İNSAN HAYATINDA DİN BEKLENTİSİ

Pt, 30/01/2017 - 14:23

Dini düşünce etrafında asrın ileri gelen düşünür ve mütefekirleri arasında ciddi anlamda tartışılan konularından biri de insan hayatında din beklentisi mevzusudur. 

İNSAN HAYATINDA DİN BEKLENTİSİ

Dini düşünce etrafında asrın ileri gelen düşünür ve mütefekirleri arasında ciddi anlamda tartışılan konularından biri de insan hayatında din beklentisi mevzusudur. Bu konu ele alınırken birçok soruya yanıt aranır. Bu sorular genel olarak şu kapsamdadır.

İnsanın dine olan ihtiyacının delilleri? insanı dine sürükleyen etkenler? Dine yönelirken kendisinde var olan eksiklikleri tamamlama arayışı? Dinin insani eksiklikleri giderme ve tamamlama şekli? Dinin insan hayatindaki yeri? İnsan aklının din karşısındaki konumu? İnsan aklının beşerin sorunlarını gidermede yeterliligi? Akıl ve bilimin her şeye kafi olabileceği düşüncesi? Bunun yanısıra dinin akıl değerlendirmesinin ne olduğu din ve akıl ilişkisinde dinin insan aklının çözumleyici gücünden yararlanması? Dinin tek başına insanın her alanda düçar olduğu sorunları yanıtlamada yeterliliği? Toplumsal yaşantıda bilimin hergün yeni mesafeleri kat etmesiyle birlikte dine olan ihtiyacın ortadan kalkması? Böylesi bir durumda dinin en güzel yaşantı şekli ve sonsuz mutluluk çağrıları iddiasının nasıl değerlendirileceği? Daha kısa ve öz şekliyle insanoğlunun yaşantısını dolduran bir çok beklentiler ve ihtiyaç duyacağı şeyler varken din bu beklenti ve ihtiyaçlara her yönüyle cevaplayıcı düzeyinde mi? Bunu insan yaratılışıyla uygun bir şekilde mi gerçekleştirir?  sorusu ve bu sorunun beraberinde getirdigi daha birçok soru....

Bu ve buna benzer sorular beşerin hayatında din beklentisi konusu çerçevesinde değerlendirilir. Yukarıda sorulan sorulara ayrıntılara inmeden genel bir yanıt verebilmek için konu üzerinde ele alınan anlatımlara değinmek gerekecektir. Bu yanıtlara ulaşılmak istenirken iki yöntem üzerinde durulur. Birincisi insan hayatında din beklentisi konusuna dinin dışında aklın yeterliliğinin esas alındığı anlatım. İkincisi dini kaynaklara dayalı yapılan yorumlarla insanın yaşantısında din beklentisi anlatımı. Bu yazıda değerlendilecek olan zikri geçen ikinci bakıştır. Burada dini kaynaklar çerçevesinde insanın hayatinda din beklentisini dini ölçülerle açıklamaya çalışacağız. Yani dini bakış açısıyla insanın dine duyacagı ihtiyacı ve dinin insanoğlunun istek ve arzularına cevaplarını aktaracağız.

Konu üzerine vakıf olabilmek için kısaca din, insan ve beklenti kavramlarına değinmek gerekir.

Din

İnanç esasları, toplumsal ve bireysel ödev ve sorumlulukları ve ahlaki değerleri içeren bütün öğretilerin genel adıdır. Daha genel bir tabirle din evren ve insana dair özel bir bakışı insani faaliyet ve eylemlerin hedeflenen ideallere dönük bir çizgide belirli bir disiplin içerisinde gerçekleştirmesi gerektiğini öngören bir hayat dusturudur. Temel hedefleri arasında insanı mutlu etmekle yükümlü din insan hayatını düzen içerisine alan mektebtir. Yapılan bu tanımla dini iki bölümde; beşeri ve ilahi olarak değerlendirmek mümkündür.

a)  Beşeri din

Beşeri dinlerin başlıca özellikleri içerisinde yer alan temel esas insan düşüncesinin bir ürünü olmasıdır. Bu esas çerçevesinde insan yaşam şeklini belirlemek ve hayat düzenini kurmak isteteyecektir. Sınırsız istek ve arzular, bitmek ve tükenmek bilmeyen ihtiyaclarla donanmış insan bu istek ve arzulara kavuşma ihtiyaclarını karşılama eyleminde bir takım yasalar arayışına kalkar. Uhrevi yaşam ve ölüm ötesi hayatı kabullenmeyen akıl, insanın bu dünyada mutluluğunu temin etmede yasalar ve kanunlar arayışında ifrat içerisine girer. İnsanı hiçbir şekilde sınırlayacak, heva ve hevesi kanun ve yasa olmamalıdır. Bu haliyle nefsin esaretinde kalan insan, isteklerini bütün her şeyden üstün görür. Yaratılmış varlık olarak insan bu durumda nefsi arzularına kul olacak onu yegane ilah olarak kabullenecektir...

Casiye süresi 23.ayet te belirtildiği gibi “(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?”

Sadece insani düşünce temelleri üzerine kurulmuş vahiyden yoksun bir din çok vahim neticeler geriye armağan bırakır. Bunlardan bazılarını ayetler ışığında değerlendirelim.

1.Ödev Bilinci ve mesulliyetten kaçış

Din kurmak ve düzenlemek isteğine kalkışan insan içerisinden  çıkamıyacağı kavgalara giriftar olur. Her insanın mizacı ve pisikolojık yapısı başka bir insan ile çoğunlukla uyuşmaz. Dolayısıyla herkes kendi hayat düzeni için ayrı uygulamalara gidecektır. Böylelikle bir değil binlerce din meydana gelecektır. isra suresi 84. ayette belirtildiği gibi.  “De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir”

Evet ilahı, heva ve hevesı olan insan kuracağı dinide kendi eksenli emelleri ve arzuları olacaktır. Her insanı böyle tassavur ettiğimizde sonuçta kendisini hiç bir şeye karşı mesul bilmeyen vazife ruhuna sahip olmamış ödev bilincinden uzak karekterler karşımızda görülecektır. Böylesi bir durumda insan kendisini şu ayeti kerimenin örneği bilecektir...”O, yaptığından sorumlu değildir.” Enbiya23

Bu özellikte insan kişiliğini kanun üstü görecek bu vasıflarıyla başkasına karşı kendisini sorumlu bilmediği gibi isyankar duruma düşecektir. Böylelikle sadece isteklerini hak ve güzel bilecek, bunlarla amel edip dünya hayatında çabaları boş olarak yaşayacaktır. Bu şartlardaki insanları yüce kitabımız şöyle tanıtır:

“(Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” Kehf 104

Vahye dayalı din ise ödev ve kulluk teklifinin herkes için aynı olduğunu peygamber ve ümmeti arasındaki kulluk vazifesinde hiç bir ayrımın olmadığını belirtir. Herkesin yaptığı  amelleri karşısında sorumlu olduğu ve işlediği her amelin cevabını ilahi yargı karşısında vermesi gerektigini vurgular. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” A’raf 6                                                            2.İlahi dini yalanlamak

Din kurmak ve düzenlemek düşüncesini taşıyan insan kendisi dışındaki diğer dinlerle sürekli olarak kavgalı haldedir. Hak dini tanımayarak ilahi dine karşı çıkacak ve onu yalanlamaya başlıyacaktır. İlahi dine karşı amansız bir mücadele içerisine girip onu tamamıyla yenik düşürmedikçe kendi mücadelesinden vazgecmiyecektir. Dini kabullenmeyip yalanlamakla kalmayarak Allah’ın elçisi ve resulü olan peygamberi öldürmeye kalkışacaktır. “Andolsun ki İsrailoğullarının sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini (ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” Maide 70

3.İlahi din

Yüce Allah tarafından insanlara hidayet kaynağı ve en güzel ahlaki değerleri üstlenen inanç esasları, toplumsal-bireysel ödev ve sorumluluklar içeren öğretilerdir. İnsanları heva heveslerinin esaretinden kurtarıp asıl özgürlüklerine kavuşturma ve insana öz kimliğini yaratılışına uygun doğrultuda tanıtma hedefini yüklenen din, gerçek yaşam ve mutluluk kaynağıdır. İnsanı tüm yönleriyle tanıtan ve onun muhtaç olacağı şeyleri, temel beklentilerinin neler olduğunu bildiren din, öğretileri istikametinde saadetin elde edileceğini söyler. Dini uygulamayı kendileri için esas ve hedef alan ve bu azim içerisine girenler dosdoğru yolda kulluk bilinciyle yaratıcılarına vararak hakikata ulaşırlar...

“«Rabbimiz Allah tır» deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” Ahkaf 13

İnsan

Yeryüzünün halifeliğini üstlenmiş bu varlık bir taraftan akıl denilen kuvveye sahip olması diğer taraftan melekuti ruhu taşıması onu diğer varlıklarla ayırt etmiştir. Madde ve ruh terkibinden meydana gelen insan sahip olduğu bu değerlerle semavi ve melekuti olabileceği gibi bunları doğru istikamette kullanmadığı taktirde insanlık aleminden çıkarak hayvanlar alemine de düşebilir.

Zaman ilerledikçe hergün yeni ve esrarengiz yönleri tanınan insan, imam Ali a.s’ın tabiriyle alemül ekber olak belirtilmiştir. Bugüne kadar tüm yönleriyle tanınamayan insan bir taraftan yaşadığı bu alemde misafir iken diğer taraftan istikbar ederek herşeye egemen olma yoluyla kendi hakikatinden uzaklaşarak fıravunlaşır. İnsanın orta yol dizginlerini elinde tutan din, onu sürekli olarak dengede ve düzende tutmak ister. Dinin insan yorumu oldukça detaylı ve geniştir. insan Kur-an’ın belirttiği çerçevede sorgulanırken birçok tabirle karşılaşırız. İnsanı üstün sıfatlarla tanıttığında yeryüzünün halifesi, Bakara 30 ), tevhidi tanıyan fıtrat (Araf 132), ilahi ve melekuti ruhu taşıyan varlık, (Secde 7-9), ilahi emaneti üstlenmiş (Ahzap 72), ahlaki üstünlüklerle donanamış (Şems 7-9), kerametli ve şerefli (Esra 70), yeryüzü nimetlerinin maliki (Bakara 29), kulluk makamını taşıyan (Zariyat 56), özgür ve seçme hakkına sahip (Kehf 29), hedefli ve ebedi yaratılış (Casiye 25), için olduğunu belirtirken bunları yanısıra insanı yeren azarlayan sıfatlarına da değinir. Cahillik ve zulüm (Ahzap72), nimetlerin şükrünü eda etmeyen (Hacc 66), isyankar (Alak 6-7), aceleci (İsra 11) unutkan ve vefasız (yunus 12), fazla sıkan dar geçimli (İsra 100), tartışmacı (Kehf 52), haris, cimri, sabırsız, hayır işlemekten kaçınan (Mearic 19-22), zayıf ve kuvvetsiz (Nisa 28)...       

Bütün bunların dışında başka bir özelliği de insanın yaratılmış bir varlık olarak yaratıcısı karşısındaki durumudur. Yaratıcısı karşısında tamamıyla fakir ve muhtaç olan insan tüm varlığıyla ona bağlı oluşudur. Ey insanlar! Allah a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O dur (Fatır 15). Kendisiyle tanışan insan hakikat gerçeğine ulaştığında din ihtiyacını anlamlandıracaktır.

4 -Beklenti (ihtiyaç)

İnsanın beklentilerinin genel olarak ne olduğuna bakıldığında bunların ya doğru ve hak ya da yanlış ve batıl olduğunu görürüz. Bu beklentilerin doğruluk ve yanlışlık oranının ıspatı için yöneleceğimiz kaynak, insanı tüm boyutlarıyla tanıyan bir güç olmalıdır. Hiç bir zaman ve mekanda bu konuda yanılgı ve yanlışlığa düşmeyecek bu güç insana doğru ve hak beklentileri tanıtmasının yanısıra yanlış ve batıl olanları da hatırlatmalıdır. Yaratılış gereği sınırlı ve mahdut olan insan  aklı, bu konuda yetersiz olacağından insan aklının  ötesinde başka güç olmalıdır. Şüphesiz bu güç vahye dayalı dindir. Zira İlahi ve vahye bağlı din doğru ve hak ihtiyacları insan fıtratıyla tam uyum içerisinde belirterek tanıtır. Din, İnsana hakikat gerçeğini anlamlandırması gerektiğini yanısıra varoluşu için de yaşadığı bu esrarengiz alemi de tanımasını ister. Bu gerçeği insana öğreten din ona yaratılış seyrini, tekamül yolunu, yaratıcının celal ve cemal sıfatlarını, insan ve yaratıcı arasındaki ilişkinin nasıllığını belirginleştirerek, insanın yanlış ve batıl beklentilerininde   akıl ve vahye aykırı olan her şeyde olduğunu tekit eder.

Din, insan ve beklenti kavramlarının kısa ve öz açıklamalarından sonra insan hayatında din beklentisini dini değerlendirmeyle anlatımının ve açıklamasınının yollarını şöyle sıralayabiliriz.

Peygamberliğin gerekliliği

Peygamberliğin taşıdığı hedefler

Dinin faydası ve yararları

İnsanı tanıma

Dini kaynakların tanınması

1.Peygamberlik ve Nübüvettin gerekliliği:

Peygamberliğin Akıl yoluyla gerekliliğinin açıklamasını yapan islam düşünürleri  nakli delillere gidilmeden de bunun mümkün olduğunu aklen ispatını yapmışlardır. Nübüvetin aklen zaruretine ihtiyaç olmadığını nakli deliller varken böyle bir ihtiyacın gerekmediğini savunanlar da olmuştur. İslam düşünür ve alimleri arasında az da olsa ihtilafa yol açan bu mevzu şia ulemasına göre yeryüzü hiçbir zaman şeriattan yoksun olmamasının yanısıra yeryüzünde yüce Allah’ı temsil eden bir hüccetin zaruretini bütün zamanlarda gerekli bilmişlerdir. Mutezileye göre ise bu  bazı zamanlarda gereklı değildir. Maslahat olmadığı zamanlarda bu gereklilik ortadan kalkar. eş-Ari alimleri de husn ve kubh haklı kabul etmediklerinden akli olarak nübüvetin gerekliliğini kabul etmemişlerdir. Tabii ki bu açıklamalar onların nübüveti inkar ettikleri anlamına gelmemeli. Genel anlamda akli olarak nübüvetin gerekliliği mantıksal dizeneklerle şöyle açıklanır.

İnsanın yegane yaratıcısı alim ve hikmet sahibi olan yüce Allah (c.c)’tır. Ve insanı mukkaddes bir hedef için yaratmıştır.

İnsan sürekli ve ebedi olan bir varlıktır. Dosdoğru yolunda seyir ederek ebedi saadetine kavuşmalıdır. Bu yolda hatalar ve yanlışlıklara düçar olursa ebedi mutluluğa kavuşamayacaktır.

İnsan alim ve hikmet sahibi ilahın mahlukudur. Dolayısıyla insanın hakikatını tüm alanlarıyla bilen ve onun ihtiyaçlarını anlayan ve vakıf olan sadece ve sadece O’dur.

Çünkü yanlız insan hakikatini tüm gerçeğiyle bilen, ihtiyaçlarından haberdar olan Allah (c.c)’tır ve onun dışında hiç kimse İnsa’nın beklentilerini tam olarak yerine getiremeyeceğinden ve her kim bu işe kalkışsa ismet sıfatına sahip olmadığından yanlışlık ve hatalar içerisine girecek, ebedi mutluluğa gidecek yolları kapatacaktır. İnsanın ebedi olarak saadetten ve mutluluktan yoksun olması yüce Allah (c.c)’ın hikmet sıfatıyla uyuşmaz. Bu sebeple yüce Allah hikmeti gereği insanın hidayeti için yaşam kanunları düzenlemiş ve bunları ismet  sıfatını taşıyan peygamberler vasıtasıyla insanlara göndermiştir. Bu ilahi hükümler yani kitap hiçbir yanlışlık ve değişikliğe uğramaz. İnsanlar bu kitabın ögretileri ışığında hatalara düşmeden nihai hedefleri olan kemal mertebelerine ulaşırlar. İnsanın niha-i durağı ise (lika-ullah) Allah (c.c)’a kavuşma ve ona dönüştür. Allah’a giden ona rüc’u eden sonsuz güzellik ve mutlluluk bulur.

Kur-an’i esaslar içerisinde peygamberlerin gerekliliğine bakıldığında ise tevhid  inancının yer yüzünde hakimiyetinin sağlanması, insanlar arasındaki ihtilafların çözülmesi, toplumda adalet ilkesinin icrası, kitap ve hikmeti ögretme, inanlar üzerinde hücceti tamamlama ve benzeri konular olduğu müşahade edilir.

İnsanın yaratılış gayesi nereden geldiği (mebde) ve nereye gideceği, döneceği yerle (mead) aşina olmasıdır. İnsanın kemal mertebesine ulaşması bu hedefte gizli iken bununla tanışmayan insan eksik ve çaresizdir. Yaratılışta akıl ve tevhidi tanıma gücüne sahip olmasına rağmen tevhid inancından uzaklaştığı kemale doğru gitmesi gerekirken ondan tamamıyla mesafe aldığı tarih ile sabittir. Yeryüzünde çok tanrılı dinlerin varlığı da bunu kanıtlar. Kur-an, tevhid, bir olan Allah inancını hakim kılma ve bir ilaha ibadet etmeye daveti ve görevini peygamberlerin zaruretinin gerekli olduğu noktasında beyan etmiştir. Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: “Andolsun ki Biz, her ümmete Allah a kulluk edin ve Tağuttan sakının! diye uyaran bir peygamber gönderdik.” Nahl 36

Başka bir ayet-i kerimede ise: “Âd kavmine de kardeşleri Hûd u (peygamber gönderdik) Dedi ki: Ey kavmim! Allah a kulluk edin, sizin için O ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?”  A’raf 65

Yeryüzünde yüce Allahın temsilcisi ve aziz elçileri peygamberler toplumda insanlar arasında var olan fikri ve düşünce ihtilafları kabileler ve milletler arasındaki düşmanlıklara son vermek ve insanları vahdet gölgesi altında bir arada tutmakla görevlidirler. Peygamberler ve Allah nezdinden getirdikleri kitap olmadan insanların salt akılla doğacak sorunları ve ihtilafları tamamıyla çözüme kavuşturmalarına güçleri yetmez. Bundan dolayı Kur-an peygamberlerin varlığını zaruret olarak belirtmiştir. “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi.” Bakara 213

Her asırda insanların karşı karşıya kaldıkları toplumsal adaletsizlik çoğu zamanlar ezilen ve zülme uğrayan, zalim ve zulüm sınıflarını oluşturmuş ve insanlık  bu sorundan büyük acılar ve çileler çekmiştir. Adeletsizlik ve haksızlığa karşı amansız mücadele veren insanlık bu yolda pek başarılı olamamıştır. Toplumsal adeleti hakim kılabilmek insana her alanda sahip oldukları haklarını eşit olarak vermek çoğu zamanlarda da tahakuk bulamamıştır. Sağlıklı ve adeletli bir toplum oluşturmak için herşeyden önce adelet gözetlenerek hazırlanmış bir yasa, adil yönetici ve yasaları uygulayacak adil yargı sistemi olmalıdır. Toplumsal adeletin gerçekleşmesi ve insanlığın bu ilke ile hayat düzenlerini ve yaşantılarını kurmalarını öngören din böyle bir emrin icrasını peygamberliğin gerekliliğinde olduğunu belirtmiştir. “Biz Peygamberlerimizi kesin kanıtlarla gönderdik, insanlar arasında adil bir düzen kurulsun diye onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik”. Hadid 25

Başka bir ayette de: “Her ümmetin bir peygamberi vardır; o peygamberleri gelince aralarında adaletle hüküm verilir, hiçbirine zulüm edilmez.” Yunus 47   

Peygamberliğin  insanoğlunun dünya hayatında akli burhan ve bazı nakli rivayetlerle gerekliliğini açıkladıktan sonra dinin, insanın ihtiyaç ve beklentilerini bu gerekliligin neticesinde elde edeceğini vurguladığını anlıyoruz. Din bir tarafan insanı kavuşturmak istedği hedefin kamil insan olduğunu belirtirken bu hedefe ulaşmanın yolunu da peygambere ve vahye bağlı olduğunu söyler. Dünya hayatının düzen ve mutluluğunu da ahiret ve uhrevi hayatı esas alarak düzenler. Bu esas dahilinde insanın din beklentisini değerlendirir.

Kaynakça:

1-Gostere-i şeriat, Abdul Hüseyin Husropenah  

2-Rah ve Rahnama Şınasi, Misbah Yezdi

3-Menşur-i cavid, Cafer Subhani

4-Vahiy ve Nubuvet der Kur-an, Cevadi Amuli

5.İntizar-ı Beşer az Din, Cevadi Amuli

6.Kur-an ve Kalemro Şınasıye Din, Mustafa Kerimi 

 

Haci Bilici 



Yeni yorum ekle