İSLAM ÜMMETİ VE KÜRTLER

Cu, 20/01/2017 - 22:18

 İSLAM ÜMMETİ VE KÜRTLER

Mısırlı müslüman yazar Fehmi Şinnavi’nin İslam Ümmetinin Yetimleri KÜRTLER adlı kitabının önsözünden kısa bir alıntıyla konuya giriş yapmak istiyorum.

„Kürt sorunu oldukça karmaşık, riskli ve yakıcı bir sorundur. Bu soruna bir şekilde eğildiğiniz veya soruna ilişkin konuşmaya-yazmaya başladığınız andan itibaren Irak, Türkiye, Iran, Suriye ve(...) gibi bölge ülkelerinin tepkileriyle karşı karşıya gelirsiniz. Sorun karşısında duyarsız ve suskun kalmayı tercih ederseniz, bu durumda da hem Kürt halkına, hem de apaçık gerçeklere ve hak ölçülerine ihanet etmiş olursunuz. Üzülerek belirtmek isterim ki, sayıları bir buçuk milyarı bulan Müslüman topluluğu Kürt sorunu karşısında duyarsız ve suskun kalmaktadır. Gerçekte üzücü olan bu durum aynı zamanda Müslüman ümmetin gerçek anlamda henüz varolmadığına da bir delil teşkil etmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki, Müslüman kişi veya ümmet, her zaman ve her yerde hakkın yanında olur, haklıyla omuz omuza vererek batıla ve zulme karşı savaşım verir. Suskunluk, duyarsızlık ve çaresizlik gibi eğilimler, hakka ve hakikate karşı bir ihanet anlamına gelir.”

Fehmi Şinavi’nin bu doğru tesbitleri hala var olmakla beraber bugün konunun daha da karışık olduğunu kürt sorununu ve bu halkın mazlumiyetini dile getirmek isteseniz, en radikal, tevhidi, inkılapçı geçinen müslümanları karşınızda bulacağınızı eklemek istiyorum. Hatta bundan daha öte müslüman geçinen tevhidi ve inkılapçı kürtler bile konuya pek sıcak bakmamakta ve islami bir çözüm sunamamaktadırlar.

Hal böyleyken, ne yazık ki bundan, farklı ve gayri islami ideolojilere sahip hareketler faydalanmaya çalışır. Durum o kadar vahimdir ki, bugün Kürt sorununa değinen herkes otomatikmen PKK’cı olarak topluma lanse edilir. Ne diyelim belki de haklıdırlar, çünkü biz müslümanlar bütün meydanı başkalarına bırakmışız, ve neticede bir müslüman bile bu işe giriştimi zikredilen bir haksız fişleme ile karşı karşıya gelir.

Burada konuya girmeden önce, „ümmet” kavramının hangi anlamlara geldiğini ve islam ümmetinin ne gibi nitelikler taşıdığını Kur’an’i Kerim’den ayetlerle açıklamaya çalışacağız.

Ümmet:

"Ümmet", anne anlamına gelen "ümm" kelimesinden türemiştir. "Ümm", ana demektir. Bir şeyin meydana gelmesine, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına temel olan köküne verilen isimdir. Kur’an’da geçen ‘ümmü’l kitap-kitabın anası’, ‘Levh-i Mahfuz’ yerine kullanılmıştır (Zuhruf, 1-4; Bürûc, 22; Vâkıa, 78). Bütün ilimlerin oluşumu ona nisbet edilir, bütün ilimlerin kaynağı odur.

"Ümmet", sözlükte, cemaat nesil veya topluluk demektir. Ümmet, kavram olarak, kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak sûretiyle bir arada yaşayan insan topluluğudur. Bu tanımdan hareketle birçok müslüman âlime göre, ‘ümmet’ kelimesiyle "İslâm a inanan topluluklar" kast edilmiştir.

Ümmet kelimesinin Kur an ın bazı âyetlerinde ‘topluluk’ anlamında kullanıldığını görüyoruz: “Sizden, hayra çağıran, ma’rûfu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önleyen bir ‘ümmet’ (topluluk-cemaat) olsun…” (Âl-i İmrân, 104. Aynı kullanılış için yine bkz. Âl-i İmrân, 113; Mâide, 66; A’râf, 159, 164, 181; Kasas, 23).

İslâm ümmeti, insanlığın hidâyet önderidir."Ümmet" kavramı, bir diğer deyişle ‘imam’ kelimesinden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemaat demektir. Yani bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde faâliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk iman üzere olduğu gibi; küfür üzere de olabilir. Faâliyetleri sâlih amel de olabilir; fitne ve fesat da olabilir. Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara-topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. Ümmet, kuvvetli bir önderlik kurumunun yönetimi altında bir araya gelen topluluktur. O topluluğun fertleri inanç ve gâye yönünden bir köke, bir asıla bağlıdırlar.

Ümmet kavramı, kendine has bir dine sahip olan kimse anlamına da gelir. “Hakikaten İbrahim başlı başına bir ümmet idi ve Allah’a itaat ederdi.” (Nahl, 120).

Ümmet, aynı yer ve zamanda, aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında Kur’an’da sık sık geçmektedir. Aslında insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi. Allah’ın gönderdiği peygamberler onların sorunlarını çözüyorlardı. Ancak daha sonradan aralarındaki bağy (taşkınlık) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Farklı farklı dinler uydurdular ve farklı ümmetler haline geldiler (Bakara, 213; Ayrıca bkz. 10/Yûnus, 19).

İslâm Ümmetinin Özellikleri:

Allah (c.c.) dileseydi yeryüzünde olan bütün insanlar bir tek ümmet olurdu (Mâide, 48; Hûd, 118; Şûrâ, 8). O zaman da hür irâdenin ve denemenin bir anlamı kalmazdı. İnsanlardan dileyen İslâm ümmetinin, dileyen de küfür ümmetlerinin bir üyesi olabilir. İnsan bu konuda serbesttir; neticesine katlanmak şartıyla.

Ma’rûfu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslâm ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir (Âl-i İmrân, 110). Allah’ın yarattıkları arasında bazı ümmetler, hakka iletir ve hak ile adâleti yerine getirirler (A’râf, 181). İşte, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslâm ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır. Üstünlüğü soy, kabile, renk, sosyal sınıf, zenginlik ve iktidar sahipliği gibi şeylerde görmeyen İslâm, takvâyı üstünlük derecesi saymış; insanlar arasında kim daha çok takvâ sahibi olursa, kim en yüce değerleri Allah rızası için ahlâk haline getirirse o üstün olur. Bu yüce erdemin de ancak İslâm ın getirdiği ilkelerle kazanılacağı açıktır.

İslâm ümmeti, Kur’an’a göre bir tek ümmettir: “Gerçek şu ki, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibâdet ediniz.” (Enbiyâ, 92; ayrıca bkz. Mü’minûn 52). İslâm ümmeti, aynı imam-önder etrafında (Hz. Muhammed’in izinde), aynı vahye tâbi olarak bir araya gelmiş, Tevhid dinine gönül vererek vahdete ulaşmış, aynı amaca yönelme gayretinde olan bir ümmettir. Ayrıca Kur’an’a göre İslâm ümmeti, vasat (orta, aşırı olmayan, dengeli) bir ümmettir, ki diğer insanlar üzerine, İslâm ın hak din olduğu, üzerinde oldukları yolun ‘doğru yol’ olduğu hususunda şâhitlik yapacaklar. İnkârcıların ve haddi aşanların dâvetlerine uymadıklarına, onların emr’lerinin (işlerinin) rüşd (sağlam, yarayışlı) olmadığına da tanıklık edecekler.

Kur’an’ın tarif ettiği İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, hayatı değerlendirmede, ceza vermede ve yargılamada orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir. Hakka ve adâlete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir. Tabiatta, inançta ve hayatı yaşamada denge üzerindedir.

Belli bir inanç, ideal, ülkü ve dünya görüşü etrafında birleşen topluluklar birer ‘ümmet’ oluştururlar. Ancak, İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı, daha çok, İslâm a gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder

Biz bu makalede ümmet kavramını genel olarak islam kültüründe kastedilen, aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında kullanacağız. Yukarıda zikredilen Kur’anın tanımladığı ideal islam ümmeti ne yazık ki, bugün harici (dışsal) bir varlığı yoktur. Zira Kur’an’ın tarif ettiği ümmet var olsaydı, ne Kürtlere karşı tutum ve davranışları böyle olurdu ve ne de bütün müslümanlar bugün zillet altında bir hayatı sürdürmezlerdi. Başka bir ifadeyle „İslam ümmeti ve Kürtler” başlığından kasdımız, bugün aynı dini paylaşan islam ülkelerindeki toplulukların Kürt sorununa bakış açıları incelemektir.

Ümmet kavramı ve islam ümmeti özellikleri hakkında yeterli bilgi edindikten sonra İslam Ümmetinin Kürtlere karşı sergiledikleri tutum ve tavırlarına değinmek için şimdi de asıl konuya giriş yapabiliriz.

İslam Ümmeti ve Kürtler

Kürtler, Mezopotamya nın yerlilerinden olup Zagros dağlarından, Toros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan 40-50 milyon kişiden oluşan etnik gruba mensup ve Hint-Avrupa dili konuşan halklardan biridir. Kürtler yoğun olarak Toros ve Zagros dağlarının kesiştiği, Mezopotamyayı da içine alan, Türkiye nin Doğu ve Güneydoğusu, Süriye’nin küzeyi, Irak ın kuzeyi, İran ın Kurdistan, Batı Azerbaycan, Azerbaycan, Kermanşah ve Loristan eyaletlerinde yaşarlar.

Mezopotamya topraklarında bin yıllardır yaşayan Kürt halkı, Ortadoğu nun birçok ulusu ile iç içe yaşamış ve medeniyetin oluşumunda pek çok emeği olmuştur. Fakat ne yazık ki, sömürgeciler Kürtler i hep görmezden gelmişler ve yıllarca çeşitli baskılar uygulamışlardır. Kürt ulusu yok edilmeye çalışılmış, Kürt diye bir halkın olmadığı Kürtlerin dağlı Türkler olduğu yada Farsların bir kolu olduğu iddia edilmiştir. Kürt adı sözlüklerden ve tüm kitaplardan çıkarılmıştır. Kürtlerin kendi tarihi ile buluşması engellenmiş ve tüm tarihi eserler tahrif edilmiştir. Kürt dili yasaklanmış ve Kürtçe diye bir dilin olmadığı iddia edilmiştir. Kürdistan 4 parçaya bölünmüştür. Yok edilmeler, sürgünler, katliamlar bir halka yapılacak tüm zulümlere maruz kalmıştır Kürtler.Tarihi, değerleri, kimliği unutturulmaya çalışılmış bu halk, bugün belirli noktalar da tanınmak mecburiyetinde kalsa da halen yeryüzünün en çok horlanmış, aldatılmış, sömürülmüş, kullanılmış ve yok edilmeye çalışılmış halkıdır. Bu halkın ne yapıp ta bu zulümleri hak ettiğini ise söylemek mümkün değildir.

İçinde yaşadığımız şu dünya yaratılalı beri, belki de çok az millet hemen her coğrafyada, Müslüman Kürt halkı kadar asırlarca bitmeyen, dinmeyen son bulmayan acı, keder, ızdırap, savaş, kan ve gözyaşlarıyla dolu bir hayat yaşamak zorunda bırakılmışlardır.

Öyle ki kendi doğduğu, büyüdüğü, kaderini paylaştığı öz yurdunda bir köle bir parya, hatta bir Kızılderili muamelesi görmüş ve hiçbir zaman bir insan olarak, Allah’ın kendilerine bahşettiği fıtri haklarını, kaderini belirleme yetkilerini, dillerini, kültürlerini, kendi özgür iradeleri ile yaşama haklarından, zalimler tarafından sürekli engellenmiş ve mahrum bırakılmışlardır. Gerçekten meseleye insani bir boyuttan bakıldığı zaman, Müslüman Kürt halkının tarihin her karesinde, ne denli acıklı, bir o kadarda kahredici bir hayatla karşı karşıya kaldıkları hayret ve dehşetle müşahede edilmiş olacaktır.

Saflığından mıdır, dindar olduğundan mıdır, yoksa dağlı olduğundan mıdır bilinmez; ama mazlum Müslüman Kürt milletinin tarihin akışı içerisinde, kendisinden zulüm ve haksızlık görmediği hemen hiçbir kavim yoktur. Asırlarca kendisi ile kader birliği yapmış, kapı komşusu, hısım, akraba olmuş Türkler mi Kürde zulüm yapmadı? İyi günde, kötü günde, savaşta, barışta, el ele gönül gönüle koşuşturdukları Araplar mı onları yalnız bırakmadı? Din yoldaşımdır, kardeşimdir deyip, hiç tereddüt etmeden mukaddes değerler uğruna, en tehlikeli durumlarda yine en ön safta adeta gözü kapalı dalan Kürdün, Müslüman kardeşi mi onu terk etmedi? Asırlarca sonu gelmeyen, ilâ’yı kelimetullah aşkı için, savaşlarla dolu hayatta bütün varlığını ortaya koyarak, birlikte mücadele ettiği Müslüman kardeşi mi gerçek manada bahtsız Kürd’e sahip çıktı!? Sahip çıkmamak yetmedi, Kürtlere acımasız zulüm ve soykırım yapıldı. Bu zulmü yaparken de yüce islam dinini kendi kirli politikalarına alet ettiler. Örneğin Saddam Hüseyin rejimin Irak’ta uyguladığı kitlesel bir katliam olan ’Enfal Operasyonu’ 23 Şubat 1988’de başladı ve 6 Eylül’e kadar sürdü. Bu tarihler arasında Irak’ta tam anlamıyla bir soykırım yaşandı. Saddam rejiminin altı ayrı Kürt bölgesinde yürüttüğü sekiz operasyon sonucunda 182.000 kişi hayatını kaybetti (bu operasyonun bir parçası olan Halepçe katliamında kimyasal silahlarla yaklaşık beş bin kişi hayatını kaybetti). 3 bine aşkın köy ve kasaba ortadan kaldırıldı. Saddam Hüseyin, Kürdlere karşı geliştirdiği soykırıma “enfal” dedi. Soykırımı Kur’an’a dayandırdı. “Kürdlerin kanı-canı, malı-mülkü, karısı, çocukları Müslüman Araplara helaldir.”

Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Filistin’de, İster Pakistan’da, ister Bosna’da, İster Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da olsun, Müslümanların burnu kanasa bütün İslam aleminde ve Türkiye’de Müslümanlar tepki gösterir. Sel, deprem, yangın gibi felaketlerde, yardım kampanyaları açar. Ama Saddam Hüseyin’in Kürdlere karşı tırmandırdığı soykırıma karşı Müslümanların küçücük bir tepkisi olmadı. Türkiye’de, Müslümanlar, Kürdlere karşı geliştirilen bu operasyonları ya alkışlıyor, ya sessiz kalıyor. Çünkü Türkiye’de Müslümanlık - İsmail Beşikçi’nin deyimiyle - devletin Müslümanlığıdır, halkın Müslümanlığı değildir. Kürdlerin Müslüman bile kabul edilmediği bir ortamda din kardeşliği hiç gerçekleşebilir mi?

Bir bedenin uzuvları gibi olan (İslam’ın tanımladığı) ümmet, ağrıyan hangi uzvuysa ona derman olmak için sorumluluk bilincini Allah rızası eksenli ifa etmelidir. Sorumluluk ahlakı ve bilinci ile güç yetirebildiği düzeyde bunu eylemleriyle ümmetin hizmetine sunabilmelidir.

Hangi beden, ağrıyan herhangi bir uzvunun acısını hissetmez ve o acıya derman bulmak için çaba göstermez? Hangi beden, bir uzvunu yok olmaya ve ya bitip tükenmeye terk eder? Hangi beden, bir uzvunun bir başka uzvuna zulüm etmesine karşı tepkisiz ve sessiz kalır?

Fakat anlaşılan o ki, ümmet mazlum Kürtleri kendisinden bir uzuv saymamaktadır. Aksi takdirde acıyı hisseder , ona derman arardı.

Saddam Hüseyin’in Kürdlere, Halepçe’de soykırım yaptığı 16 Mart 1988 günü, İslam Konferansı Kuveyt’te toplantı halindeydi. 53 İslam ülkesinden hiç birinin soykırım konusunda Saddam Hüseyin rejimine küçük bir eleştiri getirmemesi, soykırımı protesto etmemesi dikkate değer bir konudur. İslam Konferansı toplantısında, Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. Toplantı sonrasında yayımlanan ortak bildiride, Bulgaristan’da, Türklerin isimlerini Bulgar isimleriyle değiştirmeye çalıştığı için Bulgaristan eleştiriliyordu. Batı Trakya’da, Türk çocuklarının Türk diliyle eğitiminin engellediğinden dolayı Yunanistan eleştiriliyordu. Ama böylesine bir soykırımdan dolayı Saddam Hüseyin rejimine hiçbir şey söylenmiyordu. Evet ne acıdır ki, İslam ümmeti bu zulüm karşısında sessiz kaldı.

Türkiye’de de benzeri daha ağır zulümler Kürt halkına yapıldı ve hala da yapılıyor. Yıllarca varlıkları dahi inkar edildi, dilleri yasaklandı, asimile edilmeye çalışıldı, öldürülüp köyleri yakıldı. Fakat ne acıdır ki, yine İslam ümmeti sesini çıkarmadı. Yoksa Kürt halkı müslüman değilmi?

Süriye’de yaşayan Kürtlere gelince, 1962 den beri hemen hemen hepsinin kimlikleri ellerinden alınıp bu kimliklerin yerine bir kısmına ‘ecnebi’ (yabancı) olduklarını belirten bir kart verilmiş. Bir kısmına bunlardan bile verilmemiş. İşte bu kesim de ’’kaydı yok’’ diğer tabir ile ’’mektum’’ olarak bügüne kadar gelmişler.

Ecnebi ve mektum olarak tabir edilen bu Kürtler hiç bir hakka sahip değiller. Bunları sıralayacak olursak; Seçime katılma veya aday olma hakları yok, çalışma ve devlette istihdam edilme hakları yok, pasaport alamıyorlar ve bunun sonucu olarak yurt dışına çıkamıyorlar, çocukları kayıtlara geçirilmiyor ve bunun sonucu olarak okula ya hiç gidemiyorlar yada çok zor koşullarda gidebiliyorlar. Üniversite eğitimini ise hiç alamıyorlar. Kimlikleri olmadığı için yasal evlilik yapamıyorlar, işyeri açamıyorlar, kimlikleri bulunmadığı için yaşadıkları şehrin dışına çıktıklarında otellerde kalamıyorlar, hastahanelerde tedavi olamıyorlar...

Evet, zulmün bir çeşidi de bu. Birileri gelip yurdunu ve toprağını işgal edecek. Sonra senin fiili varlığını bile inkar edecek, senin öz vatanında sana yabancı olduğuna dair kart verecek, veya mektum bırakacak. Kusura bakmayın ama bunu Siyonist İsrail bile Filistinlilere yapmamıştır. En azından varlıklarını kabul ediyor.

Tekrar aynı soruyla karşı karşıya geliyoruz: Nerede İslam ümmeti! Yoksa İslam bu zulmü onaylıyor mu (haşa)?!

Biliyorum, az sonra Müslüman kardeşlerim bana sitem edeceklerdir. Ancak maalesef üzülerek ifade etmem lazımdır ki, bu tarihi bir gerçek olup, kesinlikle aksi iddia edilemez. Nedense Yeryüzünde Fars’ı, Arab’ı, Acem’i, Türk’ü, ve bütün kavimler doğal hak ve hukukundan bahsettiği zaman her şey normal göründüğü halde, sıra Kürd’e gelince en samimi bildiğimiz Müslüman kardeşlerimiz bile nedense, öcü görmüş gibi küplere binerler.

Kürtlerin Müslüman komşularından (Türk, Arap ve Fars) sıradan bir ferde Kürtler sizin sahip olduğunuz ulusal haklardan herhangi birisine sahip olmalı mıdır diye sorduğumuzda tamamen ulusal kaygılardan (ve dini kılıflarla) bin bir dereden su getirerek Kürtlerin bu haklardan mahrum olmalarını dillendirmektedirler. Çoğu dini kılıf giydirilmiş bahanelerden bir kaç örnek verelim.

Kürtlere:

’’Efendim bizler aynı Allah’a, aynı Peygambere ve aynı Kitab’a inanan, ve aynı kıbleye yöneliyoruz, ırkçılık yapmayın’’. (Oysa asıl ırkçılık ve milliyetçiliği onlar pratikte yapıyorlar.)

’’Efendim, bizim düşmanlarımız kafirlerdir, emperyalistlerdir. Onlara karşı birlik olmamız gerekir.’’ (Oysa pratikte onlarla müttefiktirler ve onlarla her türlü askeri-siyasi anlaşmaları bulunmaktadır.)

-’’Dış güçler bizi birbirimize düşürmek istiyorlar.’’ (Madem öyle olmasını gerçekten istemezsiniz, o halde Kürtlerden gaspettiğiniz tüm hakları hemen iade edin ki, o korkulan durumlar gerçekleşmesin. Başka bir ifadeyle Resül-i Ekrem’in ’’Sizden biriniz kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz’’ hadisini pratik hayatınızda müslüman Kürt kardeşiniz için uygulayın.)

-’’Efendim, biz bin yıldır bir arada yaşıyoruz ırkçılık, bölücülük yapmayın!’’ (O zaman bin yıllık kardeşleriniz olan Kürtlere zulüm yapmaktan vazgeçin, Kürtler özgürlüklerini elde etsinler ki bu kardeşlik Kur’an’ın tarif ettiği şekilde tekrardan en güçlü bir şekilde oluşsun.)

-’’İslam ümmetinin birliğini bozmamak, araya nifak sokmamak gerekir.’’ (Burada İslam ümmetinin Kur’an’ın tarif ettiği şekilde bugün pratikte malesef yoktur. Ve eger bu var olmayan birliği, müslüman Kürtlerin özgürlüğüne, doğal hak ve hukuklarına düşmanlık beslemekle meydana geliyorsa, o olmaz olsun. İslam ümmetinin birliği, elli milyon olan bir halkın haklarına düşmanlık göstermekle meydana gelmez.)

-’’Dünyada her ayrı etnik kimliğe sahip olanların devlet olması gerekmez.’’ (Ama nüfusu iki yüz bin olan Kıbrıs Türklerinin, bir milyonluk Çeçenlerin, iki milyon Boşnakların, yüz bin Abazanın, iki yüz bin Kosovalının, iki yüz binlik Makedonyalının ayrı bir devlete sahip olmasını istediğiniz doğru değil midir? Şimdi bize söyleyin: Dünyada hangi millet vardır ki nüfusu 50 milyon olduğu halde bugün devletsiz yaşamaktadırlar ve bütün ulusal haklardan mahrum bir şekilde dilleri, kimlikleri, mezhepleri, vatanları yasak ve bölük pörçük edilmişler? Yüz binlik millete/ topluluğa özgürlüğü ve devleti layık gören, 50 milyonluk Kürt halkına hangi hakla layık görmemektedir?)

-"Kürt devletinin kurulması Batı nın işine gelir" (Kürtler, Şeriat ı yasaklamak uğruna kanlar dökmediler. Kürtler, en büyük tehlike Şeriat tır da demediler. Kürtler, ABD ve AB ülkelerine gidip, bakın eğer bize destek vermezseniz Şeriat gelir, diye Batılıları korkulara bırakıp, onlardan makam ve iktidar alma peşine düşmediler.)

Bütün bunlar, sorunun bizatihi komşu Müslüman halkların Kürt algılamasından kaynaklanmasına rağmen hala sorun sadece dış güçlerin oyununa bağlanmaktadır.

Kardeşliğe gelince, İslam’ın kardeşlik anlayışı biyolojik ve ideolojik olmak üzere iki boyutludur. Biyolojik kardeşlik noktasında bütün insanlar eşit olup kimsenin kimseye bir üstünlüğü olmadığı gibi biyolojik eksi ve artılar üstünlük ve alçaklık ölçütü değildir. İdeolojik kardeşlik ise aradaki hiçbir bağa bakılmaksızın ortak bir bilinçle ortak bir gayeye ermek için kişilerin beyin, bilek ve gönül birlikteliğidir. İslam bütün insanları biyolojik kardeş olarak kabul ettiği gibi bütün Müslümanları da ideolojik kardeş kabul eder. Burada ırk biyolojik kardeşliğe ümmet ise ideolojik kardeşliğe tekabül etmektedir.

İslam dünyasında ortaya çıkan İslami cemaat ve hareketlerin çoğu dini oldukları kadar aynı zamanda milli yapılanmalardır da. İslam’ı hakim kılmaya aday oldukları kadar milli birlik ve beraberliklerini güçlendirmeye de soyunmuşlar, üyesi oldukları toplumun dilini, kültürünü, edebiyatını, sanatını… vd. geliştirmeyi, zenginleştirmeyi kendileri için önemli bir gaye edinmişler. Bu hareketlerde kimi zaman din kimi zaman da milli yön ön planda durmaktadır. Mesela İran’da İslam İnkılabından sonra İslami yapılanmasında dini yön ön planda bulunurken Türkiye‘de milli yön daha çok ön plandadır. Milli yönün ağır bastığı hareketlerde din, milli birlik ve beraberliği sağladığı için önemsenir ve bu gayeye matuf olacak şekilde yorumlanır. Bu zihniyete göre iyi ve kötünün ölçütü devlet ve milli bütünlüktür. Eğer adalet, hak, hukuk, özgürlük; ve milli birliği zedelerse hemen dini yedeklerine alarak bütün bu talepleri terör, anarşizm, dış oyun ve bölücülüğe indirgeyerek biyolojik kardeşliği desteklemeye başlarlar. Biyolojik kardeşlerinin her türlü haksızlığını, zulmünü ve hakaretini sırf milli birliğin bozulmaması için sineye çekerler de hak taleplerini görmezden gelir açlıkla korkutup sadakayla avuturlar. Bu da olmazsa biyolojik kardeşlerini desteklemekten, asla çekinmezler. Kendilerine uygun buldukları milli hakların hepsini Kürtler için sırf milli egemenliklerinin ortadan kalkmaması için istemezler ama bunu dini kılıkla süslerler, birlik ve beraberliğe atıfta bulunan bütün ayetleri bir anda sıralarlar.

İslam dünyasındaki bu algılama biçiminin oluşmasında; milli farklılıklara halel gelmeden ideolojik birliktelik olan “ümmet” anlayışının yerine “ulus” anlayışının oturması etkili olmuştur. Ümmet uhrevi ve dünyevi unsurları barındırıp en yüce varlık ile ilişki içerisindeyken ulus sadece dünyevi unsurlar taşımakta atalar, toprak, tarih ve kültür ile ilişki kurmaktadır. Ümmet; Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun doğru yolunda yürümek üzerine kurulurken ulus; milli bütünlüğün sağlanması, korunması ve milli egemenliğin devamı için kurgulanır. Ümmette her farklı unsur kendisi olarak diğerleriyle yan yana, omuz omuza kenetlenirken ulusta bütün farklı unsurlar kurgulanmış ırk, tarih, coğrafya ve kültürde tek tipleştirilmekte, asimile edilmekte ve yok edilmektedirler. Türkiye’deki dini cemaatlerin çoğu Müslümanlığı ve Türklüğü bir ve aynı kabul ettikleri için Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü adeta İslam ümmetinin birliği olarak görmektedirler. Gerekçeleri de hazırdır: İslam dünyasının gözü Türkiye’de, Türkiye İslam dünyasının lideredir, bayrak düştüğü yerden kalkar…vb.

Kürtler söz konusu olduğunda dinimiz bir, kitabımız bir, Allahımız bir sözleriyle devamlı olarak farklılıkları yadsıyan, ortak paydaları (dinsel argümanları) ön plana çıkaran bir söylem tutturmaktadırlar. Ama kendilerinin milli yönlerini bir gurur mevzusu yapmaktan çekinmez, farklılıklarını her yerde dile getirmekten ve korumaya çalışmaktan asla vazgeçmezler. Tabiî ki Müslümanlar kardeştir, darda ve ferahta beraber olmak zorundadırlar. Fakat görünen o ki, günümüzde Kur’an’ın tanımladığı İslam ümmeti diye bir şuurlu, her zaman hakkın yanında, mazlumların sığınağı olan bir topluluk bulunmamaktadır. Bence, burada özellikle Kürt müslümanlara düşen görev, en azından kendileri kendi mazlum halkının yanında yer alıp, onların sorunlarıyla ilgilenip Kur’an’ı esas alarak çözüm arayışlarına girmelidirler.  Ama kendinden ( tarihinden, coğrafyasından, dilinden, kültüründen) vazgeçerek sahte bir kardeşlik adına diğerleri arasına katılarak, eriyerek değil; kendisi olarak, omuz omuza onların yanında olmalıdır. Böyle olmazsa Kürt halkının son umudu bitmiş demektir. Kürt sorunun çözümünü, islam dışı hareketlere bırakmak demektir.

Ama gelin görün ki, Türklerin dindarlığı ne kadar kendilerinden yanaysa Kürtlerin dindarlığı da bir o kadar kendilerine karşı. Yazık…

Sonuç

Herkesimden güçlerin zaman zaman kullanıp, işleri bittikten sonra da icaplarına bakılan halklara en iyi örnektir Kürtler. Ulus devlet modelleriyle pratize edildiği dönemlerden başlamak üzere günümüze kadar en fazla istismar edilen, en fazla tahkir edilen ve her şeye rağmen dili, kültürü ve tüm realiteleriyle beraber varlıkları dahi yok sayılan milletlere yine en iyi örnektir, Kürtler. Kürtler, tarihin içinde rol almayıp kendi geleceklerini, kaderlerini başkalarının insafına terk edenlerin en büyük cezasını, gören ve hala da görmekte olan bir halktır.

Kürtler, kimi zaman uluslararası çıkar dengelerine kurban edilirken, kimi zaman da bölgesel aktörlerin, rakiplerini dengeleyici bir unsur olarak en fazla kendi amaçları doğrultusunda kullanmak istedikleri bir halk olarak görülmüşlerdir.

Müslüman Kürt halkına vahşet ve zulüm icra etmek üzere ittifak eden zalimler, 20. yüzyılın başlarından itibaren birbirlerine verdikleri destekle, dünyanın orta yerinde zengin yer altı-yer üstü kaynaklarına sahip ve 50 milyonluk nüfusa ulaşmış bu halka günümüze gelinceye değin pervasızca saldırmaya devam etmişlerdir.

İki milyar İslam ümmeti içinde yalnızlığa, çaresizliğe ve sahipsizliğe itilen Müslüman Kürt halkı genciyle yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle sayısız zulümlere uğramış ve bugün de vicdandan, insaftan, merhametten yoksun gaddarların çizmesi altında, zulüm acısıyla inlemektedirler.

Evet değerli okuyucular; Bizler bütün sorunları hiç çekinmeden ve korkmadan açık yüreklilikle ortaya koymalıyız. Haklıdan ve mazlumdan yana olmalıyız. Adaletten asla ayrılmamalıyız. Bu makalenin asıl amacı; mazlum-Müslüman Kürt halkının sorunlarını yalın ve objektif bir şekilde İslam ümmetinin gözleri önüne sermektir. Dahası ve en önemlisi, bu ezilmiş ve horlanmış mazlum halkın sorunlarını bütünüyle hak ve adalet ölçüleri içerisinde kalarak konuşmak ve tartışmaktır. Unutmamak gerekir ki, İslam, iman ve adalet ilkeleri olmaksızın ayakta duramaz. Müslümanlar arasında adalet ilkesi yok olup gitmişse, zaten Müslümanlıktan da söz etmek mümkün olmaz diye düşünüyorum. Adalet ilkesi, Müslüman bireyler ve topluluklar arasında bir eşitliğin, bir uyumun ve dengenin sağlanmasını emreder. Kur an-ı Kerim de bütün millet ve toluluklar namaz, oruç, hac ve benzeri ibadetlerde bir ve eşit tutulmuştur. Alış-verişten tutunuz da evlilik, yemek-içmek vb. işlere varıncaya kadar İslam ın toplumsal ilişkilerde Müslüman olan ile olmayan arasında adaletle hükmettiğini görüyoruz. Aziz Peygamber in bu konuda ortaya koyduğu ölçü gayet nettir: "Aleyhinize dahi olsa adaletten ayrılmayınız, adil olunuz. Çünkü adalet, İslam ın özüdür, mülkün de temelidir. Bir devlet kafir bile olsa adalet sayesinde ayakta durabilir, ama Müslüman bile olsa adaletten yoksunsa yıkılmaya mahkumdur." Bu makale, adaleti ayakta tutmak için girişilen küçük bir çabadır sadece.... Biz sadece adaleti esas alarak soruna ilişkin bir perspektif sunmaya ve temel hatırlatmalarda bulunmaya gayret gösterdik.Ve en önemlisi Kürt halkının da ümmetin bir parçası olduğu hatırlatmaya çalıştık.

Allah a hamdolsun ki O (c.c.), Kur an ve Peygamberi vesilesi ile hakiki kardeşliğin ne olduğunu tüm insanlığa göstermiştir. Bu hakiki kardeşlik ölçülerine riayet edildiği zaman, kardeşliğin çok güzel bir şekilde meydana gelebileceği, ama kardeşlik adı altında kalleşlik yapıldığı zaman da iki kan kardeşin bile ebediyete kadar birbirlerine dost olamayacağını bizlere öğretmiştir. Son söz olarak sizi, alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Peygamberimiz Muhammed’in (s.a.a) konuyla bağlantılı bir kaç hadisi şerif ile baş başa bırakıyorum:

"Nefsim kudret elinde bulunan Allah a yemin ederim ki sizden birisi kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedikçe (hakkıyla) iman etmiş olamaz."

"Birbirlerini sevmekte, karşılıklı acımalarında, esirgemelerinde mü’minler, uzuvlarından biri hastalanınca diğer azalarının da birbirlerini uykusuz ve ateş içinde bırakarak onun acısına ortak olan bir vücut gibidir."

"Müslümanın malı Müslümana haram kılınmıştır." "Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selamette olduğu kimsedir."

"Müslüman Müslümanın (din) kardeşidir. Ona hıyanet etmez, ona yalan söylemez, ona zulüm etmez, ona yardımını terk etmez. Her Müslümanın namusu, malı ve kanı (diğer) Müslümana haramdır. (Resulullah, kalbini göstererek) takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hakir(küçük, hukuksuz, hakka layık görülmeyen aşağı insan-toplum ) görmesi yeter." Peygamberimizin bu hadisleri göz önüne alındığında, Kürtlere kardeşlik dersi verme ukalalığında bulunmak isteyen kişi ve çevrelerin, Müslüman Kürt halkına hakiki kardeşlik anlayışıyla yaklaşmadıkları her zaman görülmektedir. Allah, yalancıları sevmez ve bir Müslüman da göz göre göre yalanlara kanmaz. Son olarak söyleyeceğim söz belki ağır gelebilir fakat hak olduğuna yakin bir şekilde inanmaktayım: İslam ümmeti içinde yalnızlığa, çaresizliğe ve sahipsizliğe itilen Müslüman Kürt halkı, ümmetten beklediği kardeşliği ne yazık ki görmemiştir. Gördüğü zulmün çoğunu kendi müslüman kardeşinden olmuştur. Ümmetten soruna ilişkin umduğunu bulamayan Kürtler eğer bugün kurtuluşu gayri islami ideolojilerde ve hatta batılı ülkelerde görürse, bilelim ki bunun asıl suçlu ve sorumlusu İslam ümmetidir.

 

İbrahim Çakar



Yeni yorum ekle