İslam İnkılabı ve Velayet Eksenli İslam

Çar, 11/04/2018 - 23:33

Müslümanlar, Peygamberi Ekrem’in (s.a.a) ilahi vasiyeti olan ve her türlü tefrika ve delaletten korunacak olan ‘Kur’an ve İtret’ten yüz çevirmeleriyle, müslümanların parçalanıp bölündükleri, zillet içinde yaşadıklarını ve adeta kurtların saldırısına uğramış, çobansız bir koyun sürüsü misali gibi, çaresiz, başıboş kaldıkları bilinen bir gerçektir. Böylece Tevhide (birliğe) çağrı yapan İslam dini Resulullah’ın vefatından hemen sonra kendi mensupları tarafından özünden uzaklaştırıldı. Ve bugün halkı müslüman olan ülkelere baktığımızda, onlarca hatta yüzlerce İslam etiketli cemaat, tarikat, düşünce, anlayış, ve hareketlerin varlığını müşahede etmekteyiz. Gitgide içi boşaltılan, ruhundan uzaklaştırılan İslam adı altında emperyalizm ve batıl cephesine hizmet eden hatta cihat (!) eden nice anlayışlar insanlara pazarlanmaktadır.

Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen tarihi süreç içinde, her dönemde Resul-i Ekrem’in (s.a.a) vasiyetine sarılan, velayet eksenli ‘Öz Muhammedi İslam’la amel eden müminler izzetli bir duruş sergilemiş her türlü tefrikadan korunmuşlardır.

İslam ümmetinin yaşadığı tüm bu olumsuzlukların ana sebebi Velayet kurumunu dinden silmeden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle bu vahim durumun ana sebebi ve başlangıç noktası olarak, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) henüz mübarek naaşı ortadayken dinin siyasetten ayrılmasıyla başladığını görüyoruz. Yüz yıllarca devam eden bu acı durum, müslümanların içte birbirleriyle çatışmasına, dıştan ise düşmanların İslam ülkelerini sömürmesine yol açtı.

Ancak, müslümanların kapkaranlık ve zillet içerisinde oldukları ve bütün umutların tükendiği anda kimsenin tahmin etmediği bir zamanda, İran İslam İnkılabı nuru bütün dünyayı aydınlattı. Dininin, gerici, çağa ayak uydurmayan ve zalim hükümetlerin ayakta durabilmeleri için halkları uyutan afyon niteliğinde gören zihniyetinin hakim olduğu bir dönemde İran’dan bu ilahi nur tüm dünyayı aydınlattı. Bu ilahi kıyam İslam dinini, zalim yönetimlerin hakimiyetlerini sürdürmek için kullandıkları bir araçtan çıkarıp, İslam’ın evrensel ve her çağa uygun bir din olduğunu siyasi, ictimai, iktisadi ve askeri açıdan sözle değil pratikte dünyaya gösterdi.

İmam Humeyni (r.a) önderliğinde gerçekleşen bu ilahi kıyam, Hak ve Batıl cephesini birbirinden ayırarak, fatihası okunmuş ölü bir din olan yüce İslam dinini tekrar ihya etti. İmam (r.a), Ceddi Muhammed’in (s.a.a) Hira’dan bütün dünyaya yaydığı ve İmam Hüseyin (a.s)’ın Kerbela kıyamında  yükselttiği ilahi mesajdan ilham alarak, bu iki cephenin asla beraber ve bir arada olmayacağını bütün dünyaya gösterdi. Katkısız ve net bir İslam dinini tekrar bugünün insanlara sundu.

İslam İnkılabı’nın baş mimarı İmam Humeyni (r.a) yalnız müslümanların değil, özgürlük peşinde olan bütün mazlum halkların özgüven kazanmalarını sağladı. ’’Ne Doğu ve ne de Batı, yalnız İslam’’ şiarıyla derin bir siyasi hareketin temelini atan İmam (r.a), asırlarca izzet, onur ve şeref dilenciliğini yapan ve İslam dışında başka yerlerde izzet (!) arayan müslümanlara gerçek anlamda izzetin nerede olduğunun gösterdi.

İmam Humeyni (ra) İslam inkılabının zaferini Nur'un patlaması şeklinde tanımladı. Gerçekten de bu patlamadan öylesine güçlü dalgalar yayıldı ki, dünyada bir çok ülkelerde kurtuluş ve özgürlük hareketlerine örnek teşkil ettiğini görüyoruz. Bu nurun tüm dünyayı özellikle mazlum ve mustaz’af halkları aydınlattığına bugün şahit olmaktayız.

Öyle bir Nur patlamasıydı ki, Ortadoğu’da ve hatta dünyada Batı ve ABD hegemonyasının çöküş dönemini beraberinde getirdi. Bu ilahi kıyam etkisini, en son olarak 2010 yılında Arap ülkelerinde başlayan ve hala sürmekte olan, batılıların ’’Arap Baharı’’ olarak tanımladıkları, gerçekte ise ’’İslami bir Uyanış’’ niteliğini taşıyan halk hareketlerinde göstermiş, sözkonusu hareketlerin ana kaynağı olmuştur.

Velayet anlayışının bir kaç önemli getirisi

İslam İnkılabı 35 yıllık bereketli geçmişinde siyaset, kültür, ekonomi, bilim ve teknoloji ve askeri alanlarında büyük başarıları ve kazanımları olmuştur, ki Allaha şükür biz hergün bu konuda yeni kazanımlara şahit olmaktayız.

Evet, İslam İnkılabının en büyük getirisi hiç şüphesiz velayet eksenli bir devlet anlayışı ve öz Muhammedi İslamı ihya edip tekrar hakim kılmasıdır. Söz konusu anlayış, müslümanlar arasında var olan liderlik sorununa İslami bir çözüm getirdi. İslam’ın liderlik için şart koştuğu bütün vasıfları taşıyan bir fakihin velayeti ekseninde bir yönetim modeli müslümanlara sundu.

Velayet sayesinde öğrendiğimiz konulardan biri de, tarih ve tarihte var olan şahıslarla övünmeden ziyade, tarihi olaylardan ders çıkarmamızı sağlamasıdır. Böylece bizi passif bir durumdan, aktif bir hale getirdi.

Düşmanı, artık tarih sayfalarını kurcalamaktan çıkardı. Ölü düşmanla değil, günümüzde bize hükmeden düşmanları tanıttı. Bugünün Ebu Cehillerini, bugünün Muaviye ve Yezitlerini, bugünün Amr bin Aslarını bize tanıttı.

Bu anlayış, insanın, kendi nefsinde var olan şeytan ve düşmanla mücadele etmesinin yeterli olmadığını bize öğretti. Zira ilim dolu nice şahıslar, nice alimler basiret sahibi olmadıklarından, düşman saffında yer almış ve almaktadırlar. Bilerek ya da bilmeyerek düşmana ve batıl cephesine hizmet etmekteler. Velayet anlayışı, asıl büyük şeytanın günümüzde emperyalizmin başı olan Amerika olduğunu bize gösterdi.

Bu anlayışın bir diğer getirisi ise, Hak ve Batıl gibi kavramları soyut şeklinden çıkarıp, somut bir şekilde ortaya koymasıdır. İmam (r.a), velayet eksenli olmayan her türlü islami etiketli anlayış ve düşünceleri batıl cephesinde olduklarını ve emperyalizme hizmet eden  ‘Amerikancı İslam’ olarak tanımladı.

Velayet anlayışı bize öğrettiği bir başka mesele de, zamanımızda Müslümanların liderlik rolü üstlenen makama karşı, sorumluluk ve vazife bilincinde hareket etmemiz zorunluğunu bize hissetirmesidir.

Bu anlayış, örneğin ‘keşke ben Peygamberin (s.a.a), Ali’nin (a.s), İmam Hüseyin’in (a.s), ... döneminde yaşasaydım onlara yardım etseydim’ diyenlerin sözlerinde ne kadar sadık olduklarının ölçüsünün, Peygamberin ve İmamların makamında oturan günün İmamı ve Rehberine karşı sorumluluk bilincinde hareket etmek olduğunu gösterdi.

Bu anlayış bize, "De ki: Eğer gerçekten siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun, ki Allah da sizi sevmiş oldun’’ ayetini günümüze yorumladı. Eğer gerçekten Allahı, Peygamberini, İmamları (elbette bunlarla manevi irtibat kurulur o ayrı bir konu, fakat yönetim açısından ellerimizin kavuşmadığı) seviyorsak bugün Velayet makamında bulunan Rehbere karşı sorumlu olduğumuzu bilincini verdi bizlere. Gerçek anlamda Allah’ı, peygamberi ve imamları sevmenin yolu, bugünkü Rehbere uyup itaat etmekten geçer.

Velayet anlayışının bize kazandırdığı bir diğer önemli konu da, müslümanlar arasında vahdetin nasıl sağlanacağıdır. Örneğin, müslümanlara islami vahdetin nasıl gerçekleşeceğini sorulduğunda, tek ağızdan Kur’an ve Sünnete başvurmakla bu mesele hal olur cevap verirler. Peki bütün müslümanların cevabı bir olmasına rağmen neden bu mesele çözülmüyor! Görüldüğü gibi iş soyut bir hale geldi. Zira çözüm olarak sunulan Kur’an ve Sünneti her gurup, cemaat, tarikat vs. kendi anlayışlarına göre tevil ve tefsir etmektedir. Hal böyle olunca, Kur’an ve Sünnet vahdet sağlanacağı yerde, daha fazla ihtilafın çıkmasına yol açtığını görüyoruz.

İşte Velayet anlayışı, müslümanların vahdeti ancak ve ancak liderlik için gerekli olan bütün özelliklere sahip bir lider etrafında sağlanabileceğini öğretmiştir.

Velayet anlayışının bir diğer getirisi, müslümanlara ve dünya mazlumlarına öz güven kazandırmasıdır. Dünyada var olan süper güçlerin dışında hareket etmenin mümkün olduğunu 35 senedir her türlü baskılara rağmen gösterdiğine şahit olmaktayız.

Velayete bağlı İran halkı son 35 yıl boyunca öz güven ve azimle tüm yaptırım ve baskılara rağmen en ilerleme ve kalkınma zirvelerini birer birer fethediyor. En son olarak da İran halkı sömürgeci güçlerin ağır ekonomik yaptırımları savaş cephesinden zaferle çıktığını ve Batıl güçlerin mecbur kalıp İran’la masaya oturduklarını gördük.

Allah’ın izni ve yardımıyla Velayet eksenli İslami Uyanış artık dünyanın dört bir köşesine kök salmıştır. İmam Humeyni (r.a)’ın ihya ettiği öz Muhammedi İslamın yükselişi artık önlenemez bir durumdadır. Bu bir slogan değil, gün geçtikçe dost ve düşman herkes bu hakikatı hissetmektedir.

Bu hakikatın karşısında yer almakta olan sahte islami etiketli Amerikancı anlayışlar ise, birer birer iflas ettiğini müşahede etmekteyiz. Hergün isim değiştirme ihtiyacını duyan bu sahte islami anlayışlar, yüce İslam dininin ruhundan ve özünden uzak oldukları için iflasa mahkumdurlar.

Allah’u tealanın bir lütfü ve büyük bir nimeti, dünyada izzetin ahirette ise saadetin vesilesi olan, Veliyyi Fakihin yanında yer alma ümidiyle...

16.02.2014

İbrahim Çakar 

 



Yeni yorum ekle