destekleyip himayet etti ta ki müslümanların teveccühlerini bu gruba yöneltsin. Bu sayede Medine ulemasının değerini azaltıp onlara olan teveccühün önünü kesme arzusu içerisindeydi. Zira Medine uleması hadis ehli ve büyük değere sahip ulema topluluğuydu. Malesef ulemanın kendisi Abbasilerin oyununa gelerek korkunç bir şekilde bir birilerini karalama yoluna koyuldular. Kıyas ehli olan Irak uleması şer'i hükümleri istinbat etmek için dinde kıyas yolunu tutarken, hadis ehli kıyasa hiç bir değer vermedi. Bu durum daha sonraları ulema arasında bir birlerine nahoş nispetler vermelerine sebep oldu. Örneğin Malık b, Enes'in mimberlerde Irak ulemasını zikredeceğimiz sözüyle yerdiği, tarihlerde rivayet edilmiştir.

"Onları -kıyas ehlini- ehl-i kitapla eş tutun. Onlara sadaka vermeyin. Onları sözlerinde yalanlamayın onlara deyin biz, bize nazıl olana iman ettik ilahınız ve ilahımız birdir."( Camı beyan-ul ilim c.2 s. 157)

Kufe ahalisini "Dar-u derb" diye tanıtırlardı. Ata, Ebu Hanife'yi gördüğünde "Nerelisin" diye sorar. Ben Kufelim diyince, Ata "sen dinlerini parçalayıp gruplara ayrılan beldeden misin?" der. (Zuha el İslam s.152) bu durum o kadar çetin oldu ki, gruplar arasında büyük hadiseler ve kan dökülmelerine sebep oldu tabi ki bu arada Abbasîler kendi emelrine ulaştılar. Ümmet içinde her bölgeye ait âlim ve mezhep yerleşmiş oldu. Aralarındaki ihtilaf ve taasuptan dolayı birbilerine kanlı düşman oldular. Böylelikle ümmet, Irak ahalisi, Medine ahalisi ve Kufeliler diye gruplaştı.

Böylece her beldede bir fıkıh imamı ve onun müntesipleri oluşup, mezhepler çoğalmaya başladı. Daha sonraları müntesipleri fazla olan ve fıkhı alanda camiayı doyuran mezhepler günümze dek baki kaldılar. Elbette bu nedenlerin yanında hakim gücün etkisi de vardı. Zayıf olan ve hükümetle sorunları olan mezhepler varlıklarını sürdüremediler. O mezheplerden bazılarını zikretmekte yarar vardır.

1.Ömer b. Abdul azizin mezhebi hicri 101

2.Şabi'nin // // 105

3.Hasn Basri'nin // // 110

4.Ameş'in //// 148

5.Evzai'nin // // 157

6.Sifyan'ı servi'nin // // 161

7.Leys'in // //175

8.Süfyan b, Uyyne// // 197

9.Eshek'ın // // 238

10.Ebi Sevr'in //// 240

11.Davud El Zahiri'nin // // 270

12.Muhammed b. Cerir'in mezhebi hicri 310

Mezkûr mezhepler ve kurucuları hakkında "Tarih-ul Fethul el Arabî fi Libya" adlı eserde bulabilirsiniz. Tarih ilerledikçe müsiümanlar arasındaki taasup arttı her mezhep kendisini ayakta tutabilmek için çaba sarfetti. Mezhep müntesipleri kendi mezheplerinin kaide ve kurallarının dışına çıkmayı kabullenemediler. Karşılaştıklari hadiselelerde Kur'an, sünnet ve kendi mezheplerinin usullerine göre fetva vermeye başladılar bu durum mezheplerin sınırladırılmasına kadar geldi. Günümüzde dört mezhep kavramı yerleşmiş odu, Lâkin mezhep imamlarının, kendi mezheplerinin toplumda yer edinmesi ve fetvalarına uyulması gibi bir hedeflerinin olmadığı kesindir. Ayrıca imamlar, asla ictihadı kendi mezheplerine münhasır kılmadılar. Kendi sözleri bunu kanıtıdır.

"Ben bir beşerim verdiğim fetva bazen isabet eder bazen hatalı otur. Benim sözlerimi Kur'an ve sünnete götürün "(İmam Malik)

"Bu benim fetvam ve görüşümdür. Benim görüşümden daha uygun bir görüş bulduysam onu kabul ederim”(Ebu Hanife)

"Benim görüşüme muhalif sahih bir söz bulsanız benim görüşümü duvara çarpın"( imam Şafii)

Mezhep imamları bu nazar ve görüşte iken ictihad kapılarını yüzümüze kapatmanın hiç bir manası yoktur.

Dinde Fıkahetin Önemi

İslam, ilim talebine büyük bir önem vermiş ve bu olayın amallere sirayet etmesi için insanları teşvik etmektedir. Teşvik edici ayet ve hadislereden bazılarını zikretmede yarar vardır.

Rabbim! İlmimi arttır" der(2)

Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin, Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardın(3)

De ki: ”Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.(4)

(Ne var ki) mü'minierin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.(5)

Hadislerde de ilimin faziletine dair mütevatır derecede hadisler vardır. Aynı zamanda müslümanları, elinde müetehid ve fakih olmaları için teşvik etmektedir.

Buhari ve Müslüm Peygamberden, bu manada hadîs nakl etmekdedirler.

"Allah kimse için hayır dilerse onu dinnİnde fakih kılar. "(6)

"İbadetlerin en faziletlisi fıkıh(derketme ve anlama)tır"(7)

Ali b. Ebi Talıb kasım b. Abbasa yazdığı mektubta ona şöyle emreder. 'İnsanlarla İki vakitte otur, Fetva talebinde bulunana fetva ver. Cahili bilgilendir. Âlime hatırlat"(8

İbn. Mesut'tan bir rivayete, ilimin ve iiim sahibinin değeri şöyle ifade edilmektedir.

"Ancak iki kişiye hased edilir, Allah'ın kendisine mal verdiği kimse ki o malı hak yolda harcar ve Allah'ın kendisine hikmet verdiği kimse ki o hikmete amal eder ve onu başkalarına öğretir, "(9)

Ebu Derda'dan nakledilen hadis aynı hususiyetleri ve fazileti ilim, müetehid ve fakih için ispatlamaktadır.

"Kim kİ bir yolda seyrederse ve o yolda ilimi tahsil ederse Allah onu cennet yollarından birisinde yürütür. "(10)

İmam Şafii ilmin fazileti hakkında şöyle bir beyanda bulunur:

"Ilmin taieb edilmesi, nafile namazlarından daha faziletlidir.

Bazı vaab ve farzlar ilmin tahsilinden üstün değillerdir,

Kur'an'ı öğrenenin, değeri büyür. "(11)

İmam Nevevi Âlimin, fakihin abitten olan üstünlüğüne aşağıdaki sözleriyle işaret etmektedir,

"Çünkü abid, âlimin mukallididir, ibadetlerini öğrenmede âlime tabi olması onun için farzdır. Ama âlim abide tabi olamaz. Çünkü ilimin eseri daimi olup âlimin vefatından sonrada bakidir, Abidin amelleri ise ölümüyle son bulur, "(12)

Mezkûr ayet ve hadislerden çıkan sonuç şudur, ilimin tahsil edilmesi, fakih ve müctehid olmak islamda büyük bir ehmiyet kazanmıştır. İmam Nevevi'nin tabiriyle müctehid ve fakih olmak farz-üi kifayedir. Ümmet içinde bazılarının bu görevi üstlenmeleri farzdır. Herkes bu görevi terk ederse bütün ümmet ondan sorumludur. Mahşerde ümmet için istenmeyen azadlara sebeb olur. Nitekim dinin bekası ve karşılaşılan hadiselerde çağlara ışık tutmak peygamberin varisleri olan âlimler ve fakihler sayesinde olur.

İçtihadın Lügat ve İstilahi Manası

1-Lugat manası: îctihad ya cehd‘ten türemiştir ki  meşakkate tahammül etmek anlamındadır. Ya da cuhd‘tan türemiştir ki fakat, kudret manasındadır. Her iki manayı da gözeterek anlaşılan odur ki müctehid, nefsinde büyük ve güçlü bir melekeye sahip olmak zorundadır. Bu kudret sayesinde karşılaşmış olduğu hadiseleri ve hükmü belli olmayan meselelerin hükmünü şer'I mebnalara dayanarak belirtir. Bu araştırma ve inceleme esnasında büyük bir meşakate düçar olur ve görevini tamamladığında hisedeceği hazzın yanında aşırı derecede bir yorgunluğada düçar olur.

2-îstilahi manası; Usul ulemasının yapmış olduğu tariflerde değişiklik göze çapmaktadır farklı tanımlardan bazılarını zikretmede yarar vardır.

a.îctihad, zanni şer'I hükümleri elde temesi için Fakihin, harcadığı takat ve kudrettir. (13)

b.îctihad, nefiste bulunan bir melekedir ki, müctehid bu sayede fer‘i hükümleri asıl hükümlerde istinbat etme kudretine sahip olur. İstinbat etme gücü müctehidte ya fiili olarak vardır ya da bil kuvvedir.(14)

c.îctihad, şer‘i hükümde, zan elde etmek için çaba harcamaktır.(15)

içtihadın istilahi tarifinden çıkan netice:

1-Usul ulemasının ictihad için yapmış olduğu tariflerde görünen ihtilaflar, içtihadın hakikati ve mahiyetinden kaynaklanmamaktadır. Çünkü ulema, içtihadın tanımını yaparken mantıkta tarif edilen tanımı irade etmemktedirler. Burda içtihadın anlaşılması için herkesin anlayacağı lafızlarla tanıtma çabası gütmüşlerdir.

2-Birinci ve üçüncü tariflerden anlaşıldığı kadarıyla bazıları  zannı, hüccet ve şer'i delil kabul etme edirler. Bu görüş bazı sünni ve şii mezheplerinin âlimleri arasında olan bir görüştür. Lâkin buna bir açıklık getirmek gereklidir. Müctehid karşılaşmış olduğu meselenin hükmünü sırasıyla Kuran, sünnet, icma, kıyasa (kabul edenler için) rücü eder. Hükmünü bulursa beyan eder bulamazsa ictihad etmek zorundadır, içtihadında usul ulemasının tayin etmiş olduğu bazı kaidelere rücü ederek mesele hakkında zahiri hükmü tayineder. Bu kaideler mezheplere göre değişiktir. İstihsa, İstîshab ve ameli usuller(beraet, ihtiyat, tahyir, iştiğal) gibi. Sadece zanna dayanarak hüküm belirtmek islamda hoş görünen bir işlem değildir. Hatta Kur'an'da zan île amel etme rededilmiştir. Şia'da ise ahbari ekol Kur'an'da hükmü bulunmayan bir meselede mutlak alarak ele geçebilecek her zannı delili hüccet olarak kabul etmişlerdir. Artık üstlülerin beyan etmiş olduğu ameli usullere rücü etmezler. Bu durum daha sonraları büyük sorunlar doğurmuştur. Genel olarak eğer zan mukaddes şeriat tarafında teyid edilen zan ise ahad haberler gibi, kabul etmek gereklidir. Ama şeriat tarafından teyid edilmemişse o zanna amel etmek doğru değildir.

3-Eğer birisi içtihadın gerektirdiği hususiyatlara sahip değilse, istediği kadar istinbat alanında cehd ve çaba sarf etsin o kimse asla müctehid olamaz. İctihad, ehlinden sadır olduğu zaman kabul görür.

4-İctihad alanında sarfedilen bütün çabalar şer'i ameli hükümleri ispatlamak için olamlıdır bu sayede ictihad olarak kabul edilir. Ama hissi, luğevi, Akli ahkâmları tayin etmede sarf edilen çaba fıkhi ve usuii ictihad sayılmaz.

5-İctihad, şer'i hükümleri istinbat yoluyla elde etmektir. Bundan dolayı kimse şer'i meseleleri ezberlerse, müftiden öğrenirse, ilmi kitaplardan öğrenirse bunların hiç biri ictihad sayılmaz.

6-Müctehid, kendisinde ictihad melekesi bulunan ve bu kudret sayesinde şer'i ameli ahkâmı açık ve net olan delilerinden istinbat eden kimsedir. Bu kimse usul uleması tarafından fakih ve mictehid diye bilinir.

Müctehidin Özellikleri; Zikredeceğimiz özellikler bir nevi ictihadtan kaynaklanan hususlardır.

1-Müctehidin arapça diline vakıf olması şarttır. Bunlar sarf, nahv, beyan, bedi meani ilimleridir.

2-Kur'an ve kuranı ilimlere vakıf olmalıdır

3-Peygamberin sünneti ve hadislerine hâkim olmalıdır. Hadis ilminde bahsedilen ilimlere vakıf olmalı taki hadisleri biribirinde ayıra bilsin.

4-Usul-ü fıkıh ilmi, bir müctehid için olması gerekli unsurlardandır. Zira müctehid bu ilim sayesinde şer'i delilleri sırayla ve ehimiyetine göre tanır. Bu delillere rücü ederken o sıraya riayet eder. Usul ilmi birçok meseleleri müctehide tanıtır. Elfaz, tercih kanunları... Ameli usul kaidelerinden bahseder. Bunların hepsi bir müctehid için lazım olan ilimi kaidelerdir.

5-İcmanın olduğu yer ve meseleleri bilmek müctehid için zorunludur.

6-İctihad müctehid için fitri bir özelliktir.

7-Bir müctehid adil, güvenilir, tasarruf sahibi ve doğru sözlüdür.

S-İstinbat işleminde sabırlı, dikkatli ve konuyu bütün deteylarıyla bütün şer'i kaynaklardan aramak zorundadır.

9-Mantık, kelam ve hikmet ilimlerine vakıf olmalıdır

10-Siyasi olayları tahlil edecek kudrete sahip olmalıdır

11-Müctehid olur olmaz yerde fetva verme yetkisine sahip değildir. Bu konuda çok titiz davranmak zorundadır. Müctehidin temkinli olması hakkında bazi misaller vermede fayda vardır.

İmam Malik buyuruyor "Yetmiş kişi, benim fetva ehli olduğuma şehadet vermeyene dek ben fetve vermedim"( 16) Abdurrahman b. Leyla der "Ben ensardan 120 kişi gördüm ki bunlar peygamberin sahabesiydiler ve bunlara bir soru yöneltildi her biri diğerinin cevaplamasını istedi ta ki döndü dolaştı ilk sorulana geldi. "(17)

İbn. Abbas der "Kim ki kendisinden sorulan her mesele için fetva verir ise o mecnundur."(İS) Süfyan b. Uyeyne der "Fetva verme konusunda insanların en cesuru en az ilme sahib olanıdır."(19)

İçtihadın iki kısmı:

1-Mutlak/salt ictihad; ahkâmın bütün kısımlarında istinbat etme selahiyetinin olmasıdır. Şer'i bütün kaynaklara vakıf olma ve gerektiğinde beklemeden gerekli kaynağa müracaat etmektir.

2-Kısmi ictihad: ahkâmın bazı kısımlarında ehliyet sahibi olmaktır. Örneğin âlim kimse fıkhın, taharet kısmında şer'i kaynakiarada bulunan bütün nas, emare, delil ve kaidelere vakıf olması gibi.

İctlhadla iki kısım olduğu gîbi müctehid de taşıdığı ictihad melekesine göre iki kısımdır.

a-Mutlak müctehid: Bu kimse bütün ahkam konularında gerekli ilmi dereceye sahiptir. Meseleleri şer’i kaynaklardan, kendisinde bulunan ictihad yeteneğine dayanarak hükmünü belirler. Böyle bir özelliğe sahip kimse artık amel ve ibadetlerinde kendi şer'i nazar ve görüşüne dayanarak amel etmek zorundadır. Onun başkasını taklit etmesi haramdır. Ve müslümanlardan, mutlak müctehidi taklid etmek isteyen için hiç bir engel yoktur. Hatta diye biliriz ki, müslümanların bu şahıslara rücu etmeleri gereklidir.

b-Kısmi müctehid: Bu kimse kendisinin tahassüs sahibi olduğu alanlarda kendi görüşüne göre amel etmesinde hiç bir sakınca yoktur. Ama başkaların onu taklid etmesinde, ulema arasında ihtilaf vardır. Lâkin bunu seraheten diyebiliriz ki, bu mücatehide ehliyet sahibi olduğu konuda rücu edilmeli, görüşünden istifade edilmelidir.

Tarihte ictihadi örnekler;

Tarih, sahabenin peygamber zamanında iştihad yaptığına şahidtir. Hz, Peygamber kendisi sahabesinin ictihad yapmasına izin vermiştir. Peygamber sahabesini öyle terbiyet etti ki kendisi hayatta iken ve kendisinden sonra onların karşılaşacakları meseleler ve hadislere karşısında donuk kalmamaları için onlara islamın asıl kaynaklarından istifade ederek cevap vermeyi öğretti. İctihad, sahabeler içinde yer edince, insanların heva ve heveslerine tabi olmaları ve mebnasız olan ictihad’ı birrey'in önü alınmış oldu. Konunun pekişmesi için peygamber hayatta iken bazı sahabeden ictihadta bulunduklarına dair örnekler vermenin faydası olacaktır.

Örnek 1: Sahabeden iki kişi beraber sefere çıkarlar, namaz vakti girer ve yanlarında su yok. Teyemmüm ayetinin hükmüne uyarak teyemmüm ile namazlarını eda ederler. Daha sonra namaz vakti çıkmadan su bulurlar. Bunlarda birisi "abdessiz namaz olmaz" hadisine dayanarak abdes alır va namazı tekrara eder. Diğeri ise namazını tekrar etmez. Daha sonra Peygambere gelerek durumu anlatırlar. Peygamber namazını tekrar etmeyene "kıldığın namaz yeterlidir" der. Diğerine ise "sana iki kere sevap vardır" der.(20)

Örnek 2: Hz. Peygamber Muaz b. Cebeli Yemene vali tain ettiklerinde ona der;

"Senden bir Konuda hüküm bildirmeni istedikerinde ne yapacaksın?

Muaz Alla‘hin kitabıyla hüküm edeceğim der.

Pegamber eğer o hüküm Kuran'da yoksa ne yapacaksın7

Muaz o zaman peygamberin hükmü ile hüküm edeceğim der.

Peygamber, eğer Peygamber bu konuda hüküm etmemiş ise ne yapacaksın?

Muaz kendi nazar ve görüşüme göre ictihad edeceğim der. Ondan sonra peygamber bundan duyduğu hoşnudluktan dolayı Allah'a hamdeder. "(21)

Bu hadisi İmam Şafii "Marifet-üs sünen ve el asar" adlı eserinde nakletmektedir. Hükmü Kur'an ve sünnette olmayan meselelerde ictihad yapılmasını farz bilmektedir. İmam Şafii "El Risale" adlı eserinde ictihad kısmında mescid-ül haramdan uzaklaştıktan sonra onu göremeyen kimsenin içtihatda bulunmasının farz olduğunu beyan eder ve ictihad ile kıyasın aynı şeyler olduğuna tesrihte bulunur,(22)

Örnek 3: Huzeyfe Medain'de bir yahudi kadınla evlenir. Bunu duyan Ömer bin  Hattab ondan ayrılmasını ister. Huzeyfe Ömer b. Hattab'tan sorar "bu yaptığım haram mıdır' Ömer b. Hattab ona der " Mektubumu elinden düşürmeden o kadını boşamanı dilerim korkarım ki, müslümanlar bu konuda sana iktida etsinler, Ehl-ü zimmeden güzelliklerlnden dolayı kadınlarala evlensinler ve müslüman kadınlar fitneye düçar olsunlar"(23)

Bu olaydan kolaylıkla Huzayfe‘nin içtihadı anlaşılmaktadır.

Örnek 4:  Bu örnek maide süresinin 5. ayeti hakkında yapılan ictihadlarla ilgilidir.

Ömer b. Hattab "muhsinat" tan kasdedilen müslüman kadınlardır demiş. Hanifi mezhebinde "iffetli kadınlar" diye tefsir edilmiş.(24)

İbn. Abbas müşrik kadınlarla evlenmenin haram olduğu ayeti zikrederek daha sonra ehi-i kitap kadınlarını istisna etmiştir,(25) Osman b. Naile hrıstiy an  kadınla evlenmesi, Talha b. Ubeydullah! ın yahudi kadınla evlenmesi(26) gibi ihtilaflar, aralarında kİ ictihad farklılığından gelmektedir.

İctihad, sahabenin dönemine münhasır edilmedi onların tabiinleri döneminde ve tabiinlerin tabiinleri döneminde de bu durum aynen devam etti, Nitekin Ata, iklime, Ali b, Hüseyin dört mezheb imamları ve onlara tabi olan öğrencileri Ebu Muhammed, Ebu Yusuf, Maverdi ve Nevevi bunlar ictihad sahipleriydiler ve ictihad kapılarını hiç bir zaman kapatmadılar. Özellikle Maverdi genelde imam Şafii'nin usul ve kurallarının dışına çıkmaz iken aynı mezhepten olan Nevevi mezhep müntesiplerinin fetvalarına muhalif görüş beyan etmekten çekinmemektedir. Nevevî'nin bu görüşlerini "El havi El Kebir c.l s.16-21” adlı eserde mülahaza edebilirsiniz.

Netice:

1-Asr-ı saadet döneminden uzaklaştıkça, cevapsız yeni siyasi, iştimai ve iktisadi meselelerle karşılaşmaktayız. Bu durum dünya hayatı baki kaldığı müddetçe devam edecektir. Öte yanda İslam dininin son din olma ve beşerin saadetini temin etmekle mükellef olduğunda insanları, karşılaştıkları meselelerde cevapsız bırakması muhaldir, İslam ise cevab verme görevini, makelenin evelinde zikretmiş olduğumuz ayet ve hadislere binaen, peygamberin varisleri olan âlim, fakih ve müctehidlere bırakmıştır.

2-Özellikle Tevbe süresinin 122, ayetine dayanarak, her zaman ve mekânda ilimi tahsil eden, ilimde derinleşip, fakih olacak kimselere ihtiyaç vardır,

3-Müctehid olmak ve İctihad hiç bir şekilde bir zaman ve mekâna sınırlandırılmamıştır. Konu hakkındaki ayet ve hadisler mutlaktırlar İçtihadı, bir mekan ve zamana münhasır kılmamıştırlar. Bugün mevcut olan mezhep reislerinin hayatlarında, içtihadı kendi mezheplerine münhasır kılıcı bir söz, makele ve risale bulamasınız. Tarihte vuku etmiş siyasi nedenlerde dolayı tarihin seyri, ictihad meselesini bu noktaya sürüklemiş ise, müslümanların hususen âlimlerin ictihad döneminin bititiğini kabulenmeleri doğru bir tutum değildir, İçtihadın şartları kimde bulunursa o kimse müctehidtir.

İctihadta bulunma hakkına sahiptir, ictihad yeteneği ve ilmine sahip olma meselesi, her zaman ve her mekânda olasılığı vardır. Çünkü Allah'ın rahmet ve fazileti geniştir. Bütün zaman ve mekânları kuşatmıştır. Eğer dersek ictihad asr-ı saadet, sahabe, tabiinler ve mezheb imamlarının dönemine münhasır idi bu iddia Allah'ın kuşatıcı rahmetiyle çelişmektedir. İlim ehli/ âlimler, her zamanda ümmet içinde müctehidlerin olması ve gerekli durumlarda ümmetin maslahatı için fetva vermelerinin şart olduğuna teşrih etmişlerdir. İctihad kapılarının kapalı olduğunu iddia edenler gerekli ilmi dereceye sahip olmayan kimselerdir. Dolayısıyla ictihadta bulunma hakkı, şartlarına haiz kimseler için kıyamet gününe dek bakidir. Kur'an'ı tedebbür ve tefekkür eden kimseler ve şer'i usul ve kaideleri bilen kimseler için bu hak, kur'an'nın hükmüyle bakidir. Çünkü ictihad ilmin yüce bir mertebesidir. İlimin tahsili ise bütün insanlar için mubahtır. Kur'an ise ilim tahsiline teşvik etmektedir. Ayrıca müctehid, "zikir ehlinden sorun" ayetinin muhattabıdır. Hükmü mechül olan konularda ona rücu etmek müslümanlar için bir vazifedir. Ayetin hükmü ise mensüh olmadığına göre müctehidin, ümmet içinde olması ve ona rücu edilmesi Kur'an'i bir emirdir.

4-İslamda hükümleri belli olan ibadi ve ameli meslelerde ictihadta bulunmak cayiz değildir. Namaz ve orucun vacip olması, zinanın haram olması gibi. Çünkü bunlar hakkında kesin ve katii naslar ve deliller vardır. Adeta bunların hükmünü bütün müslümanlar bilmektedirler. Ama Kur'an ve sünnette hükmü belli olmayan ve hakkında delil olmayan meselelerde, müctehid şer'i kaynakları tamamen araştırdıktan sonra eğer bir delil bulamıyorsa bu durumda usul ilminde bahsedilen usul ve kaidelere dayanarak ictihadta buluna bilir.

5-Ayet ve hadislere dayanarak İslam'da müctehidin olmasının farz-ül kifaye oduğu anlaşılır. Kendisinde ictihad melekesi ve yeteneği bulunan kimse gerekli şart ve selahiyete sahip olduktan sonra ictihadi meselelerde ictihadta bulunması onun için vacibtir. Bir kısım usul ulemasının görüşüne göre başkasını taklid edemez. İmam Gazali, içtihadı, müctehid için farz oduğu ve başkasını taklid etmenin ona haram olduğuna teşrih etmektedir.(El Mustesfa c.2 s.384)

6-Müctehidin hükmü zahiri hükümdür. Vakii ve gerçek hüküm değildir. Bu konuyu açıklamda yarar vardır. İslam uleması arasında özellikle usul uleması müctehidin hükmü hakkımda üç görüşe tabidirler.

a- Müctehid bir mesele hakkında eğer Kur'an ve sünneten, bütün çabasına rağmen delil bulamıyorsa ictihadta bulunur. Verdiği hüküm Allah'ın hükmüdür. Çünkü Allah levh-ul mahfuzda o meselenin hükmünü belirtmemiştir. Müctehidin verdiği hüküm Allah'ın yanında da gerçek hüküm olur.( Aşarii tesvib anlayışı)

b- Allah levh-ul mahfuzda bütün herşeyin hükmünü belirtmiştir. Ama Allahın hükmünü insanlara bildirmediği meselelerde, müctehid ictihadi ile hüküm belirttiği zaman, levh-ul mahfuz'da ki hüküm silinir ve müctehidin hükmü o meselenin gerçek hükmü olur.(Mutezilenin tesvib anlayışı)

c- Allah bütün meseleler hakında levh- ul mahfuz'da gerçek hükümleri belirtmiştir, Hiç bir şekilde bunlar değişmezler. Müctehidin verdiği fetva ve hüküm eğer o hakiki hükümle uyuşursa müctehid müsibtir. İki sevap alır. Ama eğer müctehidin hükmü Levh-ul mahfuz'da ki gerçek hükümle uyuşmazsa artık Allah'ın hükmü değişmez. Bu durumda müctehid elinden gelen çabayı sarfettiğinden dolayı ahirette mazeret sahibdir va Allah onu azap etmez hatta çabasından dolayı bir sevap verir.(imamiyenin anlayışı ki "muhettee" diye bilinir.

7-Müctehidin beyan ettiği hüküm mütearef şer'i delillere dayanmalıdır. Keşf-u şuhud ile birine ilham edilen meselenin hükmü yalnızca keşf sahibini bağlar müslümanlar için şer'i geçerliliği yoktur.

Burda makalemize son veririyoruz umarım hayra vesile olur. Allah(c.c) kalplerimizi nuruyla nurlandırsın.

Ahmet KORKMAZ

 

Dip Notlar:

1-E! Milel ve El Nihel (Subhani) s.72

2-Taha 114

3-Mücadele 11

4-Zümer 9

5-Tevbe 122

6-Buharı hadis: 7312/ Müslüm, 1037/ Müsned Ahmed C.4 h. 101

7-Muntahab- ul Mizan s.412

8-Müstedrek-ül Vesail c,17 s.315

9-Buharı ilim babı(73) ve Ahkâm babı (7316)/ Müslüm(812)/ M. Ahmed c.l h,358 ve 432

10-Ebu davud ilim babı(3641)/ ibn, Mace(223) M. Ahmedc.5 h. 196

11-El Havi-ül- Kebir c.l s. 13

12-age

13-El Mustesfa c.2 s. 353

14-Şerh- ül Muhtar -el usul s. 460

15-Kifayet- ül usul c.33 s.353

16-El Havi El Kebir c.l s. 15

17-age

18-age

19-age

20-Alam-ül Muqinin s. 244, 245 / El İctihad s. 30

21-Ebu Davud h. 3592/ Tırmizi h. 1328/ m. Ahmed c.lO.h. 115/ Sünen- El Kubra c.l s. 114

22-Marifet- el sünen ve Asar c.l s. 99

23-Asar-u Haşan Şeybani s. 74, 75/ El İctihad s. 32

24-El İctihad s. 33

25-Ahkâm-ül Kur'an ( Cessas) c.l s.332/ El İctihad

s. 32

26-Ahkâm-ül Kur'an ( İbn. Arabî) s, 555 / El İctihad s.33



Yeni yorum ekle